Okuyucuma!



Sağlam dişler, bir de sağlam mide-

Budur dileğim senin için!

Sindirebildinse kitabımı,

Barıştı demektir benimle yıldızın!



Nietzsche



Kamp


         Ormanın içinde tek başına yürüyordu adam, her adımda çıkan kurumuş yaprak hışırtısı rüzgârın uğultusuna karışıyordu. Kafasındaki milyonlarca düşünce beynine baskı yapıyordu. Manzaranın ve temiz havanın tadını çıkarmak istiyordu fakat düşünceleri onu rahat bırakmıyordu. Güneş batmak üzereydi havanın soğumasıyla sis inmişti, kamptan ayrılalı çok olmamıştı ama uzun süredir yoldaymış gibi geldi adama. Durdu, arkasına baktı, yoldaki izlerini aradı fakat hafiften esen rüzgâr, yaprakların yerini çoktan değiştirmişti. Geri dönmeyi düşündü bir an, sonra önüne baktı ve kaldığı yerden yürümeye devam etti. Hava karardıkça kafasındaki düşüncelerde kararmaya başladı adamın. Aslında geziye bu düşüncelerden kurtulmak için çıkmıştı hatta kamptaki arkadaşları tek başına ufak bir gezinin ona iyi geleceğini söylemişler, o da başıyla onaylayıp yürümeye başlamıştı. Şimdi ise nereye giderse gitsin kafasındaki düşüncelerden kurtulamayacağını anlamıştı. Başka bir yol olmalıydı, hayatı daha basit yaşamak için...
           Hava iyice kararmıştı, normal bir gecede yürümek zor olurdu fakat o gece dolunay vardı. Ağaçların arasından süzülen ay ışığı ormanın içinde gölge oyunlarıyla adamın ilgisini çekiyordu. Artık kafasındaki düşüncelerden daha çok gölgelerle ilgileniyordu. Aslında biraz korkmuştu, orman gereğinden fazla sıktı ve ağaçlar sanki onu izliyordu. Kampa dönme fikri şimdi daha cazip geliyordu. Tam dönmeye karar verecekken bir ses duydu, durdu ve sesin geldiği yöne baktı ağaçtan ve karanlıktan başka bir şey yoktu. Geri döndü ve hızlı adımlarla kampa doğru yürümeye başladı. Her adımda hızlanıyor, yaprak çıtırtıları arasında kalbinin sesini duyuyordu, derken aynı sesi bir daha duydu ve bir daha… Bu sefer sesin geldiği yöne bakamadı daha da hızlandı, koşmaya başladı sanki biri onu takip ediyordu. Bunu hissediyordu ama dönüp bakmaya cesareti yoktu. Sigara yüzünden kesik kesik nefes alıyordu, sigara içtiğine lanet etti içinden. Hala koşuyordu fakat ses sanki onu takip ediyordu ve gittikçe yaklaşıyordu. Uzun süredir koşuyordu, yorulmuştu pes etmek üzereydi ve kampa yaklaştığına dair bir iz de yoktu.
          Kafasını çevirip arkasına tam bakarken…
          Basında şiddetli bir ağrıyla uyanmıştı. Gözlerini açtığında çoktan sabah olmuştu. Elini ağrıyan başına götürdü koca bir şişlik vardı, yanındaki ağaca baktı ve dün gece koşarken duyduğu sese bakmak için kafasını çevirdiğinde önündeki ağaca çarpıp bayıldığını anladı. Ayağa kalktı, her şey normal görünüyor, kuş sesleri rüzgâr ve uğultusu her şey olması gerektiği gibiydi. Birden arkadaşları aklına geldi, onu çok merak etmiş olmalıydılar. Hızlı adımlarla kampa doğru yürümeye başladı. Yürüdüğü yollar tanıdıktı ama bir terslik vardı sanki. Uzunca bir süre yürüdü fakat kampa hala ulaşabilmiş değildi. Dün gece kamptan fazla uzaklaşmamıştı ve korkup kampa doğru koşmuştu ama Hâlâ görünürlerde kamp yoktu. Bir an dikkatini ağaçlara verdi. Bodur bir ağaç dikkatini çekti, sanki onu daha önce görmüş gibiydi, tekrar yürümeye devam etti. Bodur ağacı yine gördü. Saatlerdir daire çizdiğinin yeni farkına varmıştı sonunda. Sağa doğru koştu; yine aynı ağaç, bu sefer sola doğru koştu; yine aynı ağaç. Yorulmuştu. Bodur ağacın yanına oturdu, sağa sola baktığında ağaçtan başka bir şey yoktu. Kafasını toplamaya çalıştı, bunlar gerçek olamazdı hala baygın olmalıydı ve bunlarda hayaldi. Filmlerdeki gibi kendini çimdikledi uyanabilmek için ama hâlâ birbirine benzeyen bir sürü ağaç vardı yanında.
