Okuyucuma!



Sağlam dişler, bir de sağlam mide-

Budur dileğim senin için!

Sindirebildinse kitabımı,

Barıştı demektir benimle yıldızın!



Nietzsche



Tecavüz (Akasya) - 6. Bölüm

          Akasya, kollarının arasında öyle hıçkıra hıçkıra ağlarken ne yapacağını, nasıl davranacağını bilemiyordu Hakan bir türlü. Hayır dememişti, ona sarıldığına göre bu bir evetti ama neden içi hiç rahat değildi. Evet demesi daha kolaydı. Ama onu da dememişti. Kafası bir yandan bu hareketin hangi cevaba uyacağını tartarken elleri onu sakinleştirebilmek için yavaş yavaş Akasya’nın vücudunda geziniyordu. Bir eli sırtını okşarken bir eli de saçlarını okşuyordu. Ağlamasının durulduğunu hissettiği bir an onu biraz kendinden uzaklaştırarak;
         -Daha iyi misin? diye sordu.
         Başını sallamakla yetindi Akasya. Konuşmaktan çekiniyordu. Yüzüne bakmamıştı. Nedense bu Hakan’ın canını çok yaktı.
         Akasya, canının neden bu kadar çok yandığını bilmiyordu. Onun gözlerine bakmaktan ölesiye korkuyordu şimdi. O mavi gözlerde gerçek sevgiyi göreceğini biliyordu başını kaldırdığında. Yıllar önce unuttuğu gerçek sevgiyi. Ama kendisi… O buna layık değildi.
         -Canım, yüzüme bak, dedi Hakan. Bir yandan sırtını okşamaya devam ederken bir yandan da başına bir öpücük kondurmuştu şimdi.
         Akasya hala başını Hakan’ın göğsüne gömmüş ara ara iç çekiyordu. Hakan kendini biraz geriye çekerek eliyle Akasya’nın çenesini biraz kaldırarak gözlerine bakmasını sağladı.
         -Bir şey söyle lütfen.
         Akasya içine kaçan sesini bir türlü bulamıyordu. Kafasında söylemek istediği o kadar çok şey varken sesinin böyle derinlerde bir yerlerde kalakalmasına sinir oluyordu bir yandan.
         Hakan dayanamayarak;
         -Akasya, bir şey söylemene ihtiyacım var, dedi.
         -Ben… Yine gözleri dolmuştu Akasya’nın. Konuşamıyordu bir türlü.
         -Ağlama lütfen canım. Lütfen ağlama.
         -Özür dilerim.
         -Asıl ben özür dilerim. Seni üzmek değildi amacım. Ama daha fazla içimde tutamazdım.
         -Hakan, ben… Biliyorsun. Sana anlattım kendimi. Ben diğerleri gibi değilim.
         -Diğerleri nasılmış canım? Ne demek istediğini anlamıştı Akasya’nın. Geçmişinden bahsediyordu. Ama Hakan’a göre geçmiş adı üzerinde geçmişti ve Akasya’nın başına gelen hiçbir şey onun suçu değildi.
         -Anlattım sana. Sorunlarım var. Beni umursamayan bir annem ve her fırsatta bana tecavüz etmeye kalkan bir üvey babam var. Sonra neredeyse alkoliğim. Diğerleri gibi değilim ben ve sana mutluluk veremem.
         -Nereden biliyorsun, denedin mi hiç? Yaşadığın şeyler senin suçun değildi. Bunu sakın unutma! Ve sen alkolik falan değilsin! Bir alkoliğin nasıl olduğunu bilecek yaştayım.
         Sinirden boynundaki damar atmaya başlamıştı Hakan’ın. Şu an yapacağı en büyük hata sinirlenmekti ve tam da o eylemi gerçekleştiriyordu. Akasya’nın daha çok korkup panik olacağını biliyordu. Derin bir nefes çekip sakinleşmeye çalıştı. Akasya daha çok hıçkırmaya başlamıştı şimdi.
         Yatağın içinde oturup Akasya’nın da oturmasını sağladı önce Hakan. Başını iki eli arasına alarak,
         -Bak bana canım. dedi. Akasya’nın tüm gece başını yerden kaldırmayacağını bildiğinden kendisi yapmaya karar verdi ama hala gözlerini kaçırıyordu.
         -Bebeğim, gözlerime bak lütfen, dedi her bir kelimesinin üzerine basarak. Akasya, kaçamayacağını bildiğinden Hakan’ın söylediğini yaptı.
         -Seni korkutuyor muyum Akasya? diye sordu Hakan.
         -Hayır, dedi. Yine sesi fısıltı halinde çıkmıştı. Ama Hakan onu duyabiliyordu.
         -Bana güveniyor musun? diye sordu bu kez de. Akasya başını sağa sola sallasa da Hakan tatmin olmamıştı. Sesini duymaya ihtiyacı vardı.
         -Cevap ver canım, dedi. Akasya, evet dediğinde içini kocaman bir mutluluk kaplamış olsa da sakin kalmaya çalışarak konuşmaya başladı.
         -Lütfen benden korkma ve bana güven, dedi gözlerinin içine bakarken. Biliyorum, tanışalı çok olmadı ama sana hissettiğim şeyler gerçek. Sana bunları söylememin sebebi senin de bana karşı bir şeyler hissettiğini düşünmem. Ve yanılmadığımı bilmek için senden duymaya ihtiyacım var. Lütfen söyle bana.
         Akasya hala susuyordu, kendisini asla sevilmeyeceğine öyle inandırmıştı ki birisinin kendisinden hoşlanıyor olma ihtimali bile hayal geliyordu. Ama işte şimdi bu adam ondan hoşlandığını söylüyordu.
         Akasya susmaya devam ettikçe Hakan’ın umudu kayboluyordu. Kalbindeki korku dalga dalga vücuduna yayılmaya başlamıştı. Omuzları düştüğünde konuşmaya başladı yeniden:
         -Eğer sen de benim gibi düşünmüyorsan sorun değil. Yani ben beklerim. Ama eğer… Derin bir nefes aldıktan sonra, eğer biraz zaman geçtikten sonra bile hala aramızda bir şey olamayacağını düşünüyor olursan… Kabullenirim. Yani iki ev arkadaşı olarak devam ederiz. Seni zorlamam.
         Akasya hala konuşacak gücü bulamadığından kendine kızmaya başlamıştı. Kendine ne olduğunu anlamakta zorlanıyordu. Karşısında kendisini her şeye rağmen kabul etmeye hazır bir adam vardı ve o da, Hakan’dan hoşlanmaya başlamıştı. Ama bir türlü cesaretini toplayıp konuşamıyordu.
         -Asya, dedi. Bana Asya diyebilirsin.
         -Ne?! dedi Hakan şaşırmış bir şekilde.
         -Babam, bana Asya derdi hep, dedi Akasya gülümsemeye çalışarak.
         Anlamıştı Hakan, Akasya onu dünyasına kabul ediyordu. Bu evet demekti.
         -Sonunda… Ödümü kopardın. Bir an yanıldığımı sandım. Teşekkür ederim. Verdiğin bu karardan asla pişman olmayacaksın Asya. Asya’m, bebeğim. Söz veriyorum. Çok mutlu edeceğim seni.
         Akasya’yı kollarında sıkı sıkı sarmalıyordu. Üzerinden kırk tonluk bir yük kalkmış gibi hissediyordu.
         Akasya’da rahatlamış olmalıydı ki az önceki iç çekişleri ve titreyişleri gitmişti artık. Şimdi ikisi de sırtlarını yatak başına vermiş, Hakan, Akasya’yı yine göğsüne çekip sarmalamış oturuyorlardı. Bir ara,
         -Yarın dersin var mı? diye sordu Hakan.
         -Vardı ama iptal olmuş.
         -Benim de yok.
         -N’oldu ki?
         -Gitmeyelim, bir gece daha kalalım burada.

         -Olur, dedi Akasya. Biliyordu. Konuşacak çok şeyleri vardı ikisinin de. 

Tecavüz (Akasya) - 5. Bölüm

Akasya’nın saçları yastığa dağılmış, sırtı Hakan’a dönük hala uyuyordu. İçinden saçlarına dokunmak, onları okşamak için delice bir istek yükselse de henüz bunu yapamayacağını biliyordu. Akasya’nın da ona karşı bir şeyler hissetmeye başladığını düşünüyordu ama hiçbir şeyden de emin olamıyordu bir türlü. Evine aldığı bir kızdan faydalanıyormuş gibi de görünmek istemiyordu asla. Çok karmaşıktı. Keşke farklı bir ortamda, farklı şartlar altında karşılaşmış olsaydık diye düşündü Hakan. O zaman duygularını daha rahat belli edebilir, kalbinden geçenleri daha kolay söyleyebilirdi. Onu incitmekten ölesiye korkarken elinden bir şey gelmiyordu. Onun hayatında diğer erkeklerden biri olmak istemiyordu. Öyle biri olmadığını ona nasıl göstereceğini ise hiç bilmiyordu.
         Hakan böyle düşüncelere dalıp gitmişken Akasya kıpırdanmaya başlamıştı. Yüzünü Hakan’a doğru döndüğünde gözleri hala kapalıydı. Bir süre daha uyumaya devam edecek gibi görünüyordu. Hakan ise halinden memnundu. Onun yüzünü izlemek hoşuna gidiyordu. Kabus gördüğü o gece de sabaha kadar yüzünü izlemişti. Şimdi yine ona bu kadar yakınken ve o böyle güzel güzel uyurken onu izlemek çok hoştu doğrusu. Dudakları hafifçe aralanmış, ellerini boynuyla yastığın arasına sıkıştırmıştı. Yüzüne doğru düşen bir tutam saçı onu uyandırmamaya çalışarak geri itti. Göz kapakları o güzel yeşillerini kapatmışken onları çok özlediğini fark etti birden. Uyansaydı ya artık. O yeşillerle baksaydı ona bir. İçinde gözlerine bakmak için delicesine bir istek birikmeye başladı.
         Emin olmuştu artık. Bu kıza hissettiği şeyler hoşlanmadan öteye geçmeye başlamıştı. O yanında olmayınca ya da o güzel gözleri ona bakmayınca nefessiz kalıyordu. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Sanki bir mengene boynunu sıkıyor gibi hissetmesi bundandı işte. Uyan canım artık, diye geçirdi içinden.
         Akasya sanki Hakan’ın içinden geçirdiğini duymuş gibi kıpırdanmaya başladı ve çok geçmeden gözlerini açtı. Hakan’ı karşısında görünce dudakları aralandı hafiften.
         -Uyuyakalmışım, dedi sakin görünmeye çalışarak. Onu bu kadar yakınında görmek onu şaşırtmıştı.
         -Banyodan çıktığımda uyuyordun, dedi gülümseyerek.
         -Saat kaç? dedi yatağın üzerinde oturup sırtını yatak başlığına dayarken.
         -Akşam olmak üzere. Acıktın mı?
         -Biraz.
         -Dur o zaman. Bizimkileri arayalım bakalım, neredeler, ne yapıyorlar.
         Hakan, telefonla konuşurken Akasya da onu izliyordu. Uyurken o da gelip yanına uzanmıştı. Hiçbir erkekle sabaha kadar aynı yatakta uyumamıştı bugüne kadar. Uyuyamıyordu. Korkuları geçse kabusları izin vermiyordu. Hepsi bitse içindeki Akasya susmuyordu. Ama Hakan’la ikinci kez aynı yatakta uyuyordu. İlkinde kabus gördüğü için gitme demişti Hakan’a. Ona sarılıp, sakinleştirmişti. Uykuya dalıncaya kadar kulağına fısıldamıştı. Ona zarar vermeyeceğine inandığı için uyuyabilmişti o gün ama bugün yanında olduğundan bile haberdar değildi. Bir ara kokusunu alır gibi olsa da hiç tedirgin olmamıştı. Farkettiği şeyle irkildi birden: Kalbi ısınmaya başlamıştı! Artık o hep hissettiği canını acıtan buz sarkıtları o kadar acıtmıyor gibiydi.
         O böyle düşüncelere dalmışken Hakan da konuşmasını bitirmiş yine yatağa, Akasya’nın yanına oturmuştu. Sırtını o da yatak başlığına vermişti şimdi.
         -Yarım saate yemeğe ineriz dediler. Sana uyar mı?
         -Hı hı.
         -Oradan da belki otelin barına eğlenmeye geçeriz.
         -Bara mı?
         -Eğer gitmek istemezsen biz başka bir yere de gidebiliriz.
         -Hayır, sorun değil de… İçki içmek istemiyorum. Biliyorsun. Gerçi sana da söz verdim.
         -Evet, öyle de diyebiliriz, dedi gözleri ışıldayarak. Meyve suyu içeriz biz de. İlla içki içeceğiz diye bir kural mı var hem.
         -Bak o zaman olur.
         -İyi bakalım. Hadi hazırlan sen. Bana bir mail gelmiş okuldan. Ben de ona bir bakayım.
         -Peki.

