Öykümsüleri, arada bir pesimist söylemleri, şiir kırmaları, sövgüler ve es noktaları...
Okuyucuma!
Sağlam dişler, bir de sağlam mide-
Budur dileğim senin için!
Sindirebildinse kitabımı,
Barıştı demektir benimle yıldızın!
Nietzsche
Tecavüz (Akasya) - 13. Bölüm
Yemekten
sonra masayı topladılar birlikte. Hakan bulaşıkları makineye yerleştirmeye
yardım etmek istese de Akasya kabul etmedi. Zaten yemeği o hazırlamıştı, bu
kadarcık işi de kendisi yapsa bir şey olmazdı. Bulaşıkları makineye
yerleştirdikten sonra birer kahve yaptı kendilerine. Hakan’ın yanına gittiğinde
elinde bir sürü kâğıt olduğunu gördü.
-Kahve yaptım bize, dedi. Bir yandan da
adamın elindeki kâğıtlara bakıyordu. Ne ki onlar? Diye sordu merakına yenilip.
-Çocukların ödevleri canım, diye cevap
verdi Hakan kahvesinden bir yudum alırken. Eline sağlık bitanem, yine çok güzel
olmuş.
-Afiyet olsun, diyerek gülümsedi kız.
Biraz daha birlikte oturduktan sonra
Akasya yarınki derse hazırlanmak için odasına gitti. Bu zor bir dersti ve
önceden çalışmak gerekiyordu hep. Bir süre geçmiş derslerde işlenenlere göz
gezdirdikten sonra yarın işlenecek olan konuya da baktı biraz. Daha sonra
aklına gelen şeyle sıkıntıyla iç çekti. Hakan’la yaşamaya başladığından beri
bir yerde çalışmıyordu. Haliyle parası yoktu. Biraz birikmişi vardı ama o da
biteli çok oluyordu. Daha önce Yeşim’den borç para istemişti ama daha fazla
ondan isteyemezdi. Cem de biraz vermişti ama o para da bitmişti işte. Hakan eve
taşınırken her ihtiyacını düşünüp almış olsa da bu durum farklıydı. Tıp öğrencisi
olmanın en kötü yanı buydu belki de. İhtiyacın hiç bitmiyordu. Yine yeni
kitaplar alması gerekiyordu işte ama yine her zaman olduğu gibi çok pahalıydı
bu kitaplar. Ondan para isteyemezdi. Sevgili olmaları ondan para isteyebileceği
anlamına gelmiyordu ki. Yeniden iç geçirdi sıkıntıyla. Cem’e başvurmalıydı bir
kere daha. Arama tuşuna basıp beklemeye başladı hatta.
-Efendim Akasya, diye açtı telefonu
ikinci kez çalışta Cem.
-Cem. Merhaba, nasılsın? dedi Akasya
yerinde sıkıntıyla kımıldayarak.
-İyiyim ya ne olsun. Bir iş aldım da
onunla uğraşıyordum ne zamandır. Cem web tasarımcısıydı. Lisede bu bölümü
okumuş sonra alan değiştirmeye karar verip iki yıl dershaneye gittikten sonra
tıp okumaya başlamıştı. Ama bunu da ek iş olarak devam ettirmişti. Çok iyi bir
müşteri skalasına sahipti ve ailesinden hiç yardım almadan okuyabiliyordu.
-Hımm, kolay gelsin.
-Sağ ol canım. Sen ne için aramıştın
beni?
-Şeyy… Ben…
-Akasya’cım, söyle hadi canım. Bir
sıkıntın mı var?
-Ben, bana biraz daha borç verebilir
misin diye soracaktım. Söz veriyorum en kısa zamanda ödeyeceğim Cem. İş
arıyorum zaten.
-Of Akasya, ne diye ıkınıp
sıkılıyorsun. Ne kadar istiyorsan söyle. Hemen atayım hesabına.
-Aslansın sen Cem. İki yüz lira yeter
canım. En kısa sürede ödeyeceğim valla. Söz.
-Tamam tamam. Ama bir şey soracağım.
Senin sevgilin yok mu canım, niye borç alıyorsun ki?
-Ya Cem ondan nasıl para ist…
Akasya başını çevirdiği anda Hakan’ın
sinirli bakan gözleriyle karşı karşıya kalmıştı. Yutkunmaya çalışırken bir
yandan da Cem’le konuşuyordu.
-Cem ben seni sonra arayacağım, tamam
mı? deyip telefonu kapattı hemen. Hakan çok sinirli bakıyordu. Ne kadarını
duymuştu acaba? Ne diyeceğini bilemez bir halde ona baktı.
-Sanırım bana bir açıklama borçlusun,
dedi Hakan gözlerini bir kez bile kırpmadan. Sesi de biraz sert çıkmıştı sanki.
-N-ne kadarını duydun, diye
sorabilmişti sadece Akasya zorlukla. Onu daha önce böyle görmediği için biraz
şaşkındı. O biraz sanki biraz sinirliydi ve bu kadarı bile Akasya’yı korkutmaya
yetmişti. Sakin bir adam olarak tanımladığı adam nereye gitmişti ki?
-Öncelikle Cem kim ve ondan neden borç
istiyordun?
-Hepsini duymuşsun, deyip derin bir
çekti genç kız. Korkuyordu ama ondan bir şey saklamaması gerektiğini de çok iyi
biliyordu. Yeniden derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı. “Cem, benim sınıf
arkadaşım ve benim param yoktu. Yani o yüzden ondan istedim.”
Hakan duyduklarına o kadar şaşırmıştı
ki. Bu kız onun sevgilisi değil miydi? Neden elin adamından borç istiyordu.
Sinirin dalga dalga vücuduna yayıldığını hissedebiliyordu şu an. Kimdi bu Cem
Allah aşkına, nereden çıkmıştı böyle durduk yerde?
-Paran yoksa neden bana söylemiyorsun
Akasya. Ha söylesene! Hem kim bu Cem, nereden çıktı?! diye kükredi Hakan. Evet,
resmen kükremişti. İyi ama neden bu kadar sinirlenmişti ki.
