Okuyucuma!



Sağlam dişler, bir de sağlam mide-

Budur dileğim senin için!

Sindirebildinse kitabımı,

Barıştı demektir benimle yıldızın!



Nietzsche



Yazı


         Artık yazmıyorum.
         Eskiden yazarak unuturdum.
         Artık yazmıyorum.
         Rüzgara savuruyorum.
         Öfkemi…

         Kırgınlıklarımı…

Zor…

         
         O kadar zaman boyunca alıştığın, içselleştirdiğin gidince her şey daha zor… 
         İçimdeki boşluğu dolduramıyorum bir türlü. Doymak bilmiyor oyuklarım.
         Şiirler okuyorum, seni hatırlatan şiirler… Seni anlatan şiirler… Senin yazdığın şiirler. Şiirlerin arasında yalnız başında dans ediyorum da seni özlemekten vazgeçemiyorum.
         Mustafa Kutlu’nun Menekşeli Mektubu’ndan yazıyorum sana her sabah. Biriktiriyorum eski bir kutuda. Belki yollarım. Belki yollamam.
         Bir de Huzur var tabii ki Ahmet Hamdi Tanpınar’ın. Uzak bana İstanbul, biliyorsun, kitapta anlatılan yerleri gezemiyorum. E gezemeyince ben de kitapta geçen musikileri dinliyorum. Kendimi oralarda hayal ediyorum.
         Öyle işte… Özlüyorum kısacası. Buralarda kendimi çok yalnız hissediyorum. Kimsem yokmuş gibi.
         Zor yani insanın dostunu kaybetmesi.

         Hadi kaybetmek demeyelim de uzuuuuunnn süre görememesi diyelim. Zor yani. 

Fısıldamalar 1


Fotoğraflar… Anılar… Sevdiklerim, değer verdiklerim, okudumlarım, yazdıklarım, çizdiklerim, dinlediklerim, gördüklerim, boyadıklarım, ürettiklerim, ağaçlar, çiçekler, böcekler, kuşlar…

Bazı şeyler ne yaparsan yap bana ait olacak! Benimdiler ve yine benim kalacaklar. 

...

Unutmaya, dibe bastırmaya çalıştıkça inatla yüzeye çıkıyor düşünceler. Yaşananlar, yaşatılanlar… Onca mekan, onca zaman… Düşündükça çıldıracak gibi oluyor insan. Zor… 

H’içsel

     
         Eskiden üzgünken ya da sinirliyken hemen kalem kağıda sarılırdım ki sinirimi/üzüntümü atabileyim içimden. Herhalde ağlayamadığımdan yapıyordum bunu. Büyüdükçe bir sürü şey yazmanın önüne geçmeye başladı. Oysa yazmak ihtiyaç/tı benim için. Nefes almak gibiydi…
         Yazmak için yemeğimi, uykumu, ödevimi, çalışmam gereken dersi bile bırakırdım. Hele ki bir öykünün, şiirin falan peşine takıldıysam… Şimdilerdeyse yazmak en sona kaldı. Önceliğim olması gerekirdi. Daha önemli ne var ki?!

         Eski yollara, sokaklara, kokulara geri dönmeli. Özlem gidermeli ve hiç gitmemeli. 

...


-          Bütün bunları neden yazdın? dedi.
-          Yazmasam çıldıracaktım. dedim. 

Eleştiri


Kaybettiklerimden ders almaya çalıştım bu güne dek. Üzüldüm elbet, fakat dik durmaya çalıştım her daim. Zor zamanlar geçirsem bile kimsenin önünde yılgınlık belirtisi göstermedim.
         Eleştiriler, övgülerden çok daha önemli oldu hayatımda. Hep de öyle olacak. Bir şeyi başarabiliyorsam, kolayca üstesinden gelebiliyorsam zaten sorun yoktur ortada. Ama başarmak/kotarmak için çok uğraştığım bir işte çok fazla eleştiri alıyorsam da biliyorum ki doğru yolda ilerliyorum. Çünkü en olumsuz eleştirilerde bile iyi bir yan görmeye, kendime bir sonuç-yol haritası çıkarmaya çalışıyorum. Nitekim bir sonraki denememde de güzel sonuçlarını elde edebiliyor olmamdan başardığım da anlaşılıyor.
         Neyse efenim gelelim konunun özüne: Ben insanlar neden bu kadar eleştirilmekten korkar bir türlü anlayamıyorum. Yani başkasını eleştirirken tamam, ama kendilerine gelince mi sorun var. Tuhaf doğrusu. Hem eleştiriden bu kadar kaçıyorlar hem de dikenli dilleriyle yalıyorlar etrafa saçılan şekerleri. Önce toplayıp sonra dağıtıyorlar; önce dağıtıp sonra topluyorlar.
Oysa kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma, demişler.
Anlamak ne zor tüm bunları, olanları…

İçten…


Evet, bir ikizler olarak bir sürü işi aynı anda yapıyorum. Bir sürü kitabı aynı zamanda okuyorum. Bir sürü şeyi aynı anda düşünüyorum. Bir anım bir anıma da uymuyor. Biliyorum. Evet, çok yorucu. Ama ben böylesini seviyorum ya. Beynimin, bedenimin çalıştığını hissediyorum çünkü. Hem hayat beklemek için çok kısa.
Bütün bunlara rağmen bir de hiç vaktim yok, şunu da yapamadım, bunu da yapmam lazım, daha buraya yetişeceğim diye de şikayet edip duruyorum.
Tamam, bazen çok da yorucu oluyor tüm bunlar. Oradan oraya koşturmak bedenimi de beynimi de çok yoruyor. Mesela tansiyonum hep düşükken daha da düşüyor. Yemek yemeği falan da unutuyorum bazen. Ama böyleyim işte. Değiştiremiyorum ki kendimi. 

Nefret



         Yıllar önce bir adam nefreti yazmamı istemişti benden. 16 yaşındaydım ve öfkeliydim. Üç sayfa yazdım nefretimi anlatmaya çalışan.
Olmadı.
         Nefret edebilen biri değilim çünkü. Olmamasının sebebi buydu. 23 yaşındayım. Yazmayı deniyorum yeniden.
Gecenin bu saatinde acaba nerededir, ne yapıyordur diye aklıma geldi birden. Ara ara aklıma gelir bu nefreti yazma olayı. Gülümserim. Şimdi nerede, ne yapıyor hiç bilmiyorum oysa ki. Ne telefon numarası var elimde ne de soyadı. Hiçbir şekilde ulaşamıyorum kendisine. Tek bildiğim adı: Orhan. Başka bir bilgim yok.
         Nefret yaşanan duyguların en canlısı. En hırslısı… En çok da can acıtanı. Bazen vücudumu yalayıp geçen bir duygu oluyor. Delicesine bir hınçla dolup taşıyorum. Ama bunun adının tam olarak “nefret” olduğundan emin değilim. Öfke belki, ama nefret değil. Bu duygu hâlâ bana çok uzak.
         …
         Hâlâ yazamıyorum nefreti. Deniyorum ama pek de başarılı olamıyorum bu konuda.
         16 yaşımdan beri nefret deyince aklıma gelen tek şeyse özlem. O adamı özlüyorum. Öykülerden, şiirlerden, şairlerden bahsettiğim o adamı özlüyorum. Şu an dünyanın neresinde, ne yapıyor hiç bilmiyorum. Çok kısa bir zaman için girmişti hayatıma ama onu çok özlüyorum. Onunla yaptığım sohbetlerin tadını hiç kimseden alamadığımdan belki de.
         Yeniden karşılaşma şansımız olabilse keşke…
         Bir tek şey biliyorum. Adı: Orhan…

        

Papatya


         Kurumuş bir demet papatya gibi
         Vazoda unuttuğun bir demet papatya gibi
         Çoktan gözden çıkardığın
         Hep senin saydığın
         Fakat uzaklara itmekten de sakınca görmediğin
         Kurumuş bir demet papatya gibi.

         Saçlarımı kestim bugün.
         Hani o çok sevdiğin yumuşak saçlarımı.
         Uzun değiller artık masallarım gibi.

         “Git.” demiştin
         “Beni düşünme.”
         Kurumuş bir demet papatya gibi
         Vazoda unuttuğun bir demet papatya gibi.