Okuyucuma!



Sağlam dişler, bir de sağlam mide-

Budur dileğim senin için!

Sindirebildinse kitabımı,

Barıştı demektir benimle yıldızın!



Nietzsche



Unutursun








Açık yaraya tuz basmak seninkisi
Neden kendine acı çektiriyorsun ki?
Kaybeden tek sen misin?
Unutursun!


‘Acıya acıya, acıta acıta
Kendini acıya dolaya dolaya
Bir kalbi kanata kanata
Unutursun, unutursun!’’*


Bir şehirden bir şehre ederken veda
Unutursun!



Hiç yaşamamışsın gibi
Hiç olmamış gibi
Kalbini uyutursun.
Unutursun!










*Cem Adrian






Elif Ayvaz


23 Kasım 2010














Kambur







Bazı şeylerin sonları başka şeylerin başlangıcıymış! Güzel şeyler… Her seferinde ‘İyi ki…’ diyorum ama iyi ki artık yoksun! Meğer sırtımdaki o acıtan kamburmuşsun!


Toz kondurmuyordum yaşadıklarıma, laf söyletmiyordum senin üzerine. Gördüklerimi bile kabullenmek istemiyordum, sırf inandığım adama leke olmasın diye. Ama dokuz günlük tatilimde anladım ki sen de o şehre gömülmeye mahkûm bir adamsın! Sen de etten, kemikten, nefes alabilen bir yaratıksın! Bu kadar da abartılmana, yüceltilmene hiç gerek yokmuş meğer. Anladım. Ve anladım ki benim için özel olan şeyler senin için sıradanmış. Hiçbir önemi yokmuş. Ne de geç oldu fark etmem. Bu kadar mı kördüm, bu kadar mı çok sevdim seni? İlginç, değil mi? Sen benden hiç beklemezsin böyle şeyler aslında.


Ben de kendimden beklemezdim ki… Erken yaşadım aşkı. Evet, aşktı ve sana uzak bir kavram. Kabul ediyorum. Ve iyi bir oyuncusun. Kızıyordum ya sana, rol yapmana. Aslında hayrandım bu yeteneğine. Dediğin gibi hayat bir tiyatro sahnesi ve sen neden kötü ruh hallerini oynayasın ki? Canını sıkan bir şey oldu mu derin bir nefes alır ve yeni bir ruh haline bürünebilirsin –mutlu bir ruh hali-. Tüm bunlar hiç de zor değil zaten senin için.


Aslında teşekkür etmem lazım sana. Bu şehir beni benden etmişti, çocuk. İki ayda kendimden geçtim resmen. Düşünmüyordum, yazmıyordum. Her gün aynı monotonlukta geçiyordu günlerim. Sadece gün doldurur olmuştum. Ama eve gelince ve söylediklerini ya da söylettiklerini duyunca kendime geldim. Teşekkür ederim. Her seferinde tokat gibi iniyor yüzüme kabullenmek istemediğim gerçekler. Her seferinde kafama vura vura öğretiyorsun bazı şeyleri. Diyorum ya hayatımda çok önemli bir yerin var diye. Bak işte bu da onun bir parçası. Bir kompozisyondu bu ilişki; giriş, gelişme ve sonuç. İşte sonuna geldik –geldim- artık. Şu an sen de malzeme olacaksın. Üzgünüm. Senin gibi değil benim ifade tarzım. Bunun için de üzgünüm. Kompozisyonun sonunda bana yazmak düşüyor çünkü. Nasıl büyüdüğümü, beni nasıl büyüttüğünü göstermem lazım sana, bana. Ağızlara sakız yapamam ama senin gibi. Saygım var duygularıma çünkü. Samimiydim hiç olmadığım kadar çünkü. Çünkü yeni bir duyguyu öğreniyordu vücudum ve ben hiç olmadığım kadar cüretkârdım. Bakmasını bilemedin sadece. Ben beyaz dedikçe siyah dedin sen, hep. Mecbur muydun, bir kez olsun benim gibi bakamaz mıydın sanki? Artık geç oldu. Yol alma zamanı şimdi. Hayıflanmanın anlamı yok. Zaten kalpte adına hayıflanacak bir adam da yok.


Bir arkadaşım bu aşkın bana yaramadığını, üzerimde kötü etkiler yaptığını hatta psikolojimi bozduğunu söyledi. Haklı olabilir mi? Belki. Korkuyorum şimdi çünkü. Yeniden aynı şeyler olacak diye korkuyorum. Yeniden bu kadar üzüleceğim diye korkuyorum. Korkmamam lazım aslında, biliyorum. Korkmamam gerek. Ben güçlü biriyim çünkü.


Ama yorulduğumu hissediyorum. Çok yorulduğumu. Onca zaman bir kamburmuşsun sırtımda. Atınca fark ettim. Neden bu kadar kendime eziyet ettim ki. Ve evet, bunları söylemek hala acı verici şeyler. Ama artık çığlağım. Tüm gerçekliğimle çırılçıplağım, adeta şeffafım.


Haa… Tabii ki sana mutluluklar.






Elif Ayvaz


23 Kasım 2010


.


Ve iyi ki vazgeçmişim senden!

Madrabaz!

Canın cehenneme! Arkamdan konuşmasaydın da, azıcık yürekli olsaydın da yüzüme söyleseydin içindekileri. Önüme kussaydın zehrini. Evet, sana aşık olmuştum, o yüzden seninle çıktım. Sevmeseydim asla yaklaşmazdım. Ama bu güne kadar kimsenin peşinden koşmadım, koşmam da. Aşktan kim ölmüş ki?! 


O zaman cesaretin olsaydı da anlatsaydın arkadaşlarına. Ama yapamazsın ki sen! Şimdi arkamdan söylemek kolay. 'Ben bu kızla çıktım, bu benim eski sevgilim!' Ne olmuş yani? Sonuçta bitti değil mi? Bitti. Kapandı. Egonu tatmin etmeye çalıştığının farkındayım. Bir türlü dikiş tutturamıyorsun ya, kimseyle olmuyor ya bir kez de sön kendine bak be adam. Ama olmaz, hep ben suçluyum çünkü. Hep çaylak, hep günah keçisi ben olmalıyım. Yaftayı yapıştırmak ne kadar da kolay! Kimse sütten çıkmış ak kaşık değil, farkındayım. Ama ben de suçlu değilim. Emekse, emeğimi verdim ben. Sen ne verdin, söyler misin bana? Tek ayak üstünde binbir türlü yalan! 

Alacağımı aldım ben bu aşktan! Büyüttü beni. Ama sen hala olduğun yerde sayıyorsun, üzülüyorum senin için. Böyle giderse sana sadece hayıflanmak düşecek. Ve bir tavsiye; bence eline geçirdiğini har vurup harman savurmadan önce iyice bir düşün ki sonunda dımdızlak ortada kalmayasın: yapayalnız! 
Ve iyi ki vazgeçmişim senden! Koca bir yük kalktı omuzlarımdan. Meğer onca zaman bir kambur gibi taşımışım seni sırtımda. 

*Not: Normalde böyle şeyler söyleyecek biri değilim. Yeniden açıklama gereği duyuyorum çünkü yine abartacaksın, yine atıp tutacaksın. Ama sen konuştukça ben susamam bu saatten sonra. Ne de olsa köprünün altından çok sular aktı, evl evine köylü köyüne dağıldı. Ortaklık da bozuldu. Ve yola devam etmek lazım. 

Adam'a Mektuplar -V --'Son'un Sonu

O kadar çok hayal kırıklığına uğratıyorsun ki beni! Anlatamam sana...  O yapmaz diyorum hala ben, o yapmaz. O kadar zaman geçirdik, o kadar şey yaşadık. O öyle şeyler yapmaz. Hala öyle saftrik bir inanç var ki içimde sana karşı, içindeki o adama karşı. Tahmin bile edemezsin. Gördüm, görüyordum içindeki o masum adamı. Ama sen saklamaya devam et onu yüzündeki maskeyle. Devam et ve yürümesin ilişkilerin. 'Beter ol!' diyesim var, ama kıyamıyorum ki; güzel günlerimin hatrına hepsi işte...Duyduklarım beni şaşırtıyor, senden çıkmamıştır o cümleler. İnanmak istiyorum buna. Ama bir yanım da %100 doğru diyor. Muallaktayım hep işte.


Ve biliyorum aslında şimdi şiir değil destan da yazsam sana beş para etmeyecek! Olay sadece inanmaya ve kabullenmeye kalıyor işte...

Ben hep en çok sevdiklerimi terk ettim.

.

Rüyada gibiyim. Loş bir fanus gibi evin içi. Eşyalar büyüyüp küçülüyor, uzayıp kısalıyor. Oturduğum koltuk çok rahat; yumuşacık. Uykum var gibi… Yok gibi…

Gözlerimle bütün evi dolaşıyorum. Oda; içinde bulunduğum oda, eşyalar, karanlık, perdesiz pencere, duvardaki fotoğraf; yüzler her zaman biraz silik, boyları dökülmüş kapı, boş salon, koridor, kapı; mutfak kapısı, yerlere saçılmış tabaklar, açık kalmış balkon kapısı, uçuşan perde…

Parmak uçlarımla dokunuyorum tüm bu kırık dökük eşyalara, bahçedeki telleri ellerimi dayayıp hızla yürüdüğüm gibi. Dışarıda şiddetli bir yağmur yağıyor. Cama çarpıyor taş şiddetinde, açık kapı gıcırdıyor.
Geride bıraktıklarımı düşünüyorum. Sevdiğim tüm adamları. Bırakmak zorunda kaldıklarımı, istemeye istemeye bıraktıklarımı, kızdıklarımı…

Ne çok yol yürüdüm bu yolda… Tek başıma. Ne çok hırpaladım kendimi, insanları. Hep doğru bildiğim yolda yürümeye çalıştım ben. Fakat eğilmez bükülmez doğrularım yok benim. En doğrusu hangisiyse ona yönelebilirim, pek tabii. Ama karşımdaki de benimle birlikte yönelmeli. Yalnız başıma yürürsem ardımda kalır yanımdaki. Gelmezse onu orada bırakmak zorunda kalırım. Acımaz mı canım? Acır tabii. Ama yapacak bir şeyim kalmıyor işte o noktada. Ama bir türlü anlatamıyorum bunu insanlara.

Oysa ben en çok sevdiklerimi terk ettim!

Ne çok ev değiştirdim içimdeki kentin sokaklarında. Ne çok insanla düştüm kalktım. Şu an içinde bulunduğum ev de son aşkımdan geriye kalan. Biraz sonra bu evi de terk edeceğim. Başka bir şehre göçeceğim ama bu kez. Başka bir kalbin sokağında küçük bir ev tuttum. Bir kez de böyle deneyeceğim. Belki böyle mutlu edebilirim içimdeki küçük aşk kırgınını…


Elif Ayvaz
11 Eylül 2010

İz

Okuduğum ve bende birer iz bırakan kitapları buraya koyuyorum.
Okumak isteyen olursa:

http://okunmasigerekenler.blogspot.com/

Güvercinler

Şu an çarşıda bir otobüsteyim. Beş dakikalık bir mola verdi. Çay molası... Bekliyoruz. İçeride bir uğultu var. Ne uğultusu? İnsan uğultusu. İçeride insanlar konuşuyor.


Bu otobüs duraklarının yanında büyük bir balık hali var. Bir sürü balık çeşidi. Balıkçılar bağırıyor:

- Balık var!

- Gel ağabeycim gel! Ballığa gel!

- Hey yavrum hey! Derya kuzusu bunlar!

- Hamsiii! Hamsiii! Akşam indirimli bunlar!

- Haydi kalmasın!

Yaşlı bir kadın geliyor. Şöyle bir bakıyor balıklara alıcı misali. Hamsiyi göstererek:

- Evladım kaça bunlar?

- Bin beş yüz teyze…

- Aaa! Üstüme iyilik sağlık. Nerden teyzen oluyorum ben senin? Edepsize bak!

-Kızma hanım abla! Lafın gelişi söyledim.

-Lafın gelişi söylemişmiş. Hadi, hadi çok konuşmada bir kilo veriver şuradan.

-Tamam hanım abla, hemen abla.

Hemen tartıyor balıkları. Yılların verdiği çabuklukla koyuyor poşete. Yaşlı kadın poşeti aldıktan sonra yavaş yavaş evinin yolunu tutuyor.

Gökyüzünde uçuşan birkaç güvercin var. Halin üzerinde dönüp duruyorlar. Aç oldukları belli. Uçuyorlar ağabey bize de balık ver dercesine…

Otobüs hareket ediyor.

Elif Ayvaz
 
2004

Kalem

.


Hayatıma açtığım binlerce yeni sayfadan biriydin sende az önce. Ama kirletmeye karar verdim sonra seni kalemimden damlayan mürekkeple.

Mavi mürekkep beyaz kâğıda güzel gidiyor. Benim kalemimdense kan damlıyor. Kâğıda gitmiyor elim. Yazamıyorum artık. Daha doğrusu yazmak istemiyorum. Aslında yazmamak için elimden geleni yapıyorum.

Yoruldum mu, sıkıldım mı bilmiyorum. Bilmiyorum beni neyin alıkoyduğunu. Cesaretim mi yok eskisi gibi bilmiyorum.

Beynimde uçuşan kelimeleri görmezlikten gelişim neden bilmiyorum. Kendimi anlamaya ve anlatmaya çalışmaktan vazgeçişim… Saklanmam kendimden, insanlardan ve dünyadan… Ortalıkta dolaşmam, çok konuşmam… Asosyallikten emekli olup, sosyalleşmeye çalışmam…

Bilmiyorum…

Cevaplarını bilmediğim soruları merak da etmiyorum. Konuşmuyorum da, susmuyorum da… Ne ağlıyorum, ne gülüyorum. Beyaz bir mermere dönüştü kalbim. Şık, kırılgan, zarif ve zayıf…

Karşı duvardaki saatin tik takları beynimde yankılanıyor. Tik tak, tik tak… Beynim kalemime söz geçiremez oldu. Kalemimse arsız bir herif… Kafasına göre hareket ediyor. Benim yasak bölgelerimde dolaşıyor, karışmamam gereken konuları didikliyor. İçime sinmeyen, bana yabancı yazılar yazıyor.

Bilmiyorum, neden?

Salakça bir umut yeşeriyor içimden. Kalemim karşımda, küstah… Arsız gülüşleriyle bakıyor bana. “Umut mu?! Sen ve umut ha!” deyişini duyar gibiyim.

Sinir oluyorum birden ona. “Sen benim misin yoksa şeytanın mı?” diye geçiriyorum içimden.

Nasıl olur da kalemim bana itaat etmez, anlamıyorum.

Bilmiyorum içimdeki umudun ona ne gibi bir zararı olduğunu. Umut işte sana da yeter, bana da. Niye alay ediyorsun ki.

“ “Çölde bir papatya da olsa umut; umuttur!” mu demiştin sen. Ne saçma! Böyle şeylere inanıyor musun yoksa. Hem beni de alet ediyorsun kötü emellerine.”

Kalemim küstah. Bana cephe almış, bütün dost bildiklerim gibi, bütün maskeli balonun sakinleri gibi. Onunla birlikte yazdığım sözleri küçümser olmuş.

Kendi bağrından kopan nağmeleri beğenmez olmuş! Arsız, olabildiğince arsız… Küstah, tahammül edilemeyecek kadar…

Bu küstah daha da kötüleşti. Şimdi de üzerime yürümeye başlıyor. Pis pis sırıtıyor. Arka fondan bir kötü adam gülüşü…

Hah hah ha ha!

Uyanıyorum sıçrayarak!

Bu bir kâbustu öyle değil mi? En sadık dostum bana böyle bir şey yapmaz. Bakıyorum kalemime. Orada sessiz sakin gülümsüyor…

Biliyordum…

Beni bırakmayacak tek varlık; kalemim!...

Biliyordum!


Elif Ayvaz
 
26 Kasım 2006

Yazmak

.


Yazmak; benim için çok önemli. Bunu her fırsatta söylüyorum. Belki de insanları çok sıkıyorum. Onlar bunun imkânsız olduğunu düşünüyorlar. Ama bence imkânsız diye bir şey yok.


Anılarımla başladım ben yazmaya. Üçüncü sınıftaydım ilk yazımı yazdığımda ve o zaman yazmak sadece bir hobiydi benim için. Eğlence olsun diye yazıyordum. Ama yazar olma fikri sekizinci sınıftayken girdi kafama. Bir şakayla başladı her şey. Bir arkadaşım vardı ve biraz da sorunları. Ben onu dinliyordum. O da bana sen psikolog olmalısın diyordu. Ben de ona hayır ben yazar olacağım diyordum. Ve en sonunda neden olmasın dedim. Ve artık ciddi olarak yazıyorum. Yazdığım zaman mutluyum. Sorunlarımdan arınıyorum. Kötü olan hiçbir şey bana ulaşamıyor. Su gibi yazmak benim için. Onunla yaşıyorum. Susuz bir insanın yaşayamayacağı gibi bende yazmadan yaşayamıyorum. Ayrıca su gibi yazmakla sorunlardan, kirlerden arınıyorum. Yazmak ılık bir duşun altında saatlerce kalmak gibi. Hani bir yaz günü sıcaktan bunalırsın da kendini duşun altına atarsın ya, işte öyle bir şey yazmak benim için.

Kendime Mehmet Akif Ersoy’u örnek alıyorum. Herkesin bildiği gibi milli şairimiz. O baytarlık okulunu bitirdi. Ama çok çok iyi bir şair oldu. Gönlü edebiyattan yanaydı ve inandığı şeyi başardı. Ve eğer o, o şartlar altında bunu başarabilmişse ben de başarabilirim diye düşünüyorum.

Elif Ayvaz

2005

İnanmak

.

İnancını kaybeden bir insanın kaybedecek bir şeyi yoktur bence.İnanmak... Her şeyden önce en önemli nokta inanmaktır yaşamak için. Bir şeylere inanıyorsan yaşarsın. Bir şeylere inanırsan mutlu olursun ve hayatta kalmaya devam edersin.

Benim hayatta en inandığım şey; yazmak... Artık yazmak , benim için bir tutku, bir eğlence olmaktan çıktı. Uzun zamandır ihtiyacım olduğu için yazıyorum ben. Hani insan nasıl hava almadan, su içmeden yaşayamazsa, bende yazmadan yaşayamıyorum. Ancak yazdığım zaman mutluyum. Hayatta bir tek buna inanıyorum zaten. Yazmak... En güzel şey...

Bir sabah uyandığımda inancımı kaybettiğimi fark ettim. Bu biraz garip bir durumdu. İnsan durup dururken inancını nasıl kaybedebilirdi ki? Ama olmuştu işte. Açıklaması yoktu ama ben öyle hissediyordum. Zaten tek bir şeye inanıyordum. O da şimdi uçup gitmişti elimden. Terk etmişti beni.

Artık yazamıyordum. Günler akıp geçiyordu ben ise çırpınıyordum. Sudan çıkmış balığa dönmüştüm. Ağladım, sızladım... Çevremdekilere yapmadığımı bırakmadım. Evde ailemin, okulda arkadaşlarımın ve bazı öğretmenlerimin başlarını şişirdim. Yazamıyordum ve bunun doğru düzgün bir açıklaması yoktu. Bu olayı tam olarak açıklayamıyordum da. Nasıl bir şeydi bu? Ve işin tuhaf yanı ise insanlara' Yazamıyorum!' dediğimde bana deliymişim gibi bakmalarıydı. Gözleri ' Delirdi mi bu kız? Her gün yeni bir şeyle geliyor karşımıza. Sanki insan yazmazsa ne olur ki?' der gibi bakıyordu.

Ama benim için yazmak önemliydi. Benim yaşama kaynağımdı. Türlü atıklarla kirletilmiş, bütün iyiliklerin sömürüldüğü, kötünün hep galip geldiği, iyinin küçüldükçe mini minnacık kaldığı şu koca dünyada beni bir tek yazmak farklı kılıyordu. Bir tek yazarak kendimi koruyabiliyordum. Ama onu kaybetmiştim. O yoktu şimdi. İnancımı kaybetmiştim her şeyden önce ve inanmadan da yazamazdım.

Günlerce çevrede boş boş dolandıktan sonra her şeyi oluruna bırakmaya karar verdim. Bir şekilde yazacaktım. Ama önce inanmaya çalıştım. Yine bir sabah uyandığımda onun geldiğini fark ettim. Ansızın gidip yine ansızın gelmişti. Sevindim, hem de çok sevindim. Belki saçma bir konu bu. Ama bence çok önemli.

Yazıyorum şimdi. Ama hala yazmak için önce inanmak gerektiğine inanıyorum. Ve inancımı sıkı sıkı tutuyorum bir daha beni bırakıp gitmesin diye...

Elif Ayvaz

2005

Nefret

.

İçimde kusma isteğine benzer bir his var. Ne olduğunu bilmiyorum. Adı her neyse bilmiyorum. Hiç bir şey hatırlamıyorum. Tek hatırladığım bu duyguyu ya da adı her neyse işte onu uzun yıllar önce unuttuğum. Sildiğim. Geçmişime gönderdiğim.


Hissettiğim duygunun adı nefret mi? Eğer öyleyse ne olacak? Ben kimseden nefret etmiyorum ki.

O bunaltıcı cumartesilerden birinde yine dersteyken ve bir hafta önce de hocamız bize veda etmişken, yeni birisi hiç de çekilecek gibi değildi benim için. Kara kuru, uzun boylu bir çocuk çıkageldi o günkü derse. Öylesine bir çocuk. Sokakta her an karşıma çıkan diğer üniversite öğrencileri gibi. Sinir oldum bu yeni çocuğa. O an yine masallara, yani tek masalıma ya da oyunuma başlayacağımı hissettim. Maalesef ki başladım da. Durmadan konuşuyordum. Ona ne ki benim yazdığım yazılardan? Ona ne? Ne diye anlattım. Ondan nefret ediyorum. Evet, eğer ondan nefret etmem gerekiyorsa ondan nefret ediyorum. O gün o derse geldiği için. İçimdeki şeytanı uyandırdığı için. Nefret etmem gerekiyorsa eğer ona iki dakika içinde hakkında hiçbir şey bilmediğim halde güvendiğim, inandığım ve onun da benim hayallerimi yıktığı için nefret ediyorum.

Nefret etmem gerekiyorsa eğer içimdeki umut tohumlarını yeşerttiği için nefret ediyorum ondan. Yüreğime hapsettiğim kelebeklerin kafesini açtığı için nefret ediyorum ondan. Ve onun yüzünden de şimdi kelebeklerimden olduğum için nefret ediyorum.

Aslında tam olarak ondan nefret etmem değil söz konusu olan. Sadece o değil. Eğer başka bir olay geçmiş olsaydı aramızda ya da söz konusu benim yazılarım olmasaydı herhangi bir defter, ya da herhangi bir nesne olsaydı ben buna asla kızmazdım. Ama konu yazılarım. Söz konusu olan şey benim yazılarım. Konu bu olduğunda akan sular durur benim için. Çünkü hayatta hiçbir şeye bu kadar inanmadım ben. Sadece bir hayal olsa bile diğer insanlar için, benim için tek gerçek o,hayatımdaki tek gerçek.

Yazmak kadar güzel bir şey daha yok bu dünyada. Sadece yazmak var benim için. Sorun da burada başlıyor zaten. Yazdıklarım artık beni tatmin etmedikleri için yeni arayışlar içindeyim. Artık onları birileriyle paylaşmam ve nerede olduğumu bilmem gerektiğini düşünmeye başladım.

Önce okuldaki edebiyatçıma gittim. Yazılarımın hepsini ona verdim okusun diye. Daha doğrusu bir senaryo yarışması için konu arıyordum. Belki aralarında işe yarar bir şeyler vardır dedik. Ama o okumadı bile. Hep sonra okurum dedi. Sonra annesi hastalandı, hastaneye yattı. Olan bana oldu. Ama ben bütün bunlardan çok önce verdim ona yazılarımı, yani hayatımı.