            Güneş batana kadar bir kaç defa daha denedi ama olmadı. Bir türlü bu yerden çıkmanın yolunu bulamadı. Artık çok yorulmuştu, olduğu yere çöküp havanın kararmasını seyretti. Ve işte gene o ses. Nefes alışı hızlandı, kalbi güm güm atmaya başladı.
            Öte yandan kamptaki arkadaşları da onu arıyorlardı. Nedense yokluğunu fark etmeleri uzun sürmüştü. Kafasını dağıtması için ormana dolaşmaya yolladıklarından uzun saatler boyunca ortada gözükmemesini kimse yadırgamadı. Ama hava kararıp, yoklama alınmaya başladığında endişeli kıpırdanışlar olmaya başladı kampın içinde. Daha sonra yakın arkadaşları liderlerine durumu ilettiler. Bir iki saat daha dönmesini beklediler ve sonra ormana gruplar halinde dağılarak onu aramaya başladılar.
            Kaybolmuş olabileceği ihtimaline kimse inanmak istemiyordu çünkü o yıllardır kamp yapan birisiydi. Zaten son beş yıldır da tam kadroyla bir gelenek haline dönüştürmüşlerdi bu etkinliği. Ülkenin çeşitli illerinden gelen 25 arkadaş yılda dört kez toplanıyorlar ve ormanda kamp kuruyorlardı. Bir hafta boyunca hem avlanıp hem de hasret gidermiş oluyorlardı. Hepsi de çocukluk arkadaşıydı ve bu kamp sayesinde aralarındaki irtibatı koparmamış oluyorlardı.
             Bütün arkadaşları son iki yıldır onun zor zamanlar geçirdiğini biliyordu. Mali durumları iyi gitmiyordu. Bin bir emekle kurduğu şirket batmak üzereydi ve buna bir çözüm bulması gerekiyordu. O kadar çalışan, onların ailesi, kendi ailesi… Bu kadar insanın zarar görmesine göz yumamazdı. İşte bu yüzden, sırf o kafasını dağıtsın diye normalden bir hafta erken kamp kurmuşlardı. Ama şimdi onun ortalıkta olmadığını görünce hepsinin içinde de bir pişmanlık duygusu dolaşıyordu.
              Aysız gecenin karanlığında arama yapmak çok zordu. Seslenmelerine de cevap gelmeyince sabahın ilk ışıklarıyla aramaya karar vererek kampa geri döndü arkadaşları.
              …
              Adam açlıktan ve yorgunluktan olduğu yerde kalmıştı. Bir önceki geceyi baygın geçirdiğinden arkadaşlarının kendisini aramaya çıktıklarını bilmiyordu ve kendi kendine neden beni aramaya gelmediler diye kızıyordu. Yine gece olmuştu. Bu gece de kampın yerini bulamazsa ne olacaktı? Ama bir süredir de o sesi duymuyordu. Acaba sadece yırtıcı bir hayvan sesi miydi duyduğu ses? Tüfeği de yanında yoktu ki korunabilsin!
             Göz kapakları ağırlaşmaya başlamıştı adamın. Birkaç kez ayağa kalkmaya çalışsa da başarılı olamadı, koşarken ayak bileğini incitmiş olmalıydı. Şişmiş ve çok ağrıyordu. Biri kendini buluncaya kadar orada kalmaya karar verdi.
              Bu arada arkadaşları da onu aramaya devam ediyorlardı. Kamp alanından çok uzaklaşmışlardı. Ama bu kadar uzağa neden gitsin ki diye düşünüyorlardı. Avlandıkları alandan bile çok uzaktaydı burası. Hem aramaya devam ediyorlar hem de adını haykırıyorlardı. Bir çalı dibi bile atlamadan ilerliyorlardı. Bu gece de bulamazlarsa hayatından şüphe etmeye başlayacaklardı. Belki de bir yırtıcı hayvan…
              …
              Adam bir ses duyduğunu sandı birden. Gözlerini aralayıp emin olmaya çalıştı ama başka ses duyamadı. Yeniden kapadı göz kapaklarını. Sonra yine bir ses… Bu kez emindi, biri adını söylemişti. Ama uzaktan geliyordu bu ses.
             - Burdayımmm! diye bağırdı adam. Burdayım!
             Sesler bulunduğu alana yaklaşmaya başlamıştı. 

            - Haluuukkk!
            - Burdayımmm!
            - Şükürler olsun! Sonunda bulabildik seni. Bu kadar uzağa nasıl geldin yahu?!
            - Konuşmayı kes de yanıma gel bir an önce. Ayağım şiş, yürüyemiyorum.
            - Geldim, geldim.
            Bu gelen Mehmet’ti. Gevezenin teki olmasına rağmen yine de en sevdiği arkadaşlarından biriydi Haluk’un.
            - Nasıl geldin buraya be adam! Başına bir iş geldi sandık. Yırtıcı bir hayvan falan parçaladı diye düşündük. Dün gece de izine rastlayamayınca… Çok korkuttun bizi. Kafa dağıtmaya yolladık, sen kendini dağıtmışsın iyice. Dur bakayım, kafana n’aptın oğlum?! Hem sen nasıl uzaklaştın böyle kamptan? Av bölgesinden bile uzak burası.
            Mehmet nefes almadan konuşmaya devam ederken Haluk’un kolunu omzuna atmış, onu kampa doğru götürmeye başlamıştı bile.
            Haluk şimdi anlıyordu; kamp bölgesine doğru gittiğini düşünürken tam ters tarafa koşmuştu ve ertesi gün de hatasını sürdürmeye devam etmişti. Peki ama o ses neydi? Yırtıcı bir hayvan?!..

Zemberek


         Güzel hayaller ve beklentilerle geldiğim şu üniversite hayatım insanların gerçek yüzlerini adeta tokat etkisi yaparcasına fark etmekten hiç geri kalmıyor maalesef ki.
         Beklentilerimi karşılamıyor Kuşadası, evet. Neyse bunu dert etmiyorum çok. İmkân yoksa ben imkan yaratıyorum bir yerden sonra.
         Ama arkadaş meselesi, sosyal ilişkiler tamamıyla çıkarcılığa dayalı. Herkes pragmatik!
         O kadar çok iyi gün dostum var ki ötesini göremiyorum artık. Ben herkesin işine koştururken, herkese birden yetmeye çalışırken; benim ihtiyacım olduğunda kimse yanımda olmuyor. Ne güzel!
         Aslında bu her yerde aynı. Balıkesir’de de farklı bir durum söz konusu değildi. Ama başka bir yere geldim ya bir kere farklı olacağını, her şeyin daha iyi olacağını düşledim bir kere. Ondan sonra da gelsin bir sürü hayal kırıklığı.
         İki gündür kendi kendime çırpınıyorum boş evin içinde resmen. Tek başıma! Biri de demiyor ki “Adresi ver, yardıma geliyorum.”
         Kırgınım. Nedense yorgunluğumdan da baskın geliyor bu bana.
         Boşuna demiyorum sende olmuyorsa kimse de olmuyor diye. Ya da sen hep varsın ama onlar hiç yok.
         Bir kez daha öğrendim üniversitede her şeyin çıkara dayalı olduğunu ve işlerine gelmiyorsa insanların nasıl ortadan sıvışabileceklerini.
         Teşekkürler hayat. :)

         *Zemberek: Zehir zembereğin zembereği. 

Kimlere Yazıyorum?



Sanıyorlar ki her yazıyı sevgiliye yazıyorum ya da olmayan sevgilinin özlemini çekiyorum. Hayır, değil. Aşkla yazdırır yazı kendini, doğrudur. Ama her yazı aşk yazısı olacak diye bir şey de yoktur.
         Âşıkken yazmayı pek sevmem ben. Âşıksındır altı üstü. Midende kelebekler falan uçuşur. Ayakların yere basmaz bir süre. O hallerimi sevmem nedense. İlla mantıklı olacak, illa tutarlı olacak. Belki aşkta mantık, tutarlılık aramak da yanlış. Bilemeyeceğim şimdi. Ama sonuç olarak aşkın ilk çarpıcı etkisinin geçmesini bekleyip, ondan sonra yazdığım bir gerçek. Öylesi daha iyi hissettiriyor en azından kendimi. Beklemezsem yazdıklarım havada kalıyor sanki. Ya da boşlukta salınıyor gibi.
         Neyse geçtim aşktan, hep sorulan soruya cevap niyetine yazıyorum bunu. Hep âşık değilim. Hayatım boyunca -çocukluk aşkımı saymazsak- bir kez âşık oldum. Yeterince çok bence. Kafka’nın da dediği gibi “Benim yalnızlığım insanlarla dolu.”
         Yalnızlığım bile insanlarla dolu. O yüzden yeterince çok bir kez âşık olmak.
         Bir genelleme yapmam zor kimlere yazdığım konusunda. Bu hiç sevmediğim, çok sinirlendiğim biri de olabiliyor; sevdiğim biri de. O anki ruh halime göre şekilleniyor her şey. Hadi oturayım da şunu yazayım gibi bir ruh haline de bürünmedim hiç. Zaten planlı bir yazma düzenim yok. Günde şu kadar sayfa yazacağım diyenlerden olmadım hiç. Aslında bunun bir yere kadar da iyi olacağı düşüncesindeyim. Kendimi geliştirebilmek adına en azından. Ama bu başka bir yazının konusu olmalı.
         Yani her yazı sevgiliye değil. Herhangi birine…

* Taa 3 Nisan 2012'de yazmışım bu yazıyı. "Yayınlamadıklarım" diye bir klasörün içindeydi. Şimdi bu yazıyı yayınlamamın tek sebebi bir önceki yazımdır. Çünkü orda gayet aşığım ve aşıkken yazdım, hatta aşık olduğum adama yazdım. İnsan değişiyor. 



Ezberbozan, Bozduran


Daha gideli kaç saat oldu ki benden, evimden?! Şimdiden deli gibi özledim bile.
Biri deseydi günün birinde böyle, deli gibi, çıldırırcasına âşık olacağımı güler geçerdim öylece. İçimde hep bir umut vardı ama o koca umutsuzluğun içinde yitip gitmek üzereydi neredeyse.
Âşk, benim için huzursuzluk demekti. Huzursu bedenime iki beden büyük demekti. Sonra sen geldin. Adı değişti aşkın. Huzur oldu. Ezberbozandın, ezberbozdurdun.
Daha ilk buluşmamızdan belliydi böyle olacağı. Biliyordum sana âşık olacağımı. Gözlerin o kadar güzel bakıyordu ki kaçmak mümkün değildi senden. Tamam, kaçmak da istemedim, en doğrusu da bu.
İlk kez bıraktım kendimi.
Bu kez yanlış yapmadığımı biliyorum.
Başımı her koyuşumda göğsüne, benimle birlikte atan o kalbi her dinleyişimde teşekkür ediyorum Allah’a. Hayatımda senin gibi birine yer verdiği için. Benim olduğun için.
Biliyorum, şimdi hayat daha güvenli. Tüm sorunlar daha kolay çözülüyor, üstelik çok daha kolay hayat, yaşamak.
Bir kez daha teşekkür ederim.

Bildik, tanıdık…

Kelimelere dökmek biraz zor hissettiklerimi. Nedenini bilemiyorum. Bunu nasıl tanımlamam gerektiği konusunda da emin değilim.
Yani bu daha önce hiç başıma gelmemişti.
Bu kadar dingin bu kadar huzurlu olması… Üstelik hep çok tanıdık bildiğim şeyler olması… Aslında biraz da ürkütmüyor değil. Güzel şeyler hep korkutur beni. Ya biterse?.. Ya kaybedersem?..
Tabii, korkunun da ecele faydası yok, değil mi?

Yeni Masallar


Şimdi sen nereden bileceksin ki benim gitmeleri sevdiğimi. Hatta çok sevdiğimi. En sevdiğim yerlerin başında otogarlar olduğunu… Şehirden şehre göç ederken insanların yüzlerindeki yorgun çizgilerden öyküler türettiğimi… Nereden bileceksin ki.
         Dön de bir bak çevrene. Sen yoksun sadece. Dar vakitlerde yüz bin insan nefes alıp veriyor. Tıpkı senin gibi. Onların da dertleri var. Onların da aşk acıları var. Ama insanlar acılarını yüceltmiyorlar senin gibi. Hep söyledim. Yine söylüyorum: Tuhafsın!
         …
         Sen yalnızca arkamdaki masada otur, mimiklerimi seyret, anlattıklarımı dinle. Ben yeni masallar yazmaya gidiyorum. 

...

Anlam vermeye çalışıyorlar. Kendi anladıklarını yüklemeye çalışıyorlar. Ama bilmiyorlar ki... Ben anlatmadığım sürece de bilemeyecekler.

Geçti



Geçti. İnandırmak istediklerine öyle bir inandım ki nefretin sınır kapısındayım! Sen kazandın! :) O kuyunda mutlu yalnızlıklar.
         Öyle bir anlattın ki kendini –doğru olmadığını bilsem de- inandım artık sana.
Doğru, kendim yazdım kendim oynadım bu oyunu ben. Başından beri istemediğini söyledin zaten sen. Ama bir türlü anlatamadığım, senin bir türlü anlamadığın bir şey var ki; o da benim bu aşkı atabilmek için içimden yine sana gelmem. Yani senden aşk dilendiğim falan yoktu benim. Beni bu kadar rahatsız ettiği için, olmasını istemediğim için anlattım sana ya da arkadaşlarıma. O kadar yazdım çizdim üzerinde bu yüzden.
         “Boynumdaki şiir tasmasını kıracağım. Kıracağım şiirin ince bileğini. Sana da boş zarflar yollayacağım. Nusaybin’deki tüm sokaklara kimsesiz posta kutuları çakacağım. Not etmen için o sorunsuz, biricik hayatını. Eminim büyük bir gururla imzalarsın son cümleyi. İçimde, bir diğerini eksilttiğini fark etmeden.
         Seni saksızda çürüyen pis kokulu papatyaların suyuna boşaltacağım. Ve lanet olsun ki bana, o suyu susuz kalmış bir yetim gibi soluksuz içeceğim.”*
         Ama her şeyi bitirmeden önce bir yazın daha var yazılacak. Jübilem olacak bu sana. Ondan sonra yok olacaksın! Bekle…

         *Umay Umay

Adam



Bana yazılar yazdıran adam! Kısa sürede bu kadar çok yolu nasıl alabildin de yazı oldun dökülüyorsun?! Biraz daha istiyorum ama. Şiir ol, şiirim ol!

Unuttun


Kimsenin olamadın, değil mi? Hiç kimsenin… Ne kendine yetebildin oysa ne de başkalarına. Şimdi kalbinde, O’nun yerinde, kocaman bir boşluk… Ellerinde çizikler… Kalbinde güz sesleri… Kimsenin olamadın, değil mi? O’nun bile…
Aslında bu kadar çok isterken senin olmasını bir yandan da istemiyordun. Nedeni belli. Korkuyorsun çünkü sen. Bağlanmaktan, sevmekten, âşık olmaktan korkuyorsun. Sırf bu yüzden de unutmanın büyüsüne kapılıyorsun. Kapılıyorsun da onu bile tam yapamıyorsun.
Oysa karşında sen gibi birini görünce ne kadar da etkilenmiştin. Uzun zamandır çarpmayan kalbin deli gibi atmaya başlamıştı. Aylar sonra yüzün gülüyordu üstelik. Farkındaydın vücudundaki değişimin. Hoşuna da gidiyordu bu üstelik. Ama sonra bunu başka boyutlara taşımaya kalktın. Yaptın da. Kafana koyduğun şeyi hep yaparsın zaten. Bundan kaçış yoktur. Bilirim. Ama sonucunu bile bile yaptın bu kez. Sonra?..
Sonra sonucunu izlemeye başladın. Hatta hayatında yapmadığın şeyleri bile yaptın olsun diye. Daha farklıydın hatta. Kendin de şaşıyordun kendine, yaptıklarına ama engel de olamıyordun. Hoş bunun için bir çaba da harcamadın ya.
Bildiğin şey bir kez de gözlerinin önünde gerçekleşti bu kez. Olduramadın. O kadar uğraştın da olduramadın. Belki de onun da senin gibi olduğunu atladın. Sana çok benzediğini, korkularınızın, acılarınızın, duygularınızın aynı olduğunu atladın ve son gece onu unutma kararı aldın. Olmayacak bir şey için uğraşıp da kendimi üzemem daha fazla, diye düşündün. Dışarı çağırdın, son kez yüzünü göreyim diye. Gelmedi. Hiç gelmedi. Şaşırmadın, hiç şaşırmadın. Sen olsan, sen de gitmezdin. Kızmadın o yüzden.
O gece gözlerini kapadığında gözlerinin önüne gelen yüzünü öptün son kez. Veda etmedin ama. Vedaları sevmezsin çünkü. Sonra da uykuya daldın. O günden beri gözlerini kapattığında onu görmüyorsun artık. O kocaman, güzel gözleriyle sana bakmıyor ve gülümsemiyor. Unuttun.

Sahi unuttun mu?

-Bu yazı çok uzağa değil, karşıya!-


Anlatamıyorum!
Anlatamıyorum! Seni niçin bu kadar çok sevdiğimi anlatamıyorum insanlara. Belki de anlatmamalıyım. Bilmiyorum. Ama anlatma ihtiyacı da duyuyorum.
Çok çok uzun zamandır böyle şeyler hissetmiyordum üstelik. Dünyam değişti resmen. Sırrı dökülmüş bir ayna gibi çocuk! Titriyorum karşında ama farkında değilsin. Nasıl bir körlüktür ki bu önündekini görmüyorsun?!
Bilmiyorum.
Hiçbir şey bilmiyorum artık. Unuttum bütün ezberlediklerimi. Sana ulaşamıyorum da. Resmen ilan-ı aşk ettim sana. Görmüyorsun beni ya da kabul etmek istemiyorsun. Başka biri yapsa koymazdı da bu reddediliş sen yapınca çok fena yaptı beni. Çok istiyordum. O kadar çok istiyordum seni! Hâlâ da istiyorum.
Seviyorum çünkü. Durduk yerde âşık oldum. Uzaktan hem de. Yaklaşmaya çalıştıkça sevdim. Uzaklaştıkça sevdim. Hakkında öğrendiklerimi sevdim. Duyduklarımı sevdim. İnandıklarımı ve inanmadıklarımı sevdim. Hikâyeni sevdim. Şehir efsaneni sevdim. Ben acılarını bile sevdim senin.
Anlatamıyorum!
Anlatamıyorum sana kendimi. Boy, pos, güzellik, yakışıklılık değil benim derdim. Kılıflar değil! Güzel de değilim üstelik, biliyorum. Ama sevdim işte, aşka bir açıklaması yok ki. Başka türlüsünü yapamam ki.
‘Seninle ne zaman konuşsam, kalbimin sesini duyma diye uzun uzun lafa tutuyorum… Anlıyorsun değil mi?’’
Yapamıyorum ki başka türlüsünü. Uzak durmaya çalışıyorum. Düşünmemeye çalışıyorum. Ama olmuyor. Yapamıyorum.
Acı veriyor. Görünce mutlu oluyorum. Sonra üzülüyorum. Sonra bir şey oluyor. Ufacık bir şey. Mutlu oluyorum. Bana değil üstelik. Benim için değil. Ama kendimi mutlu hissetmeme yetiyor işte. Gözlemliyorum. Gülüşünü, mimiklerini… Bir şeyi anlatmanı. Cevap verirken aynı zamanda umursamazlığını… Hepsini biliyorum artık. Ama yine de sana yaklaşamıyorum. Oysa ne kadar çok isterdim. Ne kadar çok istiyorum.
Kim derdi ki bir gün –sırf arkadaşım görev aldı diye- gittiğim bir yerde şiir okuyan bir adama âşık olacağım! Sonra onu yaklaşık bir yıl boyunca göremeyeceğim.karşılaştığımda da her şey yeniden başlayacak. Komik. Tahmin bile edemezdim böyle bir şeyi. Ama oluyor. Oldu.
Hatta trajikomik! Karşında bu kadar savunmasız, bu kadar zayıf olmam yalnızca trajikomik!
Bir çıkış yolu göster artık bana.
Ya sev ya da sev!
Efsaneler anlatıp deliyi yanlış yerde arattırma. Nerede olduğunu ikimiz de iyi biliyoruz. Bırak da deliyi seveyim. Bırak da deli kalbinin kilitlerini açsın, duvarlarını yıksın. Kimseye bir şey olmaz, emin ol.
Hepimiz güvendeyiz.

Elif.

Özledim

Çok özledim, bilge. Sesini duymayı özledim. Şiirlerini özledim. Öykülerini özledim. Senin gözünden gördüğüm dünyayı özledim. İmkansızlarımı olabilir yapmanı özledim. Seni özledim, bilge. Kimse sen değil. Yine sen değil. ''O'' bile değil. Anlıyor musun?!

Bazen



Bazen anlatırsın anlatırsın anlamazlar. Kendi bildiklerini okumaya devam ederler. Bazen kırılırlar ama senin de kırılabileceğini hiç düşünmezler. İşte böyle zamanlarda gitmek istersin. Kaybolmak, yok olmak istersin. Kimse bulamasın da seni sorunlar çözülsün istersin.
Bazen insanlar senin ne kadar kötü durumda olduğunu görmemekte ısrar ederler hatta. Bağırırsın suratlarına ama yüzlerini çevirirler. Sonra da soru sormayı bilirler yalnızca. Hatta hep kötü olmandan, depresyondan çıkamamandan falan bahsederler. Dinlersin. Yalnızca dinlersin. Gülüp geçersin bazen. Sinirli cevaplar verirsin bazen de. Yine kızarlar, kırılırlar. Çünkü yasak şeylerden birini yapmışsındır sen. Hakkın yoktur ki senin kötü hissetmeye, bunalımlara girmeye, insanlara surat asmaya… Hem neden olsun ki?! Olmaz, olamaz.
Bazen sadece susmak istersin. Sadece susmak ve uyumak… Ama yine anlatamazsın. Rahat da bırakmazlar. Sorular, sorular… Bitmek tükenmek bilmeyen sorular… Bilmezler ki Ege’nin havası gibidir ruh hallerin. Bir gün güneşli, bir gün yağmurlu; bir saat kar, bir saat rüzgâr… Bilmezler ki… Başka sebeplere bağlarlar da bu basit şeyi düşünemezler.
Bazen kendini her yerde huzursuz hissedersin. En güvenli yerin anne karnındır. O yüzden hep cenin pozisyonunda uyursun hatta. Ama bunu bile anlayamazlar.
Bazen sebepsiz yere hüzünlenirsin, bazen anıların gelir aklına, üzülürsün. Bazen yalnız kalmak da isteyebilirsin.
Bazen bazı şeylerin değişmesini ve bazı şeylerin de hiç değişmemesini umut edebilirsin.

Kirpik

Göz kapaklarımı her kapayışımda bir kez daha düşüyorsun kirpiklerimden!

H'iç



Sana yaklaşmak için çok çaba sarf ettim. İzin vermedin, biliyorum. Ama ben yapmak istedim. Uğraştım. Çok uğraştım. Ama hala sana giden yollar kapalı. Ve pes etmek üzereyim.
         ‘Niye yapıyor bunu?’’ diyorsun belki içinden. Bilmiyorum. Belki seni sevdim belki de arkadaşlığını, dostluğunu istedim.
         Bu kadar zor mu, anlayamıyorum. Tamam, birden bire gelip hayatının ortasına kurulamam, bu doğru. Ama ne olurdu sanki birazcık kalmama izin verseydin… Hiç şans vermiyorsun bana. ‘İstemiyorum ki…’’ diyorsundur eminim içinden. Biliyorum. Hepsini biliyorum.
         Yaşadıklarını bilemem. Anlatılanlar ne kadar doğru ne kadar yanlış bilemem. Ama bir şeyler olduğunu bilerek geldim. Hepsini paylaşmak istedim üstelik. Unutturamam belki ama acın hafifleyebilirdi.
Eğer, izin verseydin… Ama bunu da istemiyorsun, biliyorum.
Neden sende takılı kaldığımı merak ediyorsun. Hep ediyorsun. Sevdim. Şiir okurken sesindeki o hüzünlü tınıyı sevdim. Şiirleri gerçekten hissederek yaşamanı sevdim. Duruşunu sevdim. Hayat çizgini sevdim. Kocaman gözlerini sevdim. Kısacası sevdim.
Birini sevmek için de çok büyük şeylere ihtiyaç yok bence.
Dünyaya senin baktığın yerden bakmak istedim sadece. Ama daha fazla uğraşmayacağım. Dedim ya pes etmek üzereyim. Hissettiklerim eksilmedi oysa. Ama daha fazla uğraşmayacağım. Sen öyle istiyorsan öyle yapacağım.
Biliyorum, şehir efsanesi de sana ait, deli de sensin. Ama başka yerleri tarif ediyorsun. Yani aslında şikâyetçi olduğun yalnızlığı sen kendin üzerine örtüyorsun. Bana düşmezdi zaten, o yüzden kılımı bile kıpırdatmayacağım artık. Hep oralarda dolaşacağım bundan sonra. Başka gözlerde arayacağım. Söz verdim, tutarım.
Üstelik artık küçücük bir damla değil, kocaman bir denizim. *

* 'Bir katre olma, kendini deniz haline getir.
Mademki denizi özlüyorsun, katreliği yok et gitsin.'' Mevlâna Celâleddin-i Rumî

...


Çok uzun zamandır böyle hissetmiyordum. Hayatın bütün olumsuzluklarına, önüme çıkardığı tüm engellerine rağmen kendimi mutlu hissediyorum. Çok mutlu ve çok güçlü…
         Bir daha kalbimin böyle çarpmayacağını düşünmüştüm. Ondan sonra kimseye böyle bakamayacağımı düşünmüştüm. 

Gizem senin adın olamaz çocuk!


Bir süredir takipte olduğum biri var. Çok fazla ilgimi çekiyor ve ben buna engel olamıyorum. İlgimi çeken yanı bu kadar gizemli görünmeye çalışması mı yoksa sevimliliği mi anlayamadım gitti.
         Öte yandan aslında benden saklayamadığı şeyler de var. Ya aslında o saklamaya çalışıyor da benden gizlemeyi başaramıyor bir türlü. Baktığım an içindeki her şeyi görebiliyorum. Çok ilginç bir şey. Bu durumdan çok fazla rahatsız olduğunun da farkındayım ama elimden de bir şey gelmiyor. Hiç de iyi bir yalancı değil çünkü. Ben ne yapayım yani!
         Sonra çok fazla şey yaşadığını, ondan uzak durmamı falan ima ediyor. Ama bu benim de elimde değil ki. Ona doğru çekiliyorum resmen. Ben de istemiyorum yoksa yeni bir fırtına.
         Tuhaf bir duygu bir de bu. Sokakta tanımazlıktan geliyorum, eve gelince benim oluyor. Yaklaşınca korkutuyor üstelik beni ama evde yine benim. Resmen tüm gün yolunu gözlüyorum. Sonra görünce rahatlıyorum falan.
         Aşk mı diyeceksin? Bilmiyorum. Öyle hemencecik âşık olamam zaten ben. Olmasını ister miyim onu da bilmiyorum. Eksisi artısı, çarpması bölmesi var üstelik. Hakkında duyduklarım, gördüklerim var. Onun bana anlattıkları, gösterdikleri hatta göstermek istemedikleri de var. Var oğlu var anlayacağın…
         Öte yandan çok çok uzun zamandır yazamadığım gerçeği de var. Bunun altında hissedememem yatıyor. Ama bu aralar içimde yazıya dair kıpırtılar hissediyorum. Bunda da payı büyük. Hani hiçbir  şey olmasa bile sırf hissettirdikleri ve yazdırdıkları için bile tapılası şu an benim için.
         Hadi hayırlısı.