Geçti.
İnandırmak istediklerine öyle bir inandım ki nefretin sınır kapısındayım! Sen
kazandın! :) O kuyunda mutlu yalnızlıklar.
Öyle bir anlattın ki kendini –doğru
olmadığını bilsem de- inandım artık sana.
Doğru, kendim
yazdım kendim oynadım bu oyunu ben. Başından beri istemediğini söyledin zaten
sen. Ama bir türlü anlatamadığım, senin bir türlü anlamadığın bir şey var ki; o
da benim bu aşkı atabilmek için içimden yine sana gelmem. Yani senden aşk
dilendiğim falan yoktu benim. Beni bu kadar rahatsız ettiği için, olmasını
istemediğim için anlattım sana ya da arkadaşlarıma. O kadar yazdım çizdim
üzerinde bu yüzden.
“Boynumdaki şiir tasmasını kıracağım.
Kıracağım şiirin ince bileğini. Sana da boş zarflar yollayacağım. Nusaybin’deki
tüm sokaklara kimsesiz posta kutuları çakacağım. Not etmen için o sorunsuz,
biricik hayatını. Eminim büyük bir gururla imzalarsın son cümleyi. İçimde, bir
diğerini eksilttiğini fark etmeden.
Seni saksızda çürüyen pis kokulu
papatyaların suyuna boşaltacağım. Ve lanet olsun ki bana, o suyu susuz kalmış
bir yetim gibi soluksuz içeceğim.”*
Ama her şeyi bitirmeden önce bir yazın
daha var yazılacak. Jübilem olacak bu sana. Ondan sonra yok olacaksın! Bekle…
*Umay Umay