         Hakan maillerine bakarken Akasya da banyoya girip yanında getirdiği siyah boğazlı kazağı ve kot pantolonu geçirdi üzerine hızlıca. Hafif bir makyaj yaptıktan sonra saçlarını da yarım topladı. Aynada kendisine bakıp belli belirsiz gülümsedi. Artık aynalarla arasını düzeltmeye karar vermişti ve bu kararın yanına kendine gülümsemeyi de eklemişti. Hayatına Hakan girdikten sonra her şey daha iyiye gidiyordu ve o da kendisini daha iyi hissediyordu. Umarım sonsuza kadar da böyle gider diye dileyerek kapıyı açıp banyodan çıktı. Hakan hala bilgisayarında bir şeylerle uğraşıyordu.
         -Ben hazırım, dedi ona doğru giderek.
         -Tamam canım. Şu maili göndereyim, ben de hazır olacağım. Vee… Tamamdır. Ben de hazırım. Hadi gidelim. Çok açım ben.
         -Ben de çok acıktım.
         Asansörü beklerken Hakan;
         -Eğer şef değişmediyse bu gece çok güzel yemekler yiyeceğiz, dedi yine bilmiş bilmiş gülümseyerek.
         Akasya anlamamış gibi bakıyordu, Hakan açıklama gereği duydu bu yüzden.
         -Biz buraya üniversiteden beri geliyoruz. Aslında her bahanede buradayız da diyebilirim. O zamanlar sınavlar başlamadan gidelim, yok sınavlar bitti gidelim, kız arkadaşımdan ayrıldım hadi gidelim, sevgili yaptım gitmemiz lazım, kafamı boşaltmam lazım gitmem lazım, şehrin gürültüsünden çok bunaldım biraz gidelim gibi gibi bir sürü bahane bulup gelirdik buraya. Gele gele de sahipleriyle de personelle de akraba gibi olduk. Resepsiyon değişmiş ama çoğu personel eski ve hepsi tanır bizi.
         -İyiymiş valla, dedi Akasya. İnsanın arada bir de olsa kaçacak bir yerinin olması ne güzel.
         -Sen sevdin mi peki?
         -Çok sevdim.
         -İşte buna çok sevindim, dedi Hakan. Asansörden çıktıklarında herkesin çoktan aşağıya inmiş restoranın önünde onları beklerken buldular.
         -Hadi nerede kaldınız ya? dedi Murat. Çok açız biz.
         -Geldik ya işte, dedi Hakan gözlerini devirerek.
         -Çok güzel olmuşsun canım, dedi Hale, Akasya’ya doğru dönerek.
         -Teşekkür ederim Hale. Sen de çok güzelsin ve kızlar siz de.
         Elif ve Yasemin bir ağızdan “Teşekkürler” dediler. Erkekler ise sabırsız bir şekilde kıpırdanıp duruyorlardı. En sonunda Çağrı dayanamayıp;
         -Hadi ama artık, oturalım bir yere. Öleyim mi ben açlıktan ya?! Kızlar iki saattir birbirinizi övüyorsunuz. Sıkıldım valla.
         Hem söyleniyor hem de gözleriyle kendilerine uygun bir masa arıyordu. Cam kenarındaki uzun masayı gözüne kestirip o tarafa doğru yöneldi. Oraya sığabileceklerini düşünmüştü. Arkasındaki kalabalık da onu takip etmek zorunda kaldı haliyle.
         Tam siparişlerini vermişlerdi ki Ulaş boş sandalyeye kendini atıp:
         -Ne söylediyseniz bana da söyleyin hemen. Çok açım, dedi.
         -Sen gitmemiş miydin, dedi Ali.
         Çağrı haricinde herkes şaşırmış görünüyordu.
         -Gider gibi yaptım. O cadıdan kurtulmak için kaç saattir orada burada dolaşıyorum. Gidip bir yere yemek de yiyemedim karşıma çıkar diye. Açlıktan ölüyorum şu an.
         -Gerçekten gittin sandık biz. İyi ki gitmemişsin, dedi Hakan.
         -Haftalardır izin yapmadan çalışıyoruz Çağrı da ben de. Buraya gelmeden önce dünya da yansa bu haftasonu dinleneceğiz demiştik. Gerçi ben yine gidecektim de sağolsun Çağrı ve Ahmet akıllı çıktı. Gitmekten kurtardılar beni.
         -Her zaman canım, dedi Çağrı.
         Hakan, Akasya’nın kulağına doğru Ahmet otel müdürü dedi. Akasya da anladım anlamında başını salladı.
         Güle eğlene yemek yedikten sonra otelin barına gitmeye karar verdiler. Ne olur ne olmaz diye otel sınırları dışına çıkmıyorlardı. Otel çalışanları bilgilendirildiği için Dilara gelemezdi nasıl olsa ama dışarıda yine karşılarına çıkıp tatlarını kaçırabilirdi. Risk almaya gerek yoktu. Güzelce eğlenip yarın döneceklerdi nasıl olsa.
         Hakan’la Akasya haricinde herkes içkilerini yudumlarken onlar elma suyu içiyorlardı birbirlerine kıs kıs gülerek. Kimse anlam verememişti bu ikisinin hareketlerine ama soru da sormamışlardı. İçki içmemelerinde değildi tabii ki sorun. Elma suyunun neresi bu kadar komikti de birbirlerine bakıp bakıp gülüyorlardı sanki?!
         …
         Fazla geç olmadan odalarına dağıldılar. Yarın kahvaltıdan sonra dönmeye karar vermişlerdi. Odalarına döndüklerinde Akasya üzerini değiştirmek için banyoya girdiğinde Hakan da hızlıca üzerini değiştirip dolaptan bir battaniye alarak kanepeye uzandı.
         Akasya üzerine askılı bir atlet, altına da siyah bir eşofman geçirip makyajını temizledi. Çıktığında Hakan’ı kanepede çoktan uyumuş buldu. Fazla gürültü yapmamaya dikkat ederek yatağa geçti. Battaniyenin altına girdiğinde sandığından da çok yorulduğunu farketti. Beş dakika geçmeden göz kapakları kapandı.
         Çok susadığını farkedip gözlerini araladı bir süre sonra Akasya. yatmadan önce hep bir bardak su içerdi ama bu kez unuttuğunu fark etti. Dolaptan bir su alıp içerken bir yandan da Hakan’a doğru bakıyordu. Yattığı yerde çok rahatsız görünüyordu. Kanepeye sığamadığından bacaklarını iyice karnına doğru çekmişti. Akasya kendine kızdı birden. Koskoca yatak varken adamı küçücük kanepede yatırıyordu. Adam onu yiyecekti sanki. Daha önce de birlikte uyumuşlardı. Üstelik bugün de uyuyakaldığında Hakan yanına gelip uzanmıştı. Yine uyusalar bir şey olmazdı. Gidip onu uyandırmaya karar verdi. Yanına gidip kanepenin kenarına oturdu. Birkaç kez ismini söylese de onu uyandıramadı. İçinde saçlarına dokunmak için dayanılmaz bir istek duyuyordu şimdi. Ellerini belli belirsiz Hakan’ın saçlarında gezdirdikten sonra şakaklarına doğru kaydı elleri. Tam dokunmuştu ki Hakan gözlerini araladı. Akasya’yı karşısında görünce şaşırdı.
         -Akasya. Bir şey mi oldu? İyi misin? Kabus mu gördün yoksa?
         -Sakin ol. İyiyim. Bir şeyim yok. Su içmek için kalkmıştım aslında. Ama senin çok rahatsız yattığını gördüm. O yüzden seni yatağa çağırmaya geldim. Seslendim ama bir türlü uyanmadın.
         -Yatağa mı gelmemi istiyorsun?!
         -Evet, yeterince büyük yatak. Hem daha önce de aynı yatakta uyuduk. Burada böyle benim yüzümden iki büklüm yatmana gönlüm razı olmadı.
         -Oh, aslında iyi olur. Burada bacaklarımı uzatamadım bir türlü.
         -Hadi gel o zaman.
         -Tamam, diyerek Akasya’yı takip etti.
         İkisi de yatağa girdiklerinde yüzlerini birbirlerine dönmüş gözlerine bakıyorlardı. Sanki ikisinin de birbirlerine söylemek istediği bir şeyler varmış gibiydi. Akasya dayanamarak sordu:
         -Bana söylemek istediğin bir şey mi var?
         -Hayır, yok.
         -Tamam.
         -Aslında var. Ama nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum.
         Akasya sessiz kalmıştı bu cevap karşısında. Ne söyleyeceğini az çok tahmin etse de nasıl davranacağını bilemiyordu. Kendi de bir şeyler hissetmeye başlamıştı ama içindeki bu korku… Onu kontrol edemiyordu bir türlü.
         -Söyleyebilir miyim, dedi Hakan. Bu izne çok ihtiyacı vardı şimdi. Olumsuz cevap almaktan ölesiye korkuyordu ve korktuğu başına gelirse nasıl davranması gerektiğini de bilemiyordu.
         -Söyle, dedi Akasya. Sesi bir fısıltı gibi çıkmıştı ama Hakan duymuştu çoktan onu. Akasya bunu söyledikten sonra gözlerini kaçırmıştı Hakan’dan hemen. Hakan, Akasya’ya doğru biraz daha yaklaşarak eliyle çenesini biraz kaldırdı ve gözlerine bakmasını sağladı. Bir süre gözlerine baktıktan sonra saçlarını okşadı.
         -Seni ilk gördüğüm andan beri senden hoşlanıyorum. Çok hoşlanıyorum hem de. Yani barda ilk gördüğüm andan beri. Nasıl oldu anlayamadım bile. Ama gittikçe güçleniyor içimde bu duygu. Ve biliyorum; çok yakın zamanda hoşlanmadan çok öteye geçecek.
         Akasya, tahmin ettiği şeyleri duyuyor olmasına rağmen şaşırıyor olmasına daha çok şaşırıyordu şimdi. Bu adam kendisinden hoşlandığını söylüyordu.
         -Seni şaşırttığımı biliyorum. Belki de korkuttuğumu. İlk başlarda sadece bir hoşlanma diye düşünmüştüm ama sonra duygularım değişmeye başladı. Bak, evime gelen bir kızdan faydalanıyormuşum gibi görünmek de istemiyorum. Seni tanımak istiyorum. Seni sevmek istiyorum. Benim ol istiyorum. Sadece benim ol istiyorum. Akasya, ben sana aşık oluyorum.
         Akasya, gözleri dolu dolu olmuş hala inanmaz gözlerle Hakan’a bakıyordu. Hakan’ın duygularını biraz tahmin edebiliyordu ama bu kadarını tahmin edemiyordu. Ne söylemesi, ne yapması gerekiyordu bilemiyordu.
         Hakan bu cesur kızın böyle sus pus kalmasına alışık değildi. Yaşadığı onca zorluğu bile göğsünü gere gere anlatmışken şimdi verdiği tepkiye karşılık ne yapmalıydı, bilemiyordu. Ya beni geri çevirirse diye bile düşünmek istemiyordu.
         -Bir şey söylemeyecek misin? diye sordu daha fazla dayanamayarak.
         Gözyaşları yanaklarından aşağı yuvarlanmaya başladı Akasya’nın. Sanki bu soruyu bekliyorlarmış gibilerdi. Hızlı bir hareketle Hakan’a yaklaşıp ona sarıldı. Başını boynuyla omuzları arasına gömdü. Kendini daha fazla sıkmaktan vazgeçip orada ağlamaya başladı.