Hakan birden bağırınca sıçramıştı
resmen yerinde Akasya. Üstelik ona hep Asya diye hitap eden adam şimdi Akasya
diyordu. Kalbini bir el sıkmaya başlamıştı bile.
-Cem, Cem benim sınıf arkadaşım
ca-canım. Birinci sınıftan beri. Yani o, o zamandan beri hep Yeşim’e âşık. Yani
bizim aramızda öyle bir şey yok. Sen benim sevgilimsin. Ama. Ama ben senden
nasıl para isteyebilirim ki. Zaten benim için bir sürü şey yaptın sen. Nasıl
derim Hakan?! Ben iş arıyorum zaten. Çalışmaya başlayınca öde-ödeyecektim
hepsini.
Ayakta zor duruyordu şimdi Akasya.
Gözünden bir damla yaşın akmasını engelleyememişti. Hakan’ın bu halini daha
önce hiç görmediğinden hem korkmuş hem de onu yanlış anladığını düşünmüştü.
Hakan kızın açıklamasını dinledikten
sonra derin bir nefes aldı ve bir adım daha yaklaştı ona. Ağladığını görünce
içi sızlamıştı resmen.
-Şişşt ağlama ama bebeğim. Ben birden
öyle Cem falan diye bahsedince sen sinirlendim. Kıskandım galiba. Şey aslında
korktum da, deyip yatağın üzerine oturup sırtını yatak başlığına dayadı. Bunu
yaptıktan sonra Akasya’yı da kucağına çekmişti. Kızın yüzündeki ıslaklığı
başparmağıyla silerken bir yandan da onu teselli etmeye çalışıyordu. “Ağlama
n’olur. Özür dilerim.” dedi yeniden.
Akasya dayanamayıp başını Hakan’ın boyun
çukuruna gömdü. Ağlamıyordu ama seyrek de olsa iç çekiyordu. Hakan bir yandan
sırtını okşarken bir yandan da saçlarıyla oynuyordu şimdi. Nasıl anlayıp
dinlemeden parlamıştı öyle doğrusu kendine şaşıyordu. O hep sakin bir adam
olmuştu ama Akasya’nın ağzından başka bir adamın adı dökülünce çıldırmıştı
resmen. Daha önce böyle bir duygu tatmamıştı hiç. Ama adamın adı bile
kıskançlık damarının kabarmasına yetmişti işte. Akasya kucağında birkaç kez
kıpırdanınca sormadan edemedi:
-İyi misin canım?
Başını sallamakla yetindi sadece
Akasya. Hakan kıskanmıştı onu. Normalde kıskanan ve kısıtlayan erkeklerden
hoşlanmazdı ama Hakan’ın onu sahiplenmesi ve kıskanması hoşuna gidiyordu. Ama
kendisini yanlış anlamasından korkmuştu işte. Üstelik onu en çok üzen şey de Hakan’ın
hep yaptığı gibi kendisine Asya değil de Akasya diye hitap etmesiydi. Evet, bu
onun adıydı ama canını acıtmıştı işte nedense.
-Affet beni bebeğim. Anlayıp dinlemeden
öyle bağırmamalıydım sana. Gerçekten çok özür dilerim. Ama ben senin hiç paran
olmadığını düşünemedim. Ne olur bunun için de affet beni. Sana sormam gerekirdi
bunu.
-Ben iş arıyorum. En yakın zamanda
çalışmaya başlayacağım, demişti Akasya. Hala yüzüne bakamıyordu Hakan’ın.
Başını önüne eğdiğinden sesi boğuk çıkmıştı.
-Tatlım ben çalışmanı istemiyorum.
Okulunun aksamasını da istemiyorum.
-Ama…
-Şişştt… Beni bir dinle önce. Aslında
ben senin benden utandığını düşündüğüm için bu para olayını hiç açmamıştım ama
senin odan da dâhil olmak üzere bir sürü yerde para bulunduruyordum hep.
-Na-nasıl?!
-Hiç mi fark etmedin Asya?
Başını sağa sola sallamakla yetindi
Akasya.
-Televizyon ünitesinin çekmecesinde
kumandaların yanında, kapının oradaki kâsenin içinde bile var. Benim odamdaki
senin tarafındaki komodinin çekmecesinde de var.
-Ama ben onları alamazdım ki… Hem hiç
dikkat etmedim.
-Ta-mam. Anlıyorum seni. İyi ama kendi
odandaki para senindir.
-Görmedim ki hiç.
-Gel buraya, deyip kızı makyaj
masasının yanına götürdü. Çekmecesinden küçük bir kutu çıkardı. İçinde bir sürü
para ve bir adet kredi kartı vardı. Şifresi de küçük bir kâğıtta yazıyordu.
“Gerçekten bunu da görmedin mi?”
Hayır anlamında başını salladı yine
Akasya. Bu ev onundu. Sevgilisi olsalar bile ona ait hiçbir şeyi
kurcalayamazdı. Başını önüne eğmiş düşünürken Hakan’ın eliyle çenesini kaldırdı
ve Hakan’ın gözlerine bakmak zorunda kaldı.
-Bak tatlım. Sen benim sevgilimsin. Sen
benim evleneceğim kadınsın. Beni anlıyor musun? Benim neyim varsa senin. Şimdi
bu kartı ve paraları cüzdanına koy olur mu?
-Ama…
-Asya lütfen. Üzme beni. Zaten aptal
adamın tekiyim ben. Ben sürekli bu yerlere para koyuyorum ama bir kez bile o
paralara dikkatli bakmadım ki alıyor musun diye ya da sana sormadım ki paraya
ihtiyacın var mı diye. Kendimden nefret ediyorum seni böyle üzdüğüm için. Söyle
bana başka kime, ne kadar borcun var?
-Yeşim’e beş yüz lira, Cem’ de iki yüz
lira, dedi utanarak. Şeyy… Bugün istediğim parayı da yolladıysa dört yüz lira
oldu.
-Ah Asya ah. Bundan sonra ped bile
alman gerekse benim haberim olacak, anlıyor musun beni?!
İnanamayan gözlerle bakıyordu Akasya,
Hakan’a. Daha nelerdi artık.
-Bakma bana öyle! Hadi ben koca bir
aptalım. Sen nasıl bana söylemezsin tüm bunları. Aslında seni dizlerime yatırıp
dövmem lazım şimdi ama dua et ki kıyamıyorum.
Akasya ise hala inanmaz gözlerle
Hakan’a bakmaya devam ediyordu.
-Neyse sevgilim. Geç oldu. Hadi artık
yatalım. Bu arada yarın o borç olayını kapatıyorsun sen de. Bak akşam
soracağım. Sakın beni atlatacağını sanma. Şimdi ben duş almaya gidiyorum. Sen
de çok geç olmadan yanıma gel, olur mu deyip yanağına kocaman bir öpücük
kondurdu kızın.
Kapıdan çıktığında hala aynı yerde
durmaya devam ediyordu genç kız. Bu gece nasıl bir şeydi böyle? Hakan onu
yanlış anladı diye korkarken nereye gelmişlerdi. “Çalışmanı istemiyorum.”
demişti. Her şeyden önemlisi de “Evleneceğim kızsın.” demişti. Hakan onunla
evlenmek istiyordu. Dayanamayıp midesinden havalanan kelebeklere bir selam
çaktı. O da evlenebilecekti. Bu adam hem onu seviyor hem de onunla evlenmek
istiyordu. Hem de her şeyini bilmesine rağmen. Her şeye rağmen.
Tecavüz (Akasya) - 12. Bölüm
Akasya
okula döndüğü günden beri deli gibi ders çalışıyordu. Okulu bırakmadan önce
okul birinciliğine oynuyordu ama bırakınca her şey dağılmıştı tabii. Fakat
kararlıydı. Her şeyi toparlayacaktı. Arık savrulmayacaktı. Hakan dokunduğu her
yarasını iyileştirirken onun tek yapması gereken derslerine çalışmaktı nasılsa.
Okula dönünce bölüm başkanı Haldun Hoca
önce iyi bir azar çekmişti Akasya’ya. Hakan’la o gün geldiklerinde de bağırıp
çağırmıştı yeterince ama döndüğünden beri de önce azarlıyor sonra da eksik
olduğu konuları anlaması için sabırla ona ders çalıştırıyordu.
Haldun Hoca’nın hiç çocuğu olmamıştı
ama Akasya’yı kendi kızı gibi severdi. Başına gelen olayları da bildiğinden
onunla hep yakından ilgilenmişti. Aslında Akasya’yı geri kazanabilmek için çok
savaşmıştı ama Akasya’da katır inadı olduğundan başkalarını dinlemediği gibi
hocasını da dinlememişti. Ama şimdi yeniden dönmüştü işte Hakan sayesinde.
Evet, her şey Hakan sayesinde olmuştu.
İlk geldiklerinde Haldun Hoca, Akasya’yı daha odasına girer girmez bağıra
çağıra odasından kovmuştu. Akasya, bu adamı sadece hocası olarak değil aynı
zamanda amcası gibi görüyordu. Çünkü kendisi babasının en yakın arkadaşıydı bir
zamanlar. Onun böyle bir tepki vereceğini bilse de gözyaşlarını tutamamıştı
yine de odadan çıkarken. Ama Hakan onu öyle görür görmez hemen odaya dalmıştı.
Haldun Hoca bir süre de Hakan’a bağırmıştı. Akasya bir hışımla yeniden odaya
dalmıştı o zaman. Hakan’ın ne suçu vardı ki. Ama Hakan gelip önünde durmuştu
genç kızın. Harfi harfine hatırlıyordu o gün kulağına ne söylediğinin. “Canım benim, sakın korkma olur mu? Ben her
şeyi yoluna koyacağım, tamam mı? Sana söz veriyorum. Hem bu adam seni gerçekten
seviyor bence. Gözlerinden belli bu. Seni affedecektir. Hiç üzülme sen. Hadi
şimdi beni dışarıda bekle biraz. Ben onunla yalnız konuşacağım.”
Bir
yarım saat sonra Hakan odadan çıkıp hala burnunu çekmekte olan Akasya’yla
birlikte yeniden odaya girmişti. Haldun Hoca “Ne dersem yapacaksın ve sözümden
çıkmayacaksın!” demişti parmağını yüzüne doğru sallayarak. “Söz!” demişti
Akasya da büyük bir heyecanla. O günden beri her gün eksiksiz bir şekilde aynı
şeyi yaşıyordu işte. Önce azarını yiyor sonra da eksik olduğu yerleri
hocasından dinliyordu. Hocası gittikten sonra da kütüphanede geç saatlere kadar
çalışıyordu. Hocası onu ara ara girdiği ameliyatlara da sokuyordu. Bazen sadece
izlemesini istese de bazen de küçük görevler veriyordu. Akşamları bazen Hakan
almaya geliyordu Akasya’yı. O zamanlar genelde dışarıda yemek yiyorlar sonra da
ya sinemaya ya da tiyatroya gidiyorlardı. Ama çoğu zaman Akasya eve kendisi
gidiyordu çünkü ikisinin de okulları birbirine çok ters yerlerdeydi.
Dışarıdan bakıldığında başkalarına göre
çok sakin belki de çok sıkıcı bir hayatları olsa da Akasya bundan son derece
memnundu. Hakan zaten yapı itibariyle sakin bir adamdı ve Akasya’nın da
ihtiyacı olan şey tam olarak buydu. Çok uzun zamandır içinde olan duygu sadece
durmaktı. Öylece hiçbir şey yapmadan durmak. Aslında sabah uyanıp gece
uyuyuncaya kadar sürekli bir koşturmaca içinde olsa da o kötü günlerindeki his
yoktu içinde. Artık oradan oraya hızla savruluyormuş gibi hissetmiyordu. Bu
yüzden mutluydu işte.
Bugün de kütüphanede geç saatlere kadar
çalışmış ve eve dönüyordu. Başını otobüsün camına yaslamış düşünüyordu bir
yandan da. Meğer bile isteye acılarına ne çok acı istemişti.
Eve vardığında Hakan’ın çoktan gelmiş
ve mutfakta bir şeyler yaptığını fark etti. Kim önce gelirse mutfağa o
giriyordu.