Sonra o, Orhan hoca. Eğer konuşmamış olsaydım ben, o gün sessiz sakin ders dinlemiş olsaydım bütün bunları yaşamayacaktık. Ama olmadı. Sonra yazılarımı da vermeyebilirdim ama güvendim işte. Sanki onu daha önceden tanıyormuşum gibi geliyor. Onun hakkında her şeyi biliyorum sanki.

Kızmamın nedeni de bu aslında. Benim bu kadar güvendiğim birisi bunu bana nasıl yapar? Biliyor benim cevap beklediğimi. Bunun benim için ne kadar önemli olduğunu. Ya da bilmiyor. Ya da sadece ben onu tanıyorum. Galiba oyunuma fazla daldım. Fazla kaptırdım kendimi masalıma.

Ama o ulaşabilirdi. Her şeyden önce ben o defterin sahibiyim. Ve o defter emanet. “haftaya getiririm” demişti bana. Bekledim o gelmedi. Belki işi çıkmıştır dedim. Daha sonra gelir dedim. Akşama kadar bekledim onu orada. Ama gelmedi. Daha sonraki iki hafta boyunca da gelmedi. Sınavları olduğunu öğrendim. Ama bir şekilde defterimi bana ulaştırabilirdi. Çok korktum. Ve eğer nefret etmem gerekiyorsa, korkmama neden olduğu için, beni korkuttuğu için nefret ediyorum ondan. Hiç gelmeyecek sandım. Bu sefer gitti yazılarım diyordum hep. Tam üç hafta boyunca ruh gibi dolaştım ben.

Okuldaki edebiyat öğretmenim beni çok üzdü. Çok kırıldım ona ve çok kızdım. Ama o sadece küçük bir kâğıt parçası tutuşturdu elime özrünü anlatan. Bütün o saçmalıkları yüzüme söyleseydi ben bu kadar dağıtmazdım kendimi. Ama yapmadı, onunla konuşmuyorum. O da benimle konuşmuyor. Hatta yüzüme bile bakmıyor. Bazen garip bir bakış atıyor sadece. Ama bendeki kırgınlığı görünce yaklaşmak yerine geri geri gidiyor.

Ondan nefret etmem gerekiyorsa eğer; tam o zamanda, tam ben yıkık dökükken olayıma tuz biber olduğu için nefret ediyorum ondan. Beni biraz daha üzdüğü için, mutsuzluğuma bir neden daha kattığı için nefret ediyorum ondan.

Aslında en çok da beni zorlayıp ondan nefret ettiğimi anlatan bir yazı yazmamı istediği için nefret ediyorum ondan!

Elif Ayvaz

2007

Mutluluk

.

Birçok insan mutsuz olduğunu anlatır. Bir sürü rahatsızlığı vardır. İstediği hayatı yaşayamamaktadır. Her şey ters gitmektedir. İstedikleri hiçbir şey doğru düzgün gitmemektedir. Hayatları yıkık döküktür, onlar için her şey kötüdür. Bu şartlar altında nasıl mutlu olabilirler ki onlar…


Mutsuz olan insanlar sahip oldukları değerleri fark etmedikleri için mutsuzdurlar bence. Bir ailen varsa bu büyük bir mutluluk kaynağıdır. Artık her şeyin kötü gittiğine gerçekten inanmaya başladığın bir gün yolda gördüğün küçük sevimli bir kelebek seni mutlu etmeye yetebilir aslında. Kelebek baharın habercisidir ve o soğuk günlerin ardından güzel bahar geliyordur. Bundan daha güzel ne olabilir ki…

İnsanlar mutlu olmayı bilmedikleri için mutlu olamıyorlar bence. Aslında mutlu olmak için büyük şeylere sahip olmak gerekmez. Dertlerini ve bütün insanların birer saçmalık diye üzerinde durmadığı ama senin bahsetmekten büyük keyif aldığın saçma fikirleri anlatabileceğin bir arkadaşın varsa hem mutlu olman hem de kendini şanslı sayman gerekir. Çünkü tek bir arkadaşa bile sahip olamadan koca bir ömür geçiren bir sürü insan var çevremizde.

Ben mutlu olmak için çok zengin olmanın da gerekmediğine inanıyorum. Yaptığın bütün hatalara rağmen hâlâ dimdik ayakta durabiliyorsan mutlu olman gerektiğine inanıyorum. Ve şu cümleyi de çok seviyorum:’ İnsanlar hayatları boyunca bir gül peşinde koşarlarken; ayakları altında ezilen papatyaları görmezler.’ Bu cümle küçük şeylerle de mutlu olunabileceğinin en büyük kanıtı bence.

Lütfen bir gül uğruna bütün bir ömrü heba etmeyelim. Küçük bir papatya da pekâlâ bizi mutlu etmeye yetebilir. Yeter ki görmesini bilelim ve gerçekten mutlu olmayı isteyelim.

Elif Ayvaz

2005

-mış

.

Yağmur olgunlaşmayı beklemeden
Yağmazmış!
Adam hüzünbaz oyunlara aldanmış
Küçük kedi körmüş
Kız oyunun kurallarını bozmuş

Anı Avcısı

.

Anı avcısı kız…
Anı toplar yüreklice
Gizli hayatlarda yaşar
Yerleşir yüreklere
Anı biriktirir gizlice…

Ağlar sessizce yağmurun altında
Çığlık atar sessizce
Durur kalır öylece

Paramparçadır kalbi
Yine sakin
Biraz fazlaca acı çekmiş
Yorgundur gülümseyişi
Gözleri…
Gözleri ona inat
Tutar hayatın
Kıyısından köşesinden
Anı avcısı kız
Anı toplar yüreklice…

Elif Ayvaz

Adamın Biri

.

O değil de biri papatyaların yapraklarını yolmuş!
Gördüm, küçük bir kız çocuğu ağlıyordu yolda.
Sordum, neden ağlıyorsun, diye...
Dedi bana, papatyalar bir daha açmayacak!
Adamın biri yapraklarını yolmuş.

Hayat, yine gece!

-


Bu dışlanmışlığımı neye bağlamalıyım acaba?
Kopukluğumu ya?
Bu kadar sıradanken sıra dışılığı mı?
Yok!
Sonu yok bu gidişin…
Yol değil bu tuttuğum.

Bazen diyorum keşke…
Keşke yaşıtlarım gibi işlese beynim…
Sevgilimi ölümüne kıskansam, aklımın bir yanı yeni çıkan pantolon da bir yanı da akmış makyajımda olsa. Keşke…
Hayat!
Beni neden bu karda çabuk büyüttün?
Beni neden sarıp sarmalamadın?
Neden saklamadın?
Hayat, öfke dolu oluşumu anlayabiliyor musun hayat?
Anlıyor musun kederimi?
Ben beş yaşında çoktan büyümüş bir çocuktum. Ben beş yaşında itildim kollarından. On iki yaşımda mahrum kaldım kokundan. On sekizimde kaçtım yollarından.
Hayat!
Tek sorumlusu sensin! Biliyorsun değil mi?
Tek sorumlusu sensin!

(Affedin, kalabalığa ihtiyacım var. Yine gece!)

Elif Ayvaz

Düşler Biriktirdim Cebimde

*


Düşler biriktirdim cebimde
Kimse inanmadı hüznüme
Oya gibi işledin kalbime
Yine de
Düşler biriktirdim cebimde.

Yaşlandı gülüşüm
Senin yüzünden!
Hep yetim hep aksak.
İzin vermedin hiç
Kanatlansın kelebeklerim!
İzin vermedin için
Çürüdü hepsi kozasında.

Düşler biriktirdim cebimde
Sen bağırdıkça yüzüme
Birini gömdüm kalbime
Yine de
Fırsat kolladım hep
Ne zaman kapasan gözlerini
Yeni bir düş peydahladım yarınımdan.

Düşler biriktirdim cebimde!


30 Ağustos 2010

Elif Ayvaz

Kuyruğu Kopan Fare

                                                                      


Bir aşağı bir yukarı gezdi durdu fare

Seslerin arasında dolaştı durdu öylece.
Evin oğlu gördü onu önce
Bastı çığlığı: ‘Aaa! Fare!!!’
Babası kızdı bu işe
Hemen kurdu bir kapan
Koydu üzerine de kıtır bir bisküvi
Farecik gördü onu. Hımmm…
Acıkmıştı da çokcana
Tam da ağzına layıktı oysa
Baktı ki üzerinde bir kapanın
Korktu önce,
Sonra yavaş yavaş yaklaştı ona.
‘Azıcık ucundan alsam bir şey olmaz!’
Dedi küçük fare.
Biraz orasından biraz burasından
Şu kulağından bu gıdısından
Derken kapandı kapan.
Bastı feryadı kuyruğu kopan fare.
Evin kötü kalpli kızı çok sevindi bu işe.




30 Ağustos 2010


Elif Ayvaz

Bir İtiraf

-Bilge’ye-







Gittikçe daha çok uzaklaşıyorum o şehirden. Nedendir bilmem?! Böyle mi yazılmış? Belki de buna inanmam gerek. Bilemiyorum tabii.


Ama her ne olursa olsun bana bir dost kazandırdı o şehir. Gerçek bir dost. Öyle olduğunu biliyorum.


Aradaki mesafeler artsa da aradaki bağı özenle korumaya çalışıyorum. Başarılı olabiliyor muyum tartışılır ama en azından deniyorum ve istiyorum. Anlatması zor belki ama sonsuza dek sürmesi tek dileğim. :)



*Not:

Eski yazılarımı eklemeyi bitirdim sonunda! (Araya yeniler de kaynadı ama, olsun. Sağlık olsun. :) )

Şimdi:

Gelsin yeniler. :))

Aşk'tan bazen gitmek gerekir!

- Çorabındaki delikleri seviyorum, dedi A kızın dudaklarını kemirirken.


- Hımm... diye bir ses çıkardı B. Mutlu görünüyordu. ‘Bu gece onu terk edeceğim.' Diye geçirdi içinden. Saat: 14.20'yi gösteriyordu. A'nın ellerini tutarak göğüslerine bastırdı.

- Bu gece seni terk edeceğim, dedi sonra A gömleğinin düğmelerini açmaya çalışırken.

A sesini çıkarmadı. İşine devam ediyordu. Bir eliyle B'nin eteğinin altından bacaklarını okşuyordu bir eliyle de sol memesini mıncıklıyordu.

Yarım saattir sevişiyorlardı. Yine kötü bir kavga olmuştu bu, tokat atmıştı B, A'ya. Pişman olmadı hiç o tokattan ama. A'da elini kaldırmıştı. B gözlerini kapamıştı o tokada. Hazırdı, bekliyordu. Sertçe yüzüne inmesini istiyordu hatta. Sert, çok sert olmalıydı ki kendine gelebilmeliydi. Hâlâ bu adamın yanında ne işi vardı anlayamıyordu hiç. Anlaşamıyorlardı işte. Ota çöpe kavga eder olmuşları son zamanlarda. Bu kez de sofraya tuzu koymayı unuttuğu için kavga etmişlerdi. Allah'tan evli değillerdi. Nasıl dayanırdı yoksa buna?

B çok sinirlenmişti. Tutamadı kendini. Bir tokat attı A'ya. Ama A tokat atmadı ona. Sertti evet. Sertçe kendine çekti B'yi. Öpüşmeye başladılar.

Bütün bunlara A da bir anlam veremiyordu. ‘Kız unutmuş işte, ne var bunda?' diye geçiriyordu içinden. Ama kıza bir tuzluk için neler söylemişti beş dakika içinde. Bazen kendini hiç anlamıyordu doğrusu. B... O, o kadar güzeldi ki... Ve o kadar masum...

‘ ‘Yine seni terkedeceğim' dedi işte.'' Diye kızdı içinden A. ‘Ne zamandır bunu söylüyor. Ya bu kez ciddiyse diye korkup durmaktan bıktım. Gitmesini istemiyorum ki... Tamam, belki birkaç gün ara verebiliriz. Ama tamamen hayatımdan çıkması... Bı çılgınca bir şey. Ben... Ben onsuz yapamam ki. Ben onunla varım. Senelerdi bu evde birlikteyiz biz. Hem nasıl gider? Yoksa artık beni sevmiyor mu? Bu gidişle kendi aptallığım yüzünden onu kaybedeceğim, Tanrım!''

‘Seni bu gece terk edeceğim.'' Dedi B, A'nın boynunu somurmaya ara verirken. ‘Tadını çıkar bu anın.''

‘B...'' dedi adam zoraki gülümseyerek. Yüzünde korkmuş bir ifade vardı. Gözbebekleri büyümüştü. ‘Sensiz yapamayacağımı biliyorsun.''

‘Yaparsın.'' Dedi B. ‘Yaparsın sen. Her şeyi çok iyi biliyorsun!''

‘B... B, ben özür dilerim.''

‘Ben de...'' dedi B.

...

İki saattir sevişiyorlardı. A bir türlü bırakmıyordu B'yi. Biliyordu, bırakırsa giderdi. Yorulmuştu ama B. Bacakları sızlamaya başlamıştı. Bıraksın istiyordu artık. A sıktıkça sıkıyordu bileğini. Ağırlığını tamamiyle B'ye vermişti. Kıpırdamasına bile izin vermiyordu kızın.

En sonunda A'da yoruldu. B'nin memeleri arasında uyumayı hep sevmişti. Yine öyle yaptı. B daha çok kızdı. Ellerini yana attı. İçinden saçlarını karıştırmak gelmiyordu bu kez. Başını yana çevirdi. Suratını astı. A aldırmadı hiç buna. Bir süre sonra göz kapakları ağırlaşmaya başladı. Bıraktı kendini. B'ye bıraktı. B gözünü bile kırpmadı. Karanlık olduğunda A'yı itti üzerinden. Kalkmaya hazırlanırken durdu bir süre. A'yı seyretti. İşaret parmağını öptü önce, sonra A'nın dudağına dokundu. Giyindi çarçabucak. Çantasına birkaç giysi koydu hemen. Saçlarını aleladede topladı.

Diğer odaya geçti sonra B. A'ya mektup yazmaya karar verdi.

‘Can... Canım... dın...

Bu gece seni terk ediyorum. Bana hiç inanmadın. Ama bu gece yapacağım bunu. Tükettik biz. Birbirimizi tükettik.

Seni hâlâ çok seviyorum. Ama yapamıyoruz. Biliyorsun.

Gitmeliyim.

Döner miyim bilmiyorum. Ama şimdi gitmeliyim.

Her zamanki gibi hoşça kal bebeğim.''

...

Gitti B.

Kapıya geldiğinde son bir kez döndü baktı arkasına. Evine, A'ya. Kapının aralığından bacağı görünüyordu. Sadece ‘Dizlerinde uyumayı özleyeceğim.'' Dedi gözyaşı yanağından süzülürken. Yutkundu. Çıktı kapıdan. Ardından kapanan kapıyı okşadı sonra.

Gitti. Fazla durmaya gelmezdi. Yoksa cayacaktı.

Gitti. Üzerindeki A'nın hırkasıydı. Bunu giymeyi çok severdi. Hava çok sıcaktı bu gece. Ama B çok üşüyordu. Kaybolmuş gibi... Çok soğuktu gece.

Omuzları öylesine ağırdı ki... Bir an önce gitmeliydi.

...

Gitti.

...

A gözlerini açtı birden. Rüyasında B'nin gittiğini görmüştü. Sonra yumdu gözlerini. O gitmezdi ki(!)...

Yüzüne vuran güneşle uyandı A. Güneşi hiç sevmezdi. Yine B açmış olmalıydı perdeleri. Kaç kere söylemişti şu kıza loş ışık daha güvenli diye ama kızın bir kulağından girip diğerinden çıkıyordu ki...

Gözlerini açmak gelmiyordu içinden. Bir süre daha gözleri kapalı uzandı yatakta. Sıcak daha da etkisini göstermeye başladı. Daha fazla dayanamadı. Açtı gözlerini. Bir eksiklik vardı ama. Sağına soluna baktı. B yoktu. B...

O gitmişti.

Yastığının üzerinde B'nin el yazısıyla yazılmış bir mektup vardı. Ne çok severdi o ipeksi yazıyı. Okumaya başladı. Okudukça gözleri büyüyordu A'nın. Gitmişti.

Gitmişti.


31.08.2009

Elif Ayvaz

Kadın - Erkek - Kadın

Acıyla kıvranıyordu adam. Yüzü gerilmişti. Başını elleri arasına almış doğru düzgün düşünmeye çalışıyordu. Aklı almıyordu. Bu nasıl olabilirdi aklı almıyordu doğrusu. Karısı... Biricik karısı onu nasıl aldatabilirdi? Birbirlerini sevmiyorlar mıydı? Daha iki gün önce kendisine, onu sevdiğini söylememiş miydi? Şimdi nasıl olur da başka bir adamla sevişebilirdi? Hem de kendi evlerinde! Bunu ona nasıl yapardı?

...
Kadının yüzünden düşünceleri okunmuyordu hiç. Onları görmüştü kocası. Nasıl da yıkılmıştı onu adamın kucağında görünce! Bunu ona nasıl yapabilmişti ki o?! O, kaç yıllık kocasıydı. Canıydı.

‘Neden yaptım?'diye düşündü kadın. İçindeki kadın konuşmaya başladı. Kendini savunuyordu. ‘Benimle hiç ilgilenmiyordu. En son ne zaman seviştiğimizi bile hatırlamıyorum. Varsa yoksa işi. O çizdiği binaların arasında kayboldu gitti. Bir çizime baktığı şehvetle bana bakmıyor hiç.'


‘Ama o benim kocamdı!' diye düşündü kadın.

‘Evet, artık seninle ilgilenmeyen kocan!' dedi hemen içindeki kadın.


‘Hem kötü müydü? Bak Levent ne güzel öpüşüyor. Seninki hiç seni böyle öptü mü? Hiç öyle bir tutkuyla dokundu mu bedenine? Üstelik işe başladığından beri peşinde dolanıp duruyor adam! Hiç yüz vermiyordun. Ne kadar da kırdın kalbini adamın. O hala vazgeçmemiş bak. Kocan siz flört ederken aramadın diye seninle günlerce konuşmamıştı. Hatta umrunda bile olmamıştın. Levent öyle mi?'


‘Sus! Sus artık! Duymak istemiyorum seni. Kocamı aldattım. Üstelik kendi evimizde ve o bunu gördü. Şimdi ne olacak? Her şey bitti. Onu kaybettim!'


‘Levent var. O seni sever.'


‘Levent'in canı cehenneme. O kadın avcısı iki gün sonra beni kapı önüne koyar. Hem kocamı seviyordum ben.'


‘Ama o seni sevmiyor. Daha iki gün önce ona onu sevdiğini söylemiştin. Ama o seni duymadı bile. Yüzüne bile bakmadı. Aldığı o büyük projenin son rötuşlarını yapmakla meşguldü. Binaları çizerken adeta kendinden geçmiş gibiydi. Neredeyse boşalacaktı. Kendin gördün. Yalan mı?'


‘Doğru. Ama Levent'ten hiç hoşlanmadım ben aslında. Beni böyle itiyor diye çok kızmıştım ona. Benim de ihtiyaçlarım var üstelik. Onu çok özlüyorum. Ama o sadece o binaların çizimiyle uğraşıyor. Ona, onu sevdiğimi söylemiştim o gün. Çok güzel bir masa hazırlamıştım. Üzerimde de en seksi elbisem vardı üstelik. Bakmadı bile bana...'


‘Gördün mü bak! Hak etmiş o Boşver, üzülme.'


‘Ama ben... Ben hala onu çok seviyorum.'
...
‘Daha iki gün önce bana beni sevdiğini söyledi. Üstelik çok da güzel bir masa hazırlamıştı. Bizim şarkımız çalıyordu. Çok güzel görünüyordu hem. Ben ne yaptım peki? O kahrolasıca çizimlerime gömüldüm. Ama ne yapayım. Bunlar beni çok heyecanlandırıyor. Bir kadının verdiği zevkten daha çok neredeyse. Allah'ım! Delireceğim... Karıma ben bunu nasıl yapabildim? Ben... Ben onu seviyorum. Lanet olsun!'
...
Kapı açıldı. Kadın süzülürcesine içeri girdi. Ağlamıştı. Rimelleri yüzünden aşağı yol yol akmıştı. Lavaboya gitti önce. Elini yüzünü yıkadı. Derin bir soluk aldı ve kocasının yanına gitti. Her zaman olduğu gibi kanepenin tam ortasına oturmuştu. Başı ellerinin arasındaydı.O da kanepeyle kocası arasındaki o daracık alana sıkıştı.

‘Bana Levent'ten hiç hoşlanmadığını söylemiştin.' Dedi adam.


‘Hoşlanmıyorum.'


‘Ama sen onunla öpüşüyordun. Hem de bizim evimizde.'


‘Üzgünüm.'


‘Ben de.'


‘Ben... Ben seni çok seviyorum.'


‘Ben de. Sen benim hayatımsın.'


‘Senin hayatın artık ben değilim. Uzun zamandır o çizimlerle birliktesin sen. Benimle değil.'


‘Kendimi kaybettim ben.'


‘Ben de...'


‘Özür dilerim.'


‘Beni affet...'


‘Beni affet!'






23 Temmuz 2009


Elif Ayvaz

Yılan

Bizim evin arkasında, komşumuzun bahçesinde bir delik vardı. Bu delikte bir çocuğun beli kalınlığında bir yılan vardı. Herkesi yiyordu.


Yine böyle bir gün oraya bir çocuk gitti. Orada yılan olduğunu bilmiyordu. Yılan onun ayağından tuttu. Çocuk bağırmaya başladı. Korkudan hiç kimse yanına gidemiyor, çocuğa kimse yardım edemiyordu. Yılan çocuğu yedi. Çocuğun ailesi yas içindeydi.

Ben de yılanı çok merak ediyordum. Ertesi gün evin arkasına gittim. Bakındım, bakındım. Yılanı göremedim. Ben yılan yok, gideyim derken; yılanın bulunduğu yere gelmişim. Yılan benim ayağımdan tuttu. Ben çırpınıyordum. Bir taş parçası gördüm. Aldım elime. Taşı yılanın kafasına vurdum. Bir daha ve bir daha vurdum.


Sonunda komşularımız benim çığlıklarımı duymuştu. Hemen geldiler ve yılanı öldürdüler. Yılanın öğle yemeği olmaktan son anda kurtulmuştum ki...

Uyanıverdim...


Olayı anneme anlattım. Annem de bana bir daha korku filmi izlemeyeceksin diye kızdı.


1998


Elif Ayvaz

Yalnızlığın Gururunu İncitti(m)k!

Biliyorum sana verdiğim hiç bir sözü tutamıyorum.

Ama yapamıyorum çocuk! Yapamıyorum.
Öyle zor ki.
Bir daha senin için hiçbir şey de yazmayacaktım.
Ama özledim seni. Odamın her bir yanına sinmiş kokun.
Öyle zor ki bunu yapmak, öyle zor.
Nasıl da özledim sesini. Gülümseyişini. İlginç teorilerini...
O duvarları nasıl yıktın çocuk? Nasıl girdin içime-dünyama? Söyle çabuk! Korunmasız kaldım şimdi sensiz. Söyle? Ben bu duvarları nasıl öreceğim şimdi? Nasıl alışacağım yalnızlığıma? Yabancı bilmez mi beni artık?
İhaneti affeder mi yalnızlık, çocuk?
Affeder mi terkedilip bir başına bırakılmayı?
Çocuk!
Yalnızlık her şeyden gururludur!
Bak gururunu da incitti(m)k.
Affeder mi şimdi beni (bizi)?
Yanlış yaptık çocuk, yanlış.
Yalnızlık paylaşılmadı.
Tek kişilikti aşk.
Hata yaptık çocuk, hata.
İtildik şimdi hayattan.
Bekle dur şimdi işin yoksa.
Belki affeder!?


16 Mart 2009

Elif Ayvaz

Koridor

Teneffüslerde koridorda kapıya yakın yürümeyin. Açılırsa yüzünüze çarpabilir. Şimdi bu yüzden mi hep koridorun ortasından yürüyorum. O küçük okuldan mezun oldum ve şimdi bu okuldan da mezun olacağım.



Koridorlar hep mi birbirine benzeyecek?


Tozlu sınıflar... Sıraların üzerine kazınmış isimler... Bir gün benim ismimi de bulan olacak mı acaba o insan kalabalığının içinde?


Çok özlüyorum şimdi eskiyi. "Sürekli eskiye dönüyorsun!" diyordu bana. "Geçmişinden kurtul artık!"


Silip atmak kolay mı sanıyorsun sen? Kurtulmak kolayca bu labirentin koridorlarından?


Her köşeyi dönüşümde çıkmazlara mı düşeceğim? Boşuna mı dolaşıyorum, oradan oraya boşuna mı sıçrıyorum?


Kapısı olmayan koridorlarda kaybolmuş gidiyorum. Uzun ince bir yol... Sonunu bulamamaktan korkuyorum. Nefes alamamaktan... Düzlüğe çıkamamaktan... Beyaz ışığı görememekten...


Keskin bir rutubet kokusu var kalbimin labirentleşmiş koridorlarında. Yürüyorum. Rutubet kokusu, toz kokusuna karışıyor. Yürüyorum. Bir çıkış yolu arıyorum. Keskin soğuk iliklerime işlemeye başlıyor. Yürüyorum. Karşıma bir kapı çıkıyor. Kocaman, dev, kalın, aşılmaz bir kapı. Ama anahtar deliği yok bu kapının. Zorluyorum. Açılmıyor. Bir işaret, bir iz... Bulamıyorum.


Buradan mı girmiştim ben bu labirente? Çıkmaz sokaklarında kaybolduğum...


O an aklıma en çok nefret ettiklerim geliyor. Beni en çok kıran, hayal kırıklığına uğratan insanlar. Birden onlara karşı içimde dayanılmaz bir acıma duyuyorum ve hepsini affediyorum.


Ve birden kapı açılmaya başlıyor...


Ve ben ışığı görüyorum, rutubetli, toz kokan koridorlarımın sonunda...


19 Ekim 2006


Elif Ayvaz

Aşk Üzerine

*

Aylar oldu...



Sen gideli aylar oldu.

...

Alıştım. Kabullendim. Nasıl da yordu beni bu aşk?! Sıkıldım da... İnanmazdım böyle bir şeye, bunu yaşayacağıma. Oldu be adam! Ben de yaşadım. Nasıl da güzeldi...

Adı aşkmış. Öyle dediler. Onlar nereden biliyor ki? Ben bilmiyorum hala. İnan(a)mıyorum bir türlü.

Eğer aşk diye bir şey olsaymış Aslı'yla Kerem, Ferhat'la Şirin neden kavuşamadan gittiler o zaman? Neden onca şey yazıldı, çizildi arkalarından? Juliet neden yetişemeden öldü?


...

Neden bu kadar takıldığımı merak ediyorsun, değil mi? Neden bu kadar uzadı, dallandı budaklandı bu konu?

Adam! Aşk nedir bilmem ben. Tek adı var bunun. Huzur... Bilirsin huzursuz bir çocuğum. Karmaşayı severim. Çünkü huzuru hiç yaşamadım. Ama bunun adı huzurdu. Kokun huzurdu.

İnanmıyorum dediğimde bana nasıl baktığını gördüm ben. Açıklama yapmadım bile bile. Bir sürü şeye inanmıyorum çünkü. Mantık kurallarını aşan bir sürü şeye... Aşka mesela. Mesela insanlara... Dini konularda bir inançsızlık değil bahsettiğim. Yanlış anlama. Bu konu sadece beni ilgilendirir. Huzur da bunlardan biriydi. Tamam, bir yandan da kabul ediyordum. Eğer huzursuzluk varsa huzur da olmalıydı ama daha önce tatmadığım bir yemeği yiyemem öyle kolay kolay, bilirsin. Ya zehirlenirsem?..

Seni çok korkuttuğumu biliyorum. Ama yapamazdım. Unutmaya çalışmak daha çok acı veriyor insana. Acıyı kabullenip, onunla yaşamak daha iyi. Ben de öyle yaptım. Acımı sahiplendim! Terk edildimse terk edildim. Canım acıyorsa acıyor. Canım gittiyse gitti. Olur böyle şeyler. Oldu, geçti, gitti. Ve bitti.


Sonuç: hala inanmıyorum. Üzgünüm. Aklım almıyor bunu. Eğer varsa böyle olmamalı.

...

Mantık kurallarını aşıyorsa bir duygu eğer, onu pek kaile almamak gerek bence. Sınırların çok dışındaysan eğer, durup düşünmek gerek; nereden nereye... Abuk davranışlar içine sürüklememeli insan kendini. Üzmemeli ruhunu... İnanmadığın, inanamadığın şeye inanıyormuş gibi yapmamalı...

...

Biliyorum, küçük bir çocuğum ben. İnanmamamı anlayışla karşılayamayabilirsin. Çünkü ben küçüğüm! Farkındayım da her şeyin... Neyse... Senin dediğin gibi olsun. Büyürken tökezlemem normal. Hızlı koşmaya çalışırken ayağıma takılan çakıl taşlarını hesaplayamam benim hatam. Kabul ediyorum.

Daha büyüyeceksem, öğreneceksem eğer inandığım şeyin peşinden koşmak istiyorum o halde. İnanmadığım, karşı çıktığım bir konuda zorlanmak istemiyorum o zaman.

...

Yani kısacası adam: ben bu adını bilmediğim duygudan gidiyorum. Çoktan kapsama alanının dışına çıkarıldım nasılsa. Elveda diyorum.



03.05.2009

Elif Ayvaz

* Fotoğraf bana ait. Balıkesir - Saat Kulesi

Kedi

Ne kadar sıkı kaparsan kapa

Gözlerini
Kesilmez kentin sesleri
Sevgili kedi.

Kulağın ve kuyruğun hep tetikte olsa
Ne yazar!
Kıyamet küçücük çıtırtıdan kopar.
Uyutmaz bir türlü adamı
Dinmez kentin aryası.


25 Ağustos 2010

Elif Ayvaz

Sevgili/m

*‘Sevincim içimde buz oldu

Kalakaldım öyle sessizce'


Gidişin...
Sesim çıkmadı sevgilim
Çıkmadı soluğum
‘Gitmek istiyorum!' dedin ya
Ölmek istedim

Huzursuz bir çocuktum ben
Gönüllü olarak
Biliyorsun
Karmaşayı severim.

Değişmiştim sevgilim
Senin için
Kokuna sığınmıştım
Bilirsin severim.

Şiir yazmaya çalışıyorum
İçinde sen olan
Hep sen kokan
Sen söyleyen.

Sensiz zor oluyor be sevgilim.
Özlüyorum işte
Söylüyorum
Özlüyorum

Gitmemeliydin sevgilim
Kalmalıydın.
Hem ben değişmiştim
Huzurdu kokun
Evimdi sesin.
Gitmemeliydin sevgilim.


*Deniz Arcak/Eyvallah


29 nisan 2009

Elif Ayvaz

Anne

-yalnızlığı sekiz geçe...-




Hayat ne garip anne
(d)üşüyorum
Elimi tut anne...

Anne...
Acılar mı bizi olgunlaştırır
Biz mi acıları?...

Dokunsam kırılır mı hayat anne...
Büker mi dudaklarını...
Hayat neden hep
Susar anne...
Neden hep küser
Kim üzmüş onu anne
Kim hırpalamış böyle?

Hayat...
Yarısı okunmamış bir romanmış
Anne...
Öğrendim anne...
Anne
Susmasana öyle!...


20 Mart 2009
Cuma

Elif Ayvaz

Bilinmez

Bir tuzlu su, gözyaşı

Akar durur yanaklarımdan
Değiştirebilir misin yazını?
- Bilinmez -
Akar durur yanaklarımdan

Bir savaş bu içimdeki
Cahilliğe karşı
Değiştirebilir miyim peki yazımı?
-Bilinmez-
Savaş bu içimdeki cahilliğe karşı

Kimse duyar mı sesimi uzaklardan
İçime kaçmışken?
Direnebilmek kolay mı zorbalığa_
-Bilinmez-
Sesim içime kaçmışken...


02 Aralık 2009

Elif Ayvaz

Dünya Güzel

-Umudunu kapalı kapılar ardında bırakmışsın.-




Böyle yapma
Küçük kız.


Umut...
Nefestir umut.
Bunu en iyi sen bilirsin.
Söyle, kendinden nasıl vazgeçersin?
Yapabilir misin, söyle?


Aç kapılarını...


Hatırlıyorum mırıldandığın o şarkıyı
‘Bakakalırım giden geminin ardından
Atamam kendimi denize
Dünya güzel...''
Dünya güzel, kız
Dünya güzel...


Dünya güzel, kız
Nefes alabilmek güzel
Gülümseyebilmek her şeye rağmen...
Biliyorsun işte, konuşturma fazla beni.
Hem ölmek için çok erken
Ve deniz soğuk.


Dünya güzel, kız
Dünya güzel...


Sen değil miydin somurtan insanların
Suratlarına hayali kaş, bıyık, sakal çizip
Gülen...
Şimdi somurtmak niye doğan güne?
Sen demez miydin ‘İnsan gülümsemeyi unuttu mu ölmüş demektir.'' Diye.
Şimdi ağlamak için yer aramak niye?


Dünya güzel, kız
Dünya güzel...


Her şeye rağmen yaşayabilmek güzel.






07 Aralık 2009


Elif Ayvaz

Sayıklamalar - VI

-En üst-



Tırmanıyorum.
Günlerdir tırmanıyorum.
Ellerim çok acıyor.
Bazen sıcak sıcak bir şeyler aktığını hissediyorum ellerimden.
Toprağa dokundukça da ellerimdeki yarıklara doluyor toprak.
Yanıyor çok.
Tırmanıyorum...
Işık, küçük...
Tırmanıyorum...
Gittikçe yaklaşıyor bana.
Büyüyor.
Büyüyor...
Elimi atıyorum dışarı.
Buradan çıkmam çok güç olacak sanırım.
Tutunacak bir şeyler arıyorum el yordamıyla.
Zor...


Buldum!
Ayaklarım kaymasa...
Biraz daha...
Gayret.
Bu!
Koku, papatya...
Işık...
Büyüyor. Kocaman oldu.
Nefes.
Bir tane daha.
Bu?!
Güneş.




-En dibe vurmadan zirveye çıkamazsın.-




16 Aralık 2009


Elif Ayvaz

Kimse Beni Senin Gibi Sevmedi

Bugün geç saatlere kadar dışarıda kaldım.

Sokaklarda tek başıma dolaştım.
Biraz rüzgar biraz yağmur...
Hiç birine aldırmadım.




Soğuktu
(İçim...)
Aldırmadım.
Hep hızlı hızlı yürüdüm.
Takip ediliyormuşum gibi
Arkama hiç bakmadım.




Kırmızı rujumu sürdüm bugün
Ama aynaya hiç bakmadım.
Biraz ders çalıştım biraz ağladım
Hiç birine sonuna kadar katlanamadım.




Hiç kimse beni senin gibi sevmedi.
Ben kimseye bakmadım.
Acı bir kahve içtim öğlen
Falıma baktırmadım.




Tek başıma geçtim o ıssız sokaktan
Hiç korkmadım.
Sinemaya girmeye niyetlendim
Güzel film bulamadım.




''Hiç kimse beni senin gibi sevmedi.''
Ben hiç kimseyi sevmedim.
Sen...
Hiç sevmedin.
Hiç-kimseyi...



Elif Ayvaz

Şehir - III

Sokaklarında kaybolduğum şehir

Rüzgarına kapıldığım hani
Güneşine aldandığım
Al yeniden beni kollarına.
Al beni kollarına
Ki cennetimdir
Evimdir –yeşil-
Nefesim...

Sokaklarında kendimi unuttuğum şehir
Al beni (de) içine.
Sabahına uyandığım hani
Gecesinde soluklandığım
Suyunu yudumladığım hani

Al beni kollarına
Ki sebebimdir
Gülüşümdür –mavi-
Yaşamım...


04.09.2009

Elif Ayvaz

Şehir - II

Şehir!


Şehir...


İtiraf ediyorum.
Senin yüzünden değil hiçbir şey
Ben yaptım hepsini.
Kabul ediyorum Şehir!
Seninim.

Senin gökyüzün altında yaşlanacağım.


(Şehir...

Ne olur kus beni bedeninden artık!

Şehir...)





12.08.2009

Elif Ayvaz

Hayat

İncinir mi hayat bağırsam?

Ürker mi dokunsam
Söylesem mi
Ondan daha güçlü olduğumu?

Bak desem dün
Umutsuz küçük bir çocuktum
Şimdi çok güçlüyüm.
Senden daha güçlü.

Dinler mi beni gerçekten?

Hayat;
Engin bir okyanustur demişti
Çok sevdiğim bir adam.
O engin okyanus ki
Tuzlu yalnızlık kokar.
Eğer yüzmesini bilmezsen
Seni yutar!

Dinler mi beni hayat
Öğrendim yüzmeyi desem?
Bakar mı yüzüme bundan böyle
Hıçkırıklarına gül(me)sem?


26 Mart 2009
Perşembe


Elif der ki: Dünyayı yalnız başına bırakmalı.
Böylece huzur bulurum belki...



Elif Ayvaz

Görünüm

Dudaklarını bükmüş gök
Ruju taşmış
Hüzünbaz oyunlara dalmış
Bulut küçük bir çiçek
Görünümü almış
Rüzgar esmiş,
Çok kızmış.
Çakmış, gürlemiş
Yağmur çiçeğin
Yüzüne yağmış...


22 nisan 2009 -30 Nisan 2009



Cenin

Rahmine tutunmaya çalışan bir
Cenindim ben.
Kırlangıçlar ölürken
Yaz erken terk etmişti bedenini.
Solmuştu tenin.
Evinin önünde başıboş bir at
Yayılmaktaydı umarsızca.
Zaten tek derdi karnını doyurmaktı.

Direniyordum içinde yerçekimine
Ağır ağır çekiliyordum yeryüzüne.
Suyun çoktan gelmeye başlamıştı bile.
Evinin önünde bir atı tekmelerken
Adamlar
Sen hep bana ağladın!
Çıldırdı Nietzsche, çıldırdı cenin
Bağırdıkça sokak ortasında adam
Hep ağladın sen.
Ağrıdı karnın, aralandı bacakların.
Bir karaltı peydahlandı
Beyaz çarşafın üzerine
Gün de geceyi doğuruyordu o ara.
Sen ağladın, cenin ağladı.
Nietzsche çıldırdı.

Hiç bakmadın yüzüme.
Oysa rahmine tutunmaya çalışan
Bir cenindim ben.
Varolmak istemiştim sadece.

-Sonra-
Çıldırdıktan sonra kendini baştan yazdı
Nietzsche!

Ben!
Rahminden düşen cenin.
Senin bebeğin!
Bir atı tekmelerken adamlar
Evimin önünde
Seni rahmimden düşüreceğim!



Elif Ayvaz

7 Ağustos 2010

Fahişe

Bir tarafta yüceltilen

Öteki tarafta yerin dibine sokulan
Fahişe!
Kime doğru ayırdın bacaklarını?
Hangisine gülümser kırmızı dudağın,
Kimi süzer bakışın?


Seni ancak sen biliyorsun
Onlar değil!
Seni ancak sen sevebiliyorsun
Onlar değil!
Yine oynuyorsun küçük fahişe
Yalnızca sen oynuyorsun
Onlar değil!


İki farklı adam, iki farklı mekân
İki ayrı düş
Söyle önce hangisini
Büyüteceksin koynunda?
Hangisini daha çok seveceksin sonunda?
Öz masalına kimi dâhil edeceksin bu kumpasta?


Seni ancak sen biliyorsun
Onlar değil!
Seni ancak sen sevebiliyorsun
Onlar değil!
Yine oynuyorsun küçük fahişe
Yalnızca sen oynuyorsun
Onlar değil!


Oynuyorsun küçük fahişe!
Büyük oynuyorsun!
Zarların hep düşeş mi gelir sanıyorsun
Sanmam küçük fahişem
Ayağı takılır hep büyük adım
Atmaya çalışanın.


Elif Ayvaz


03 Şubat 2010