Tecavüz (Akasya) - 4. Bölüm

Çantalarını belboya teslim ettikten sonra odaya çıkmadan tekrar dışarı attılar kendilerini. Ulaş haricinde kimse kalmamıştı ortalıkta. Ulaş da kızın biriyle hararetli hararetli bir şeyler konuşuyordu. Hakan, kızın yüzüne bile bakmadan Ulaş’a doğru yönelerek:
         -Herkes nereye gitti Ulaş, diye sordu. Akasya da yanlarına ulaştığında kızın çok güzel sarı saçları olduğunu fark etti önce.
         -Merhaba, dedi kıza gülümseyerek.
         -Merhaba canım, dedi kız dedi gülümseyerek fakat garip bir ses tonuyla. Akasya bunu garip bulsa da bir şey belli etmeden gülümsedi. Bu dünyanın yabancısı oydu nasılsa. Belki de Ulaş’ın yakın arkadaşıydı.
         Ulaş, Dilara’dan çıkıp Akasya’ya kadar uzanan kıvılcımları görebiliyordu sanki. Dilara kızı parçalayacak gibi bakıyordu sanki. Onlar gelinceye kadar nasıl kurtulurum planları yapan Ulaş, şimdi Akasya’yı bu delinin gazabından korurum diye planlar yapmaya başladı. Dilara ile bir dönem ilişkileri olmuş ve kız kendisine kafayı takmıştı. Ulaş için her zamanki kızlardan biriydi işte. Ama Dilara bunu kabullenmek istemiyor, nereye giderse gitsin peşinden geliyordu. Nasıl öğrendiyse yine öğrenmiş ve atlayıp buraya kadar gelmişti. Hemen araya girerek;
         -Herkes odasına çekildi abi. Biz de Dilara ile karşılaştık tam ben odaya çıkacakken. Biraz sohbet edelim dedik. A, pardon sizi tanıştırmadım. Dilara, Hakan’ı tanıyorsun zaten. Akasya’da Hakan’ın arkadaşı. Birlikte geldiler, dedi birlikteyi özellikle vurgulayarak.
         -Memnun oldum, dedi Dilara yine o garip, tıslayan ses tonuyla.
         -Ben de, diyebildi Akasya. Hiçbir şey anlamadığı belliydi. Bu kız ona niye böyle tuhaf davranıyordu ki böyle?!
         -Dilara, merhaba, dedi Hakan. Ulaş’ı Akasya’dan kıskandığı her halinden belliydi. Bu kızın Ulaş’ın etrafındaki her kıza kafayı taktığını ve çeşitli yollardan zarar verdiğini biliyordu. Bunun için de kızların Ulaş’ın sevgilisi olmasına gerek yoktu üstelik. Dilara’nın o kızdan hoşlanmaması yeterliydi. O yüzden bir an önce Akasya’yı da alıp buradan gitmek istiyordu.
         -Biz de biraz etrafta dolaşalım diye çıkmıştık. Hadi sizin muhabbettini bölmeyelim biz. Sonra görüşürüz, deyip Akasya’nın elini tutarak hızlı hızlı uzaklaştı oradan.
         -Güzel kızmış, dedi Dilara arkasından bakarken.
         -Yaa… dedi Ulaş, hala bu kızdan nasıl kurtulabilirimin hesabını yapıyordu. Hakan yalnız gelseydi onunla birlikte kaçabilirdi de Akasya’ya takacaktı şimdi bu kız. Onun özel durumunu anlatmıştı Hakan. Hiçbir şekilde zarar görmesini istemediğini de gayet açık bir dille açıklamıştı hepsine. Şimdi kendisi yüzünden Akasya bir şekilde zarar görürse Hakan onu kesin öldürürdü.
         -Sevgiler mi? diye sordu bu kez de Dilara.
         -Evet, dedi hiç düşünmeden. Başka türlü peşini bırakmazdı yoksa onun. hem yalan söylemiş de sayılmazdı. Hakan’ın Akasya’dan hoşlandığını hepsi biliyorlardı.
         -Hımm, iyi o zaman, dedi Dilara. Hala gözlerini kısmış onların gözden gittikleri yöne bakıyordu.
         O sırada kurtarıcı yetişti Ulaş’ın. İçinden derin bir nefes alırken çoktan telefonu açmıştı bile. Arayan Çağrı’ydı.
         -Evet abi. Şehir dışındayım, evet. Nasıl onaylanmaz! Ben bir haftasonu dinlenemeyecek miyim yahu! Ne demek imzalar eksikmiş! Kontrol etmiyor musunuz göndermeden önce! Bu ihaleyi alamazsak hepinizi yakarım! Kapat telefonu kapat, geliyorum hemen!
         -Bir sorun mu var, diye sordu Dilara tek kaşını kaldırarak.
         Elleriyle saçlarını tarayarak bir of çekti önce Ulaş.
         -Bir iş var. Ne zamandır üzerinde çalışıyoruz. Salaklar imzaları konrol etmemişler. İstanbul’a dönmem gerekiyor hemen. Sonra görüşürüz. Şu işleri halletmem lazım hemen. Of, bir haftasonum var ya.
         Kızın bir şey demesine fırsat vermeden otele doğru ilerledi. İçinden de inşallah anlamamıştır diye dua ediyordu. Hemen Çağrı’nın odasına gidip kapısını çaldı.
         Kapıyı açan Çağrı karşısında Ulaş’ı görünce konuşmaya başladı hemen:
         -Az önce ne saçmaladın sen bana öyle?!
         -Abi, Dilara’yla karşılaştım otelin önünde. Hakan’la Akasya’da geldi bir ara. Bu psikopat kadın Akasya’ya kafayı takabilir her an. Ona bakışını hiç beğenmedim. Benim hemen burdan kaçmam lazım. İstanbul’a dönüyorum.
         -Saçmalama oğlum ya. Ne dönmesi.
         -Dönüp dönmediğimi anlamak için bekleyecektir. Sanki bilmiyorsun ne kadar psikopat olduğunu. Eğer Akasya’ya takarsa Hakan beni öldürür. Of, ben bu kadından kurtulamayacak mıyım ya? Nereden de sardım başıma?! Allah beni kahretsin ya! Of!
         -Bu otelde mi kalıyormuş o da?
         -Bilmem, daha yeni geliyordu.
         -Nasıl kalacak ki burada. Hiç boş oda yok demişler Hakan’la Akasya’ya. Tek oda kalmış, onu da onlar aldı. Dur şimdi anlarız burada mı değil mi?
         Hemen resepsiyonu aradı Çağrı. Boş oda olup olmadığını sordu. Hiç boş oda kalmamıştı. Dilara’nın otelde kalıp kalmadığını da sordu ama resepsiyon bilgi vermedi bu konuda. Herhalde yeniydi. Onlar bu otele sık sık gelirlerdi ve herkes onları tanırdı. Sinirlenmişti ama resepsiyonistin bir suçu yoktu. Sakinliğini koruyup otel müdürünün otelde olup olmadığını sordu. Otelde olduğunu öğrenince de telefonu kapatıp hemen onun yanına indi.
         Odasının kapısını tıklatıp içeri girdiğinde Ahmet’in bazı kağıtlara gömülmüş, çalışıyor olduğunu gördü.
         -Bu kadar yorma yahu kendini! dedi gülerek.
         Onu karşısında görünce ayağa kalkarak yanına kadar geldi Ahmet.
         -Hoş geldin. Yalnız mı geldin yoksa diğerleri de burada mı? diye sordu.
         -Hep birlikte geldik, dedi. Üniversiteden beri buraya gelirlerdi ve o zamandan beri de Ahmet’i tanıyorlardı. Gel git arkadaş olmuşlardı. O da onlarla aynı yaştaydı ve o zamanlar üniversite öğrencisiyken bir yandan da bu otelde çalışıyordu. O zaman onun burada sadece çalışan olduğunu sanıyorlardı. Çünkü her işe koşturuyordu. Fakat sonradan öğrenmişlerdi ki otel Ahmet’in babasınındı. Ahmet de babası gibi turizmi seçtiğinden bu otel onun olacaktı. Bu yüzden de Ahmet stajı da dahil olmak üzere hep burada çalışmıştı. Okul bitince de babası oteli ona devretmişti.
         -İyi bakalım. Otel doluydu ama oda ayarlandı mı size? dedi Ahmet, bir yandan da sekreterini arayıp kahve söyledi.
         -Bizim önceden rezervasyonumuz vardı da Hakan bir arkadaşıyla geldi. İki ayrı oda yoktu. Onlar da çift kişilik odada kalıyorlar.
         -Hadi ya. İlk boşalan odayı onlara veririz. Kusura bakmayın. Haftasonu diye böyle. Keşke beni arasaydınız gelmeden önce.
         -O önemli değil ya. Hakan, kızdan hoşlanıyor. İyi şeyler olur belki gece, dedi gülümserek. Bizim asıl sorunumuz başka. Bizim Ulaş’ın belalısı bir kız var. Adı Dilara Aysu. Nasıl olduysa bizi bulmuş, buraya gelmiş. Zehir edecek yine bize her şeyi. Ulaş’ın yanında dişi sinek bile görse takıyor, olay çıkarıyor. Kız şizofren, dedi gözlerini kocaman açarak. Otelde mi kalıyor diye resepsiyona sordum ama bilgi vermedi bana. Ondan geldim sana ben.
         -Dur şimdi öğreniriz. O resepsiyonist yeni daha. Yoksa siz yabancı değilsiniz, kusura bakma ne olur…
         -Önemli değil, işini yapıyor sonuçta.
         Hemen resepsiyonu arayıp Dilara Aysu diye birinin otele giriş yapıp yapmadığını sordu Ahmet.
         -Oda kalmadığı için giriş yapamamış, dedi ahizeyi bir eliyle kapatarak. Bir oh çekti Çağrı hemen. Ama hala lobide bekliyormuş. Sonra kaşlarını çatarak sert bir ses tonuyla konuşmaya başladı.
         -Bu grup bizim çok eski müşterilerimizden Serhat Bey. Kendilerini iyi tanıyınız. Bundan sonra onlar ne isterlerse ben istemişim gibi isteklerini yerini getirmenizi rica ediyorum. Şimdi o bayana daha fazla orada kalamayacağını uygun bir dille belirtiniz. Kadını gönderdikten sonra da bana haber veriniz. Ulaş Bey gelip size otelden çıkış yaptığını bildirecek ama aslında çıkışını yapmayacaksınız. Sadece öyle görünecek. dedikten sonra Çağrı’ya dönüp;
         -Ulaş’a haber ver de bir süreliğine uzaklaşsın buradan. Yakınlarda otel yok nasılsa. Burada da kalamayacağı için İstanbul’a geri dönmek zorunda kalacaktır Dilara Hanım, dedi gülümseyerek.
         -Büyüksün Ahmet. Çok teşekkür ederim, diyerek hemen Ulaş’a haber verdi Çağrı.
         …
        
         Ulaş hem söyleniyor hem de çantasını topluyordu. Dilara’yı ne kadar hayatından çıkarmaya çalışırsa çalışsın o kadar çok dolanıyordu boynuna. Kiminle tanışırsa bir şekilde ona ulaşıp kızı kendisinden soğutuyordu ve bu iki yıldır böyle devam ediyordu. Kızın babasıyla bile konuşmuşlardı ama bir türlü kurtulamıyordu kızdan. Kız şizofrendi ve ilaçlarını düzenli kullanmıyordu. Zengin bir ailenin kızıydı ve haliyle de el üstünde tutuluyordu. Çabuk olmaya çalışıyordu. Ona yakalanmadan otelden kaçması gerekiyordu. O bunları düşünürken Çağrı aradı ve olanı biteni anlattı. Sonunda rahatlamıştı işte. Şimdi kendine akşama kadar vakit geçirebileceği bir yer düşünmeliydi. Resepsiyona indi. Otelden ayrıldığını bildirdikten sonra özellikle de Dilara Aysu diye biri kendisini sorarsa otelden çıkışını yaptırdığı bilgisinin verilmesini istedi. Daha sonra da otelden ayrıldı.
         Dilara otele giriş yapamadığı için delirirken bir de resepsiyonistin gelip daha fazla orada bekleyemeyeceğini söylemesiyle tam bir bombaya dönüştü. Bir süre de arabasında bekleyip en sonunda İstanbul’a dönmeye karar verdi. Nasıl olsa o da İstanbul’a dönecekti.
         …
         Akasya ile biraz dolaşmak için dışarıya çıkmış olsalar da Dilara’yı görünce keyfi kaçmıştı Hakan’ın. Onu arabaya doğru yönlendirip civardaki kafelerden birine doğru gitmeye başladı. Akasya kıpırdanıp duruyordu oturduğu yerde. Bir şey soracak gibiydi sanki.
         -Sor hadi.
         -Ne?
         -Ne soracaksan sor diyorum.
         -Kimdi o Dilara? Sevgilisi falan mı Ulaş’ın? Beni pek sevmedi sanırım.
         -Allah korusun. Ulaş’ın kızlarından biriydi iki yıl öncesine kadar. Ama psikopat kadının biri çıktı. Ulaş, takıldık bitti havasında oldu hep ama o böyle kabul etmiyor. Şizofren üstelik. Kafasında kurup kurup Ulaş’ın kapısına dayanıyor. Almadığımız önlem kalmadı ama kurtaramadık çocuğu ondan bir türlü. Ve evet, seni sevmedi. Çünkü o Ulaş’ın etrafındaki hiçbir dişiyi sevmez. Seninle ilgili değil yani.
         -İyiymiş, dedi Akasya. Fısıltı halinde çıkmıştı sesi ama Hakan duymuştu çoktan.
         -Korkmana gerek yok, dedi bir elini avcunun içine alırken. Ulaş mesaj attı biraz önce. Eşyalarını toplamış otelden ayrılmış. Dilara da yer olmadığı için giriş yapamamış. Iıı, bir de senin sevgilim olduğunu söylemiş. Hem sana zarar vermesine izin vermem.
         -Sevgilin mi?
         -Evet, dedi Hakan kısa bir bakış atarak. Ne tepki vereceğini bir türlü kestiremiyordu Akasya’nın. Bunu söyleyip söylememek konusunda kararsız kalsa da her an, her yerde o Dilara denen kadınla karşılaşma ihtimalleri olduğundan onları sevgili diye bilmesi Akasya için en iyisiydi.
         -Niye ki?
         -Böyle bilmesi daha iyi. Çünkü her an her yerde karşımıza çıkabilir. Sürekli Ulaş’ı takip ediyor çünkü. Nasıl haber alıyor bilmiyoruz ama babası nüfuzlu biri olduğundan bunun çok da zor olmadığını düşünüyorum ben. Ulaş nereye gitse ona anında haber uçuyordur eminim. Bir de bu kız şizofren. Kaç kere babasına kızının tedaviye ihtiyacı olduğunu söylediysek elimiz boş döndük. Çünkü aynı zamanda da iyi oyuncu bu kız. İlaçlarını aldığını söylüyor ya da bir süre onların gözü önünde mi alıyor artık bilemiyorum. Hepsi ikna oluyorlar hemen. Ama kızın hastaneye yatırılması lazım. Durumu ciddi bence.
         -Anladım.
         -Şu kafede oturalım mı? Kahvesi güzeldir.
         -Olur.
         Arabayı kafenin yanına parkedip indiler. Cam kenarında bir masaya oturup siparişlerini beklerken havadan sudan konuşuyorlardı. Bir ara Hakan’ın gözü açılan kapıya kaydı. İçeri gireni gördüğünde hemen eli Akasya’nın elini tuttu. Şaşıran Akasya:
         -Ne yapıyorsun? diye sordu.
         Akasya’nın elini dudaklarına doğru götürürken bir yandan da açıklamaya çalışıyordu Hakan;
         -Şiişşt… Dilara tam arkamızda bize bakıyor. Sakın belli etme, olur mu?
         -Nasıl ya? Gitmemiş mi?
         -Gitmeyeceğini biliyordum. Şimdi onu görmemiş gibi davranalım mı? Ben Ulaş’tan bahsedeceğim bir ara ama sen ilgisiz davran, tamam mı?
         -Tamam, dedi Akasya. Ne garip bir gündü bu böyle?!
         Bir yandan bunları konuşurken bir yandan da Akasya’nın elini iki avcu içine almış hem okşuyor hem de gözlerinin içine bakıyordu. Akasya başlarda gözlerini kaçırsa da Hakan, avcunun içine bir öpücük kondurduğunda çok şaşırdı. Ne yapacağını bilmez bir şekilde ona bakmaya başladı.
         Dilara, tam Akasya’nın arkasındaki masaya oturmuş ve onları dinliyordu. Hakan, Ulaş’tan bahsetmenin tam vaktidir diye düşünüp;
         -Ulaş’ın gitmesi kötü oldu ya, ne güzel eğlenecektik hep birlikte, dedi.
         -Niye gitti ki?
         -İşle ilgiliymiş. İmza falan dedi de anlamadım pek. Çok sinirliydi. Ne zamandır gece gündüz demeden bir ihale için çalışıyordu. O yüzden de uzun zamandır görüşemiyorduk. Herhalde onunla ilgiliydi.
         -Çağrı da gitti mi o zaman? Ortak demiştin onlar için.
         -Evet, bebeğim. O da gitti.
         Yine yapmıştı. Yine ona “bebeğim” demişti. Şu an oyun oynuyorlardı ama neden böyle baktığını da bir anlayabilseydi. Üstelik o öpücük de yalandan bir şey değildi. O kadar yumuşak, o kadar sıcaktı ki… Gözlerindeki parıltılara da anlam veremiyordu. Ona her baktığında ya da dokunduğunda ise içinin titremesine engel olamıyordu. Hakan ise ne ona bir şey söylüyor, ne de diğer erkekler gibi çok yakın olma çabası içine giriyordu. Bu yüzden nasıl davranması gerektiğine karar veremiyordu bir türlü Akasya? Eskiden kendisine yanaşmaya çalışan erkeklere isterse izin verir, istemezse tersler uzaklaşırdı oradan. Ama Hakan ne onlar gibiydi ne de o uzaklaşmak istiyordu. Ne kendisini bir şeye zorluyor ne de imada bulunuyordu. Ama en olmadık yerde de kendisini titretecek bir şey yapmadan da geri kalmıyordu. Onu bir türlü anlayamıyordu. Kendisini de anlayabildiğini söyleyemezdi gerçi. Onun davranışlarını anlamdıramazken kendisi de olumsuz bir tepki vermiyordu da olumlu anlama gelecek bir şey de yapmıyordu.
         Hakan bir yandan Dilara’yı izlerken bir yandan da Akasya’yı gözlemliyordu. Kendine hakim olamıyordu bugün ve bu kız da ona itiraz etmiyordu hiç. Yine de onu ürkütmekten korkuyordu. Oyun bile olsa ona böyle dokunmak, eline öpücük kondurmak, o güzel yeşil gözlerine bakmak harikaydı. Elinin değdiği yerden alev alev yükselen bir sıcaklık varken mantıklı şeyler düşünemiyordu da.
         Neyse ki bir süre sonra Dilara hesabı ödeyip kalktı. Bir süre sonra da onlar kalktılar. Otele varıncaya kadar da hiç konuşmadılar. İkisi de aralarındaki bu garip duruma bir ad koymaya çalışıyor gibiydi.
         Otele vardıklarında Hakan, resepsiyondan odalarının anahtarını aldı. Asansörde yukarı çıkarken Akasya’nın titrediğini farketti.
         -Üşüdün mü? dedi ceketini omuzlarına yerleştirirken.
         -Arabadan inince birden ürperdim.
         -Farketmedim, özür dilerim.
         -Önemli değil, dedi Akasya. Odalarının bulunduğu kata gelmişlerdi. Hakan kapıyı açıp Akasya’nın geçmesi için kenara çekildi.
         Akasya sade döşenmiş bu odayı sevdi. Yatak oldukça geniş görünüyordu. Hakan yatağın ucuna oturduğunda o hala odayı inceliyordu. Cama doğru ilerleyip manzarayı izlemeye başladı. Odaları arka taraftaki ormana doğru bakıyordu. Bu hem biraz ürkütücü hem de büyüleyici bir manzaraydı.
         -Duş almak ister misin Akasya? diye sordu Hakan.
         -Hımm… Şimdi değil, dedi Akasya. Hala çekiniyordu etrafta birileri varken duş almaktan.
         -Peki o zaman, ben girsem sorun olur mu? Banyoda işin var mıydı?
         -Dur o zaman, bir elimi yüzümü yıkayayım.
         -Peki.
        
         Akasya banyodan çıktığında Hakan çantasından temiz kıyafetlerini çıkarıyordu. Akasya gelip yatağın üzerine oturduğunda “Rahatına bak lütfen.” deyip banyoya yöneldi.

         Sıcak su iyi gelmişti. Giyinip çıktığında Akasya’nın yatağa uzanmış olduğunu gördü. Bir süre olduğu yerde kalıp onu seyretti. Sırtı ona dönük bir şekilde yatıyordu, düzenli nefes alış verişlerinden uyuduğunu anladı. Bir süre daha ayakta kaldıktan sonra gidip onu uyandırmayaya çalışarak o da yatağın öbür ucuna uzandı.

Tecavüz (Akasya) - 3. Bölüm

Sabah Hakan erkenden uyandı. Akşamdan küçük bir çantaya birkaç parça eşya koymuştu zaten. Hemen banyoya girip hızlıca bir duş aldı. Üzerine rahat bir şeyler geçirdikten sonra saatine baktı. Yedi buçuğa geliyordu saat. Akasya’yı uyandırsa iyi olacaktı. Bir buçuk saat sürecekti yol.
         Odasından çıkıp onun kapısına geldiğinde tam kapıyı çalacakken birden kapı açıldı. O kadar hızlı çıkmıştı ki Akasya, eli havada asılı kalmış olan Hakan ile çarpıştılar birden.
         -Uyanmışsın, ben de seni uyandırmak için gelmiştim, dedi Hakan.
         -Kahvaltı yapacağımızı söylediğin için erken kalkayım dedim. Tabii bir de yolun ne kadar sürebileceğine baktım telefonumdan. Duşumu aldım. Çantamı hazırladım. Yolculuğa hazırım.
         -Hadi o zaman. Bir an önce çıkalım.
         -Tamam, geliyorum hemen.
         Akasya, elinde çantasıyla kapının önüne geldiğinde Hakan da küçük bir çantayla kendisine doğru geliyordu. Yanına geldiğinde Akasya’nın çantasını da alıp kapıyı açtı. Asansöre bindiklerinde ikisi de çok sessizdi. Otoparka yönelip arabanın yanına gittiler. Hakan bagajı açıp elindeki çantaları içine bıraktı. Geçip yerine oturduğunda Akasya’nın çoktan oturmuş, kemerini bağlamış bir şekilde bekliyor buldu.
         Hakan, altına rahat bir siyah eşofman giymiş, üzerine de gözlerinin mavilerini daha da belirginleştiren mavi bir triko kazak geçirmişti. Ayağındaki spor ayakkabıları da kazağına uydurmuştu. Siyah güneş gözlüklerini de yakasına takmış Akasya’yı baştan aşağı süzüyordu.
         Akasya ise siyah bir eşofman takımı giymiş, hafif bir makyaj yapmış, saçlarını da at kuyruğu yapmıştı. Bu haliyle hem çok güzel hem de çok çocuksu görünüyordu. Hakan’ın baktıkça bakası geliyordu ve biraz daha böyle bakmaya devam ederse Akasya’nın tedirgin olacağını biliyordu. En sonunda:
         -Hazır mısın yolculuğa bakalım, dedi tatlı tatlı gülümseyerek.
         -Iıı… Sanırım değilim. Çok gerginim ya. Niye böyle oldu. Pöff…
         -Sakin ol canım. Güzel geçecek.
         -Ya geçmezse…
         -Bir şey olmayacak diyorum sana. Korkma lütfen.
         Ne yaparsa yapsın, ne söylerse söylesin Akasya’nın içinden bu korkusunu atamamasından korkuyordu Hakan. Onun bu hassas durumu için bir psikologa bile gitmişti. Ona yanlış bir davranışta bulunup incitmekten korkuyordu. Ona zarar vermek hayatta isteyeceği en son şeydi. Geçecekti bu ürkek hali elbette ama nasıl geçecekti, işte onu bilemiyordu.
         Çocukları da uyarmıştı zaten güzel bir dille gece. Akasya’yı sıkıştırmalarına izin vermeyeceğini açık açık yazmıştı hepsine. Kimsenin onu zorlayacak sorular soracağını düşünmüyordu. Çünkü Hakan’ın sinirli halinden çekinirdi hepsi de. Genelde sakin bir insan olsa da sinirlendiğinde çok kötü olabiliyordu maalesef. Cesaret edemezlerdi ileri gitmeye.
         -İstersen uyuyabilirsin. Bir saatten fazla sürecek zaten yolculuk.
         Bu sessizliğine katlanamıyordu Akasya’nın. Hep etrafında gülsün, cıvıldasın istiyordu. Gerildiğini hissettiğinden böyle söylemişti ama onunla sohbet etmeyi daha çok istiyordu doğrusu.
         -Yok, iyiyim ben böyle. Uykumu aldım gece. Hem sen bana arkadaşlarından bahsedecektin, unuttun mu?
         -Tamam canım. Nelerini merak ediyorsun? Sen sor, ben söyleyeyim.
         -Kimler, neciler ve nerede tanıştınız? Dedi gayet ciddi bir yüz ifadesiyle Akasya.
         Hakan gülmeden edemedi.
         -Hepsi üniversiteden arkadaşım. Ben okulda bir tiyatro grubu kurmuştum. Ulaş ve Çağrı ile aynı sınıftaydık zaten. Onlar da tiyatro grubundaydılar. Murat ve Mustafa ise Klasör isminde bir dergi çıkarıyordum orada yazıyorlardı. Ve tabii Elif de. Ali de öyle girdi zaten hayatımıza. Elif, turist rehberliği okudu bu arada. Ama çok küçük yaşlardan beri yazı yazıyormuş. Son senemizde de kitabı çıktı zaten. Duymuşsundur belki. Elif Ayvaz adı.
         -Aaa… Ben okudum onun kitabını. Masal, değil mi?
         -Evet, o.
         -Çok sevmiştim ben o kitabı. Çok etkilemişti beni. Çok heyecanlandım şimdi onunla tanışacağım için. Ayy, çok pardon… Hadi devam et sen.
         -Ali de işte bizim fotoğrafçımız. Fotoğrafçılıkta okuyordu zaten. İlan vermiştik bir tane, fotoğraflar işlerimizi halledecek birine ihtiyacımız var diye. Sonra da Ali girdi hayatımıza işte. Hem dergi için fotoğraf ve dizgi işlerimizi falan hallediyordu Ali hem de tiyatro için oyunların afişlerini ya da fotoğraf işlerini…
         -Hımm…
         -Elif’le Ali orada sevgili oldular zaten. O zamandan beri de sevgililer hala. Altı yıldır da devam ediyorlar. Ali, Elif’i evlenmeye ikna edemiyor bir türlü. Tabii kopamıyorlar da birbirlerinden. Birlikteliklerinin ikinci yılında birlikte yaşamaya başladılar. Elif’e göre zaten evlilermiş. Kağıtlara, yuvarlak halkalar içine hapsolmaya gerek yokmuş.
         -İlginç.
         -Biraz öyledir. Ama iyi kızdır. Mustafa da dergide yazıyordu. İşletme okudu o da. Şimdi babasının şirketinin başına geçti. Nişanlısı Yasemin de iş ortaklarının kızı. Çocukluklarından beri birbirlerine aşıklar. Yaza düğünleri olacak. Murat, Hale ile evlendi geçtiğimiz kış. Apar topar oldu her şey. O da iç mimar. Amerika’da çok büyük bir iş almıştı. Hale de iş aldığı şirkette çalışıyormuş. İlk görüşte aşık olmuşlar birbirlerine. Tanıştıktan hemen üç ay sonra evlendiler zaten. Hepsi bu kadar sanırım. Saymadığım kaldı mı?
         -Sen, dedi Akasya.
         -Benim uzun zamandır bir ilişkim yok. Dün gecede söyledim sana.
         -Niye peki?
         -…
         -İstemiyorsan anlatmayabilirsin.
         -Sorun değil canım. Artık hiç sorun değil.
         -…
         -Adı Ayşe’ydi. Bizim sınıftaydı o da. Üniversite birinci sınıfta çıkmaya başlamıştık. Benim bir arkadaşım vardı Yusuf diye. Hep üçümüz takılıyorduk. Yakındık Yusufla da. İşte ikinci sınıfın sonlarına doğru ben Ayşe’yi evinde Yusuf’la aynı yatakta yakaladım.
         -Ben… Ben özür dilerim Hakan.
         -Özür dileyecek bir şey yok ki canım. Kız gözümün içine baka baka arkadaşımla aldatıyormuş meğer beni. Çok uzun zamandır ilişkileri varmış da ben anlayamamışım. Benim biraz zor geçti o dönemim. Yani sarsılmıştım biraz. Hiçbir kıza güvenemiyordum. Sonra sonra aştım tabii ama başka birisiyle de olmadı. Yani ciddi bir ilişkim olmadı ya da ben istemedim. Ne bileyim.
         İkisi de sessizliğe bürünmüştü. Çıt çıkmıyordu arabanın içinde. Dayanamadı Hakan bu sessizliğe. Radyoda güzel bir müzik ayarladı. Akasya camdan dışarısını izliyordu. Ne söyleyeceğini bilemez gibi bir hali vardı sanki. Zorlamamaya karar verdi Hakan.
         Araba yavaşça durduğunda başını çevirdi Akasya. Hakan, gözlerinin taa en içine bakıp:
         -Geldik, dedi.
         …
         Arabadan indiklerinde herkesin çoktan gelmiş olduğunu gördü Hakan. -Herkes çoktan gelmiş, dedi Hakan.
         -Hadi oğlum, neredesiniz ya! Öldük açlıktan, diye bağırdı Ulaş.
         -Az bekle be sabırsız! Geldik ya işte, dedi Hakan gülümseyerek.
         Akasya, üzerindeki bakışlardan rahatsız olmuştu biraz. O yüzden geride durmayı tercih ediyordu. Hakan yavaşça kendisine dönüp cesaret verircesine gülümsedi.
         -Hadi canım. Bu adamlar biraz daha aç kalırlarsa bizi de yerler, dedi yine sımsıcak gülümseyerek.
         -Tamam, dedi Akasya.
         Bir yandan masadakileri incelerken bir yandan da etrafına bakınıyordu. Burası çok şirin bir yerdi. Daha ilk görüşte sevmişti burayı. Tek katlı olarak inşa edilmiş yapının içine gelişigüzel masalar atılmış olsa da onlar bahçede oturup güzel havanın tadını çıkarmaya karar vermişlerdi. Yan tarafta birkaç masa daha doluydu. İçeride de iki masanın dolu olduğunu görebiliyordu Akasya. Binanın arka tarafında ise otel olduğunu tahmin ettiği başka bir bina daha vardı. Orası da tıpkı bu bina gibi her yerinden çiçekler fışkıran bir şirinlik abidesiydi adeta.
         Hakan cesaret verircesine elini sırtına koymuştu. Akasya cesaretten başka her şeyi alıyordu şu an o elden. Çünkü Hakan’ın elini koyduğu yerden dalga dalga bir sıcaklık yayılıyordu vücuduna ve bu sıcaklık da sağlıklı düşünmesini engelliyor, gözlerini bulanıklaştırıyordu.
         -Saçmalama Akasya, diye bağırdı içinden kendine. Kendine gel. Biraz sonra normal bir hayata adım atacak ve bir sürü normal insanla tanışacaksın. Ama sen sırtındaki eli mi düşünüyorsun sadece?! Bi’ kendine gel artık!
         Akasya içinde kendiyle mücadele ederken çoktan masaya varmışlardı bile. Hakan onu yanındaki sandalyeye oturtmuş, kendi de oturduktan sonra sandalyesini biraz kendine doğru çekmişti. Hepsi meraklı gözlerle ikisini süzüyordu şimdi. biraz daha konuşmazsa bu delilerden birinin bomba gibi patlayacağından emin olduğundan bir an önce konuşmaya karar verdi.
         -Siz ne kadar erken gelmişsiniz böyle. Oysa ilk gelen biz oluruz diye düşünmüştüm ben, dedi Akasya’ya da gülümseyerek. Onun da kendisine dönerek belli belirsiz gülümsediğini gördü sonra. Bu kadarıyla bile içi mutlulukla dolmuştu.
         -Sizi bekletmek istemedik, dedi Ulaş ağzına bir salatalık atarken.
         -İyi bakalım, dedi Hakan. Sizi Akasya’yı tanıştırayım. Kendisi Marmara Üniversitesi’nde Tıp okuyor. Akasya, bunlar da Murat ve eşi Hale, dedi.
         -Memnum oldum, dedi Akasya.
         -Biz de memnun oldum canım, dedi Hale. Eli Murat’ın elinin üzerindeydi. Onu sahiplenir bir yanı vardı. Gülümsedi Akasya. Hale’nin gözlerinin de bir süre sonra yumuşadığını gördü.
         Hale’ye göre her dişi Murat’la arasına girebilecek potansiyel tehlikeydi. Akasya için de önyargısı vardı ama ilk dakikadan yok olmuştu bile. Çünkü Hakan’ın Akasya’ya nasıl baktığını görmüştü. O aşık bir adamı kırk metre öteden bile tanıyabilirdi. Çünkü kendisi de aşık bir adama sahipti. Her ne kadar Murat’ı deli gibi kıskansa da aslında ona çok da güvenirdi. O sadece etrafındaki kadınlara güvenmiyordu. Ama Akasya’dan tehlike sinyali almamış ve hemencecik sevmişti bu kızı.
-Akasya. Ali ve Elif’i, dedi diğer çifti göstererek.
-Memnun olduk, dediler ikisi de aynı anda. Elif, uzun düz saçlara sahip beyaz tenli bir kızdı. Gözleri çekik olduğu için bir an onun Japon olduğunu düşündü Akasya. Gülüşü çok güzel diye düşündü sonra. Ali de Hakan gibi masmavi gözlere sahipti. Çok yakışıklı görünüyordu. Elif ile birbirlerine çok benziyorlardı ilk bakışta.
-Bunlar da Mustafa ve nişanlısı Yasemin diye düşüncelerini böldü Hakan.
         -Nişanlısı değilim ben onun! diye çıkıştı hemen Yasemin. Doğal sarı saçları ve mavi gözleriyle gerçekten güzel bir kızdı. Mustafa ise oturduğu yerden bile iri yarı olduğunu belli eden cüssesiyle gerçekten çekici duruyordu. Kumral dağınık saçlarıyla kahverengi gözleri muhteşem bir uyum içindeydi. Yasemin ile birbirlerine çok yakıştıklarını düşündü Akasya.
         -Nasıl ya, yine mi kavga ettiniz, diye sordu Hakan şaşırarak.
         -Dün nikâhımız kıyıldı bizim, dedi sırıtarak.
         Masadakilerin hepsi şok olmuş bir şekilde yeni evli çifte bakıyordu şimdi. Mustafa dayanamayarak olaya el attı hemen:
         -Aşkım, öyle pat diye söylenir mi?! Bak hepsi şok oldu, dondu kaldı.
         Hani daha vardı nikâha diye sordu Murat.
         -Bekleyemedim abi ya. Nihat Baba birlikteyken bu kadar karışmıyordu görüşmemize. Nişanlandıktan sonra ateşle barut yanyana durmaz diye diye peşimizden ayrılmıyordu. Cinnet geçirecektim artık. Sevgilimin yüzünü göremiyordum ya. Dün sabah evden kaçırdım, bastım nikâhı!
         Yasemin de dâhil olmak üzere hepsi kahkahayla gülüyordu şimdi. Herkes iyi yapmışsın diye destek bile verdi. Akasya da gülümseyerek bu güzel çifti tebrik etti.
         -Eee, Nihat Amca öğrenince ne olacak peki?
         -Söyledik dün, dedi Yasemin. Ailemden gizli bir şey yapmayı sevmem, dedi kıkırdayarak. Ama Mustafa’nın da dediği gibi birbirimizin yüzünü göremiyorduk artık babamın baskısı yüzünden ki normalde hiç öyle bir insna değildi. Bir anda beni kıskanacağı tuttu. Mustafa da gizlice işlemleri halletmiş, sabah resmen beni kaçırdı. Baştan kızdım ama sonra hak verdim. Biz de haklıyız, sonuçta koskoca insanlarız. Babamın yaptığı da ayıp şimdi. Ama akşamına gidip söyledik. Kızdı tabii. Ama artık bir şey diyemiyor, dedi yine kıkırdayarak.
         Ulaş’la Çağrı daha fazla dayanamayarak aynı anda kıpırdanmaya başladılar.
         -Öhhö, öhöö… dedi Ulaş.
         -Canım, bu yakışıklı arkadaş Ulaş, diğer yakışıklımız da Çağrı, dedi Hakan kendini affettirmeye çalışarak. Mustafa ve Yasemin’in meselesine dalıp çocukları tanıştırmayı unutmuştu.
         -Memnun oldum, dedi Akasya yine o güzel gülümsemesiyle birlikte.
         Ulaş’la Çağrı da bir ağızdan “Biz de!” deyip kahvaltılarına döndüler.
         Akasya, işte yine yaptı, yine bana “canım” dedi diye geçiriyordu içinden. Bir yandan da masada konuşulanlara ayak uydurmaya aynı zamanda da bir şeyler yemeye çalışıyordu. Gerçekten acıkmıştı.
         -Bu masada eksik yok mu? dedi Hakan bir süre sonra. Bütün gözler ona çevrilmişti şimdi.
         -Ne eksiği, dedi Çağrı.
         -Hani sizin kızlar?
         -Ya oğlum ne adamsın ya! İlk günden kız kötü tanımasın bizi dedik ama yine yaranamadık iyi mi! Ben sana dedim Ulaş. Çağıracaktık kızları.
         -Yok kalsın abi. O olaydan sonra ben tövbe ettim. Ruh eşimi bulmadan kimseyle birlikte olmayacağım artık.
         Bir an tüm masa sessizlikle kaplandı. Sonra da hep bir ağızdan kahkaha koptu. Hepsi deli gibi gülüyordu Ulaş’ın bu dediğine. Sadece Ulaş ve Akasya gülmüyordu. Ulaş sinirden, Akasya’da şaşkınlıktan.
         -Sen bu dediğine inanıyor musun şimdi, dedi Çağrı.
         -Sen sus ya! Senin yüzünden adım çapkına çıktı zaten. Senle de takılamayacağım bundan sonra.
         Herkes katıla katıla gülerken Akasya hala anlamamış gözlerle onlara bakıyordu. Hakan dayanamayarak kulağına eğildi:
         -Çağrı’nın ayarladığı kızlardan biri Ulaş’ın başına bela oldu da bir süre önce. Nereye gitse peşinde. Hatta her an bir köşeden çıkıp aramıza bile katılabilir, dedi gülerek. O yüzden tövbe ettiğini söylüyor kendisi ama biz inanmıyoruz.
         Şimdi Akasya da gülüyordu. Hepsi iyi insanlara benziyorlar ve çok eğlencelilerdi.
         Güle eğlene kahvaltı yaptıktan sonra hepsi birer Türk kahvesi söylediler. Kahvelerini içtikten sonra Hale ve Yasemin fal bakmaya başladılar. Erkekler de bir tarafta futbol muhabbetti yapıyorlardı.
         Elif ile Akasya ise kitaplardan bahsediyorlardı. Birçok ortak yazar sevdiklerini fark etmişler ve sohbetlerini koyulaştırmışlardı.
         O sırada Ulaş ve Murat yürüyüş yapma fikrini ortaya attılar ve bir hareketlenme oldu masada.
         -Herkes dünden hazırmış meğer dedi Hale güzel karamel saçlarını sallayarak.
         Herkes sevdiğini kolunun altına alırken Ulaş ve Çağrı yalnız olduklarından birbirlerinin koluna girmiş en önden ilerliyorlar ve iş ile ilgili bir şeyler konuşuyorlardı. Arada sırada arkalarına dönüp dalga geçenlere de laf yetiştirmeyi ihmal etmiyorlardı.
         Hakan ve Akasya en arkada kalmış, yan yana yavaş adımlarla grubu takip ediyordu. İkisi de sessizdi. Akasya sessizliği bozarak;
         -Arkadaşlarını sevdim, dedi.
         Hakan derin bir nefes vererek “Oh ya, bu benim için çok önemliydi” dedi.
         Sonra havadan sudan konuşarak yürümeye devam ettiler.
         Hepsi yorulup gölet kenarındaki masalardan birine oturduğunda akşam ne yiyeceklerinden bahsediyorlardı. Hale, Akasya’ya dönerek;
         -Canım kalacağımız otelin aşçısı mükemmeldir. O yüzden şimdiden karar vermeye çalışıyoruz.
         Elif araya girerek,
         -Sahi siz kalmaya karar verdiniz mi, dedi. Bugün çok kalabalık burası. Bir an önce kararınızı verseniz iyi olur bence.
         -Akasya ne derse o olacak bugün, dedi Hakan.
         -Aslında kalabiliriz, dedi Akasya. Burayı çok sevmişti. Bu kalabalığın arasına girmek de ona iyi gelmişti. Köşe bucak kaçtığı insanlar gibi bakmıyordu hiçbirisi.
         Hakan’ın gözleri mutlulukla parlıyordu. Akasya dönmek isteyecek diye çok korkuyordu doğrusu. Neyse ki kabul etmişti. İçinden onunla burada biraz daha yakınlaşmayı diledi.
         -Hadi o zaman, bir an önce gidip odalarımızı ayırtalım. dedi.
         …
         Otele vardıklarında tek bir boş oda kaldığını onunda çift kişilik olduğunu öğrendiler. Akasya biraz panik olmuş, Hakan da Akasya ya gitmek isterse diye suratını asmıştı.
         -Ne yapalım canım? Bu civarda başka otel yok. Bir tane var ama çok uzakta. İstersen dönebiliriz ya da sen kalırsın odada ben de oğlanların yanında kalırım, ha?
         -Bilmiyorum.
         -Keşke ne olur ne olmaz diye rezervasyon yaptırsaydık. Ben böyle olacağını düşünemedim hiç.
         -Kalacağız dedik arkadaşlarına da. Ayıp olur şimdi kalmazsak da. Yatak ayrılmıyor mu ki acaba?
         -Tek yatak efendim, dedi resepsiyonist.
         -Hımm, dedi Akasya. Hem kalmak hem de kalmamak istiyordu ama Hakan’ın daha fazla kedi yavrusu gibi bakmasına dayanamayıp kalmak şıkkını seçti.
         -Tamam, tutalım o odayı ama sen kanepede yatarsın, ona göre.    
         -Kabul, dedi Hakan dişlerini göstererek gülerken.

         …