-Ben
geldimmm… dedi bir yandan ayakkabılarını çıkarıp terliklerini giyerken.
-Hoş geldin bebeğim. dedi Hakan
içeriden.
-Hoş buldum, diyerek kocaman bir öpücük
bıraktı sevdiği adamın yanağına Akasya. Ne pişiriyorsun bakalım?
-Balık yapıyorum canım.
-Süper. Ne zamandır canım istiyordu.
Salata yapayım o zaman ben de, dediğinde Hakan’ın başını tezgâha doğru
çevirince o da oraya baktı. Zaten sen onu da yapmışsın. E bana iş kalmadı mı?
-Sofrayı kurabilirsin canım.
-Hemen yapıyorum.
Akasya sofrayı kurduktan sonra içeriden
seslendi:
-Burada her şey hazır ve bu kız çok aç
ve ve o balık oh mis gibi kokuyor.
-Pişti canım, getiriyorum şimdi.
Hakan balıkları masaya getirdiğinde
tabaklarına aldılar ve sessizce yemeğe başladılar. Sessizliği ilk bozan Akasya
olmuştu. Yine. Bu kızın sürekli heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatmasına
bayılıyordu Hakan.
-Hımm, çok güzel olmuş. Eline sağlık
canım.
-Afiyet olsun bebeğim. Ee anlat bakalım
günün nasıl geçti.
-Aynı. Önce azarladı Haldun Hoca sonra
da ders çalıştık. Sonra ben yalnız çalıştım, dedi omzunu silkerek.
Hakan, Akasya’nın elini tutarak:
-Üzülmüyorsun değil mi sana böyle
davranıyor diye. Ne yapıyorsa seni çok sevdiğinden yapıyor.
-Yok, üzülmüyorum. Alıştım sanırım,
dedi Akasya gülümseyerek.
-İyi bakalım. Hadi soğutmadan yiyelim,
dedi Hakan önündeki balığa dönerken.
Tecavüz (Akasya) - 11. Bölüm
-AKASYA-
Sorunsuz
geçen bir yolculuktan sonra nihayet İstanbul’a varabilmişlerdi. Akasya ellerini
göğsünde birleştirmiş bir şekilde arabada uyuyakalmıştı. Hakan arabadan indikten
sonra Akasya’nın kapısını açıp onu kucağına aldıktan sonra eve doğru yürümeye
başladı. Eve girdiklerinde doğruca onu kendi odasına götürüp yatağına yatırdı.
Üzerini ince bir battaniye ile örtüp odadan çıktı. Artık hep yanında yatmalıydı
çünkü.
Yaklaşık
bir saat kadar sonra Akasya gözlerini araladığında bir yatakta olduğunu fark
etti. Hızlıca etrafına göz gezdirdikten sonra burasının Hakan’ın odası
olduğunun farkına varmıştı. Hava kararmaya başlamıştı. Battaniyeyi üzerinden
kaldırıp doğrulduğunda birden ürpermişti. Her ne kadar havalar ısınmış olsa da
hala akşamüzeri serin oluyordu. Hakan nerede acaba diye geçirdi içinden. Başını
yan tarafa çevirdiğinde komidinin üzerinde bir not gördü.
“Tatlım, benim
birkaç işim var. Dışarı çıkıyorum. Çok geç kalmam.” yazmıştı Hakan. Yüzüne bir
gülümseme gelip yerleşirken elini yüzünü yıkamak için banyoya doğru yöneldi.
Banyodan çıktıktan sonra odadan çıkıp merdivenlerden inmeye başlamıştı çoktan.
Evet, burası bir apartman dairesiydi ama dubleks bir daireydi ve bu eve daha
ferah bir hava katıyordu. Canı kahve çekmişti Akasya’nın. Hemen mutfağa girip
su ısıtıcıyı çalıştırdı ve kahvesini hazırlamaya başladı. İçi çok huzurluydu
uyandığından beri bu yüzden de güzel dudakları sürekli gülümsüyordu.
Kahvesini
hazırladıktan sonra salondaki büyük kitaplığın önüne geçip kitaplara bakmaya
başladı. Hakan’ın çalışma odasında da büyükçe bir kitaplık vardı ama onların
büyük bir çoğunluğu İngilizce kitaplardı ve geri kalanı da Hakan’ın bildiği ya
da üzerinde çalıştığı dillerin kitaplarıydı. Burada ise sadece Türkçe kitaplar
vardı ve edebiyatın neredeyse her türüne ait kitap bulmak mümkündü. Akasya çok
kitap okuyan bir kızdı. Aslında ne bulursa okuyan tiplerdendi. İlaç
prospektüslerini bile hevesle okuyabilirdi. O yüzden en kötü zamanlarında bile
okuduğu bir şeyler hep olmuştu yanında. Bu yüzden okuduğu birçok kitapla
karşılaşmıştı kitaplıkta. En sonunda gözüne bir kitap kestirmişti. Bu kitaba
başlamıştı aslında kütüphanede ama sonra devam edememişti bir türlü. Daha sonra
kütüphaneye gittiğinde de kitabı bulamamıştı bir daha. Sylvia Plath’ın
Günlükler’iydi elindeki. Nedense bu kadının iç dünyasını kendine çok yakın
buluyordu Akasya. Hemen kitabı eline alıp pencere önündeki yumuşak koltuklardan
birine yöneldi ve kahve eşliğinde kitabı okumaya başladı.
Ne
kadar zaman geçtiğini hiç bilmiyordu ama hava iyice kararmıştı. Kapıda çevrilen
anahtar sesiyle başını o yöne çevirmişti. Hakan elinde alışveriş poşetleriyle
içeri girmeye çalışıyordu. Hemen koşup ona yardım etmeye gitti.
-Hoş
geldin, dedi elindeki poşetlerin bir kısmını alırken.
-Ah,
uyandın mı canım. Sen uyanmadan dönerim diye düşünmüştüm ama kahrolasıca
trafik…
-Bir
saat kadar oldu uyanalı, dedi Akasya da. Bir saattir kitap okuyordu ve
neredeyse kitabı yarılamıştı. Zamanın nasıl geçtiğini gerçekten anlamamıştı.
-İyi
ama karanlıkta ne yapıyordun ki sen? diye sordu Hakan evdeki karanlığa meraklı
gözlerle bakarken.
-Kitap
okumaya dalmışım. Hiç farkında değilim havanın karardığının.
-Benimde
biraz işim vardı dışarıda. Bizim avukatla falan da görüşmem gerekiyordu.
Biliyorsun bir de Mehmet’in ev olayı var. Emlakçısıyla görüştüm ama Mehmet’in
istediği gibi bir yer yok maalesef. Bir tane bulduk ama henüz boşalmamış.
-Hadi
ya. E o zaman nasıl olacak? Burada kalamaz mı? Yani sonuçta o senin kuzenin.
-Ben
de onu soracaktım sana. Burada kalsa senin için sorun olur mu? En azından
bir-iki hafta, şu ev olayını çözünceye kadar…
-Benim
için ne sorunu olacak canım. Sonuçta burası senin evin.
-Burası
bizim evimiz güzelim. O yüzden sana da soruyorum.
-Hayır,
olmaz, dedi Akasya gözlerini kırpıştırarak. İçindeki kelebekler havalanmıştı
yine. Hem “bizim evimiz” hem de “güzelim” demişti. Bu adam her an onu
heyecanlandıracak bir şeyler buluyordu.
-Tamam
o zaman. Ben ona haber vereyim hemen. O da stres oldu orada iyice. Ama orada
gecedir şimdi. Mesaj yazayım en iyisi.
Hakan,
Mehmet’e mesaj yazarken Akasya da aldıklarını buzdolabına yerleştiriyordu.
Poşetlerin birinden de bir sürü film çıkmıştı. Hakan’ın çok geniş bir film
arşivi vardı. Akasya’da film izlemeyi severdi fakat ne zamandır şöyle güzel,
içe dokunur bir film izlememişti.
-Tamamdır.
Mesajı yolladım. Şimdi… Aaa hepsini halletmişsin bile sen.
-Evet,
yerleştireyim dedim. Bir sürü film almışsın.
-Film
izlemeyi çok severim. Sen de sever misin?
-Bayılırım,
dedi Akasya kocaman gülümseyerek.
-O
zaman film gecesi yapalım bugün, olur mu?
-Neden
olmasın. Ama filmi ben seçmek istiyorum müsaade edersen.
-Olur
tabii ki. Pizza söyleyelim mi yanına? Ben acıktım sanki. Yemek hazırlamakla
uğraşmayalım şimdi.
-Tamam.
O zaman ben filmi seçiyorum. Pizza olayı sende, dedi Akasya. Hevesle elindeki
filmleri incelemeye başlamıştı. Frida isimli filmi tercih etmişti. Bu filmi
görmüştü daha önce. Hakkında bir sürü şey de okumuştu ama fırsat bulup bir
türlü izleme fırsatı bulamamıştı. Frida Kahlo’nun hayatını anlatıyordu film.
Akasya da bir zamanlar resim yapardı. O zamanlar birçok ressamın da hayatını
inceleme fırsatı bulmuştu ama en çok Kahlo ilgisini çekiyordu nedense.
-Pizzaları
söyledim. Biraz sonra gelir, dedi Hakan bir koltuğa otururken.
-Ben
de bunu seçtim ama bilmem sever misin?
-Frida
mı? Eserlerini çok severim ben. Annem de çok severdi. Hatta bir kez beni bir
müzayedeye götürmüştü. Bir röprodüksiyonu vardı Kahlo’nun ama annem adamın
biriyle o kadar inatlaştı ki anlatamam sana. Annem artırdıkça adam da
artırıyor. Tabii en son adamda kaldı. Annem ne üzülmüştü. Kıyamam.
-Hadi
ya. Ben de üzüldüm şimdi. Bu arada ben hiç müzayedeye gitmedim. Merak ettim
oradaki ortamı.
-Bana
hep davetiyeler geliyor. Bu aralar durgun ama denk gelirse gideriz beraber,
dedi Hakan.
-Çok
sevinirim. Ben de resim yaparken ressamların hayatını da inceliyordum bir
yandan. En çok Kahlo’dan etkilenmiştim.
-Sen
resim mi yapıyorsun?
-Evet,
eskiden yapardım, dedi genç kız başını aşağı yukarı salladıktan sonra. Yeniden
başlamak istiyorum aslında ama malzemelerimin hepsi gitti. Yeniden toparlamak
lazım.
-Hallederiz
onu, o kolay iş. O zaman bu filmi izliyoruz.
Kapı
çaldığında Hakan cüzdanını alarak doğruldu.
-Pizzalarımız
geldi, dedi kapıya doğru yürürken. Hakan ödemeyi yaparken Akasya da filmi takıp
başlamaya hazır konuma getirdi.
Hakan
elinde pizza ve içeceklerle içeri girip ortadaki masaya yerleştirdi. Filmi de başlatıp Akasya’nın yanında yerini
aldı ve filmi izlemeye başladılar.
Film
bittiğinde ikisi de birbirine dönüp “Çok güzeldi!” dedi aynı anda ve
kıkırdamaya başladılar.
Hakan
bu kızın gülümsemesiyle adeta mest oluyordu. İçine neşe doluyordu resmen.
Üstelik şimdi evin her yanı da Akasya gibi kokmaya başlamıştı. Bu da çok hoşuna
gidiyordu.
Bir süre
sonra Akasya’yı kendine doğru çekip sıkıca sarıldı. Akasya’nın hızlı hızlı atan
kalp atışlarını duyabiliyordu şimdi. Kendinin de ondan aşağı kalır yanı yoktu.
Kendini biraz geriye çekip genç kızın gözlerine bakmaya başladı. Önce saçlarına
bir öpücük kondurdu, sonra burnuna ve en son da dudaklarının üzerine. Böyle
küçücük ama sıcak bir öpücüktü. Sonra biraz geri çekilip Akasya’nın gözlerine
bakmaya devam etti. Karşı koymuyordu kız ama tepki de vermemişti. Bir kez daha
öptü. Ne yapacağını bilmiyormuş gibi gözlerini kırpıştırdı kız. Gülümsedi
Hakan. Bir kez daha dudaklarını genç kızın dudaklarına kapattığında bu kez kısa
bir öpücük değildi bu. Daha fazla oyalandı çok sevdiği dudaklarda. Bir süre
sonra da Akasya da karşılık vermeye başlamıştı. Mutlu oldu birden. Kendine
biraz daha çekti kızı, biraz daha bastırdı dudaklarını dudaklarına. Ama sert
değildi hareketleri. Aksine kendini anlatırcasına, onu dinlercesine sakindi.
Tecavüz (Akasya) - 10. Bölüm
Otele
vardıklarında daha akşam yemeğine çok olduğundan odalarına çıktılar beraber.
Hakan bir dakika olsun bırakmıyordu Akasya’nın elini. Odaya çıktıklarında
atıştırmalık bir şeyler söyleyip hem televizyonda denk geldikleri bir filmi
izleyip hem de sohbet ettiler. Yemek vakti geldiğinde restoranta inip
yemeklerini yediler. Lobide biraz oturdular bir süre de. İkisinin de erkenden
uykusu gelince odaya çıkıp yattılar. Bugün ikisi için de yorucu bir gün
olmuştu.
-HAKAN-
Sabah kollarımda hissettiğim sıcaklığa
gülümseyerek uyandım. Akasya, benim biricik Asya’m dün bana evet dedi. Beni
kabul etti. Allah’ım nasıl mutluyum. Zaten dün otele dönünce de kırk yıllık
sevgililer gibiydik. Kollarımın arasında televizyon izledi benimle. Yemeğimizi
güle eğlene yedik. Yine kollarımın arasında kapadı gözlerini geceye.
Uyandığımda onun sıcaklığını hissetmek ise bambaşka bir şey.
Nasıl da güzel uyuyor. Kirpikleri ne
kadar da uzun. Çok güzeller. İnsanın içinden durmadan öpmek geliyor. Ama uyanır
diye çok korkuyorum. Biraz daha uyusun. Göğsü sakin sakin inip kalkıyor. Şu an
öyle güzel, öyle masum ve öyle seksi… Ne diyorum ya ben. Kız uyuyor oğlum!
Durdur o kasıklarındaki kıpırtıyı hemen. Hayvanlaşma Hakan! Kız uyuyor. Hem o
istemediği sürece hiçbir şey yapmayacaksın. Önce onun istemesi lazım. Söz ver.
Söz ver kendine. Sapıtmayacaksın asla. Bu kız herhangi biri değil. Ona zarar
veremezsin. Sanki daha önce başka bir kıza o şekilde yaklaştım da. Olsun.
Akasya olmaz. Ona hiçbir şekilde kötü gözle bakamazsın.
Off… Ne oluyor bana böyle yahu!
Deliriyorum galiba. Kendi kendime konuşurken kafayı yiyeceğim şimdi. Allah’ım
çok mutluyum. Ama bozulacak diye de çok korkuyorum. Ama ile başlayan
cümlelerden de çok korkuyorum. Off… Sen bana akıl fikir ver yarabbim!
…
Hakan delirmişçesine içinden kendi
kendine konuşurken Akasya da kıpırdanmaya başlamıştı. Yüzüne vuran ışıktan
rahatsız olmuştu belli ki. Yüzünü buruşturup kirpiklerini araladıktan sonra
etrafına hızlı bir bakış attığında Hakan’ın mavi okyanusları andıran gözleriyle
karşılaştı.
Bir yandan bir kedi gibi gerinirken bir
yandan da gülümseyerek “Günaydın!” dedi. Sesi coşkuyla akan bir pınar gibi
neşeliydi.
-Günaydın benim güzel meleğim, dedi
Hakan burnuna bir öpücük kondururken. “Nasıl, rahat uyudun mu? Gerçi çok
kıpıdandın gece ama.”
-Evet, çok rahattı ama ben seni
rahatsız mı ettim. Biraz deli yatarım ben.
-Hayır tatlım. Rahatsız olmadım. Benim
uykum çok hafif sadece. O yüzden kıpırdasan hissediyorum ben.
-Özür dilerim.
-Özür dilenecek bir şey yok ki canım.
Alışacağız birbirimize. Acıkmadın mı, hadi kahvaltıya inelim bir an önce.
-Tamam, hemen hazırlanıyorum.
Akasya küçük çantasından rahat bir kot
ve tişört alıp banyoya geçti hemen. Elini yüzünü yıkadıktan sonra hızlıca
üzerini değiştirip hafif bir makyaj yaptı. Saçlarını da çok sıkı olmayacak
şekilde atkuyruğu yapıp çıktı.
Giyindiğinde Hakan’ın da giyinmiş
olduğunu gördü. Çantasına bir şeyler koyuyordu. O da eşofmanlarını ve makyaj
malzemelerini çantasına yerleştirdi hemen.
-Hazırım.
-Her şeyini aldın mı?
-Sanırım evet.
-Görünürde bir şey yok ama. Neyse, bir
şey kaldıysa da arar söyleriz. Hadi çıkalım o zaman.
Restoranın kapısına geldiklerinde
Hakan, Akasya’ya lobide beklemesini söyledi. O da arabaya çantalarını
bıraktıktan sonra resepsiyona gidip çıkış işlemlerini halletti. Restoranta
girdiklerinde boş masa olmadığını fark ettiler. Acaba dışarıda mı yesek diye
konuşurken “Hakan” diye bir ses geldi arkadan. Dönüp baktıklarında bunun Ahmet
olduğun gördüler. Ahmet de tıpkı babası gibi kahvaltısını müşterilerin arasında
yapıyordu hala. Ona doğru yöneldiler.
-Benimle kahvaltı yapmak ister misiniz,
diye sordu Ahmet çapkın bir gülüşle. Oldukça yakışıklı bir adamdı o da.
Hakan’ın tüm arkadaşları hep böyle yakışıklı mı, hiç çirkin arkadaşı yok mu
acaba diye düşünmeden edemedi Akasya.
-Başka boş masa olmadığına göre
oturalım bari, dedi Hakan, Akasya’ya göz kırparken.
-Bak ya. Ben sizi masama davet
ediyorum. Sen nazlanıyorsun. Herkese nasip olmaz otel sahibiyle kahvaltı
yapmak, dedi gülerken.
-Ona ne şüphe canım. Çok şanslıyız
değil mi hayatım?
-Zevzek sen de. Akasya’cım sen bu adama
nasıl katlanıyorsun yahu!
Akasya bir şey söylemek yerine
gülümsemekle yetindi sadece. İkisinin atışmasını izlemek çok zevkliydi.
Tam masaya yerleşmiş hal hatır
soracakken Ahmet’in telefonuyla sustu herkes. Odalardan birinde sorun vardı ve
Ahmet’in gitmesi gerekiyordu.
-Çocuklar benim gitmem gerek. Kusuruma
bakmayın ne olur. Bir sorun çıkmış odalardan birinde. Siz buralardasınız, değil
mi? Gün içinde görüşürüz nasılsa.
-Aslında biz kahvaltıdan sonra
ayrılacağız, dedi Hakan. Çok bile kaldık. Malum benim iş var. Akasya’da okula
gidecek.
-Hadi ya. Ben kalırsınız sanmıştım.
Neyse o zaman. Gerçekten kusuruma bakmayın. Başka zaman sohbet ederiz artık. Şu
işleri bir yoluna koyabilsem bir ara İstanbul’a geleceğim ama işte…
-Her zaman beklerim. Biliyorsun kapımız
sana her zaman açık, dedi Hakan gayet samimi bir şekilde.
-Tamam o zaman, haberleşiriz bir ara.
Akasya’cım tanıştığıma çok memnun oldum, dedi bu kez de Akasya’ya dönerek.
-Ben de, dedi kısaca Akasya.
Gülümsemişti söylerken. Çünkü Ahmet’in yüzüne baktıkça gülümsemek geliyordu
içinden. Hakan’ın diğer arkadaşlarında olduğu gibi onu da yakın hissetmişti
kendine.
-Görüşmek üzere o zaman. Kendinize iyi
bakın, deyip ayrıldı masadan. Giderken de bir garsonu masalarına doğru
yönlendirmeyi ihmal etmedi tabii.
Garson saygılı bir şekilde “Günaydın
Hakan Bey, ne alırdınız?” diye sorduğunda Hakan hafifçe doğrularak adamın eline
uzandı. Akasya bu manzarayı şaşkınlıkla izliyordu.
-Mustafa Abi, kaç kez söyledim bana bey
deme diye. Aşk olsun.
-Dedin dedin ama ağız alışkanlığı işte.
-Nasılsın bakalım, Ayşe Yengem nasıl,
çocuklar iyi mi? diye ardı ardına soru soruyordu Hakan.
-İyiler iyiler. Hepimiz iyiyiz.
Çocuklar da senin sayende güzel güzel okuyorlar. Oğlan üniversite ikinci sınıf
oldu. Mühendis olacak inşallah. Kız da bu yıl lise son sınıfta. Dersleri de çok
iyi. O da doktor olmak istiyor.
-Ah, çok sevindim, dedi Hakan yine
gülümseyerek. Bak seni kız arkadaşımla tanıştırayım. Akasya, bu bey Mustafa
Abimiz. Kendisini uzun zamandır tanırız. Mustafa Abicim kız arkadaşım Akasya. O
da tıp fakültesinde okuyor.
-Memnun oldum Akasya Hanım.
-Aa lütfen sadece Akasya deyin.
-Peki kızım, dedi adam hafifçe
gülümseyerek.
-Hakan’ın da dediği gibi ben de doktor
olacağım. Eğer kızınızın bir şeye ihtiyacı olursa ya da ne bileyim meslekle
ilgili sorusu falan olursa seve seve yardımcı olurum ben. Hem kendisiyle
tanışmayı da çok isterim. Belki bizim okulda okumak ister.
-Kendisine iletirim kızım. Eminim ki
bunu duyduğuna çok sevinecek.
Hemen bir kâğıda numarasını yazıp verdi
Akasya.
-Numaram da burada. İstediği zaman
arayabilir beni.
-Çok sağ ol kızım, dedi adam çekinik
bir gülümsemeyle.
-Mustafa Abi biz çok açız. İki kişilik
kahvaltı alalım en acelesinden, dedi Hakan.
-Hemen getiriyorum Hakan oğlum.
-Sağ olasın Abi.
Adam ivedilikle uzaklaşırken Akasya da
meraklı gözlerle bir uzaklaşan adama bir de Hakan’a bakıyordu. Hakan da
Akasya’nın meraklı bakışlarını fark etmiş olduğundan olacak ona doğru dönmüş
gülümsüyordu.
-Şimdi sen bu adamı ve ailesini nereden
tanıdığımı soracaksın bana.
-Şey… Evet. Yani ben merak ettim
aslında…
Başını önüne eğmiş mırıldanıyordu
Akasya. Hakan, başına bir öpücük kondurduktan sonra çenesini hafifçe yukarı
kaldırdı Akasya’nın. Gözlerine bakarken konuşmaya başladı yeniden:
-Buraya uzun zamandır geldiğimizi
söylemiştim zaten sana. İşte o ilk zamanlardı sanırım. Mustafa Abi burada
çalışmaya başlamıştı. Gelip gittikçe onu görüyordum ama böyle çok mahzun
duruyordu. Sanki bir derdi var gibiydi. Bir gün sordum ama pek bir şey
anlatmadı tabii bize. Biraz araştırma yaptıktan sonra geçim sıkıntısı çektiğini
ve oğlunun üniversite sınavına hazırlandığını öğrendim. Bir de kızları var
işte. O da liseye başlayacaktı. Ayşe Yenge de o zamanlar işsizdi. İşte önce ona
bir iş bulduk. Sonra da ben çocuklara burs vermeye başladım. Sonra da görüşmeye
başladık işte, dedi Hakan derin bir nefes alarak.
Akasya gözlerinde garip pırıltılarla
bakıyordu şimdi Hakan’a. Hakan’ın merhametli bir adam olduğu kendisi gibi bir
kızı evine almasından belliydi zaten ama öğrencilere burs vermesi çok daha
güzel bir olaydı. Akasya bunları düşünürken kahvaltıları da gelmişti. Adam
kahvaltılarını bıraktıktan sonra:
-Ayşe Yengen börek yapıyormuş sana.
Gitmeden uğrayın da alın, dedi.
-Abi zahmet etmeseydi…
-Zahmet de neymiş senin yaptıkların
arasında. Hem Ece de evde bugün.
Akasya’dan bahsettim hemen tanışmak istedi. Şimdi gitmezseniz başımın etini
yer. Ne zamandır da seni soruyordu hem. Gidin işte.
-Tamam abi. Uğrarız, dedi Hakan en
sonunda. Zaten oradan İstanbul’a geçeceğiz.
Gülümsedi adam. Hakan’ı ikna etmekten
memnun olduğu belliydi.
-Tamam oğlum. İyi yolculuklar şimdiden.
-Sağ ol Mustafa Abi.
-Akasya kızım kendine de Hakan oğluma
da çok iyi bak.
-Merak etmeyin, dedi Akasya da
gülümseyerek.
Adam gittikten sonra kahvaltılarını
yaptılar. Bir yandan da sohbet ediyorlardı. Akasya merakına yenilip başka
öğrencilere de burs verip vermediğini sormuştu Hakan’a. O da bir eğitim derneği
üzerinden 10 öğrenciye daha burs verdiğini söylemişti. O öğrencileri biliyordu
ama öğrenciler onu tanımıyordu. Normalde eğitim derneği öğrenciler ile burs
verenleri buluşturmuyordu ama o bunu özellikle rica etmişti. Öğrencilerin ders
durumunu takip ediyor, mezun olduklarında da iş bulmalarında ya da yurt dışında
başka eğitim almalarında yardımcı olmaya devam ediyordu. Ben babamdan böyle
gördüm diyordu Hakan. O da ölmeden önce aynı dernek üzerinden birçok öğrenciye
burs vermişti. Şimdi de Hakan babasından gördüğü şeyi devam ettiriyordu.
Kahvaltılarını yaptıktan sonra Akasya’yı
Mustafa Abisinin evine götürdü Hakan. Ayşe Yenge dediği kadın güler yüzlü
tombul bir kadındı ve Hakan’ı çok sevdiği her halinden belli oluyordu.
Akasya’yla tanıştıktan sonra onu da çok sevmişti ve o lezzetli böreğinden ikram
etmişti ikisine de. Kalanlarını da yanlarında götürmeleri için paket yapmıştı
hemen tüm itirazlarına rağmen.
Akasya, Ece ile tanışıp ona tıp ile
ilgili bilgiler verdi. Üniversite sınavına hazırlanıyordu kız. Hangi konulara
ağırlık vermesi gerektiğinden falan bahsetti. Kızın Hakan’a karşı ayrı bir
yatkınlığı var gibiydi. Hakan onu birkaç kez İstanbul’a götürüp sınava
hazırlanması için gerekli olan kitapları almıştı. Gerçi dershanenin verdiği
kitaplar da vardı ama kız onları çoktan bitirmişti. Hakan’ın aldıkları da
bitmek üzereydi. Akasya, Ece’ye İstanbul’a gelmesini ve ona yeni kitaplar
alacaklarını söyledi. Söyler söylemez Hakan’a sormadığını fark etti ama Ece çok
mutlu olmuştu şimdiden. Umarım kızmaz diye içinden geçirmeden de edemedi.
Biraz daha oturduktan sonra İstanbul’a
dönmek üzere kalktılar. Arabada ikisi de çok sessizdi. Akasya az önce yaptığı
şey yüzünden de biraz huzursuzdu açıkçası. Daha ikinci günden başına buyruk
davranmıştı. Sessizliğe daha fazla dayanamayıp konuştu:
-Ece çok tatlı bir kızmış, dedi.
-Öyledir, dedi Hakan da gülümseyerek.
Üstelik çok da zeki. Kardeşim gibi severim onu.
Hakan, Ece’nin kendisine olan
bağlılığını biliyordu ve şu an Akasya’nın bunu yanlış anlamasından korkmuştu.
Aralarındaki her şey çok yeniydi sonuçta. O, her ne kadar küçük kızı kardeşi
olarak görse de belki de Akasya yanlış bir şey düşünmüştü.
-Şey… Ben sana sormadan bir şey yaptım,
dedi Akasya sıkıntıyla. Hakan’ın ters bir tepki vermesinden korkuyordu.
-Ne yaptın canım, diye sordu Hakan,
Akasya’ya kısa bir bakış atıp yine dikkatini yola vermişti.
-Ece’nin kitapları bitmek üzereydi.
Yani hemen hemen hepsini çözmüş. Ben de öbür hafta sonu gelmesini ve yeni
kitaplar alacağımızı söyledim.
-İyi yapmışsın canım, dedi Akasya’nın
elini tutarak. Aslında benim de ne zamandır aklımda ama işlerden bir türlü
fırsat bulamıyorum. Ama bizim haftaya sınavlar var okulda. Hafta sonuna da
sınav koyuyorlar bizde.
-Olsun canım. Biz kız kıza gezeriz hem.
Yani senin için sakıncası yoksa tabii.
-Yok tabii ki güzelim. Aslında bana çok
büyük bir iyilik yapmış
olursun.
-Anlaştık o zaman, dedi Akasya gülerek
ve önüne döndü.
Tecavüz (Akasya) - 9. Bölüm
Dışarı çıktıklarında yan yana yürümeye
başladılar gölete doğru. Hakan her ne kadar onu kendine çekip göğsüne bastırmak
ya da elini tutup öyle yürümek istese de Akasya’nın biraz düşünmeye ihtiyacı
olduğunun farkındaydı. O yüzden ondan bir karşılık gelmeden bir şey yapmamaya
karar verdi ve sessizce genç kızın yanında yürümeye devam etti.
Hakan,
her zaman aklıyla hareket eden bir adam olmuştu fakat Akasya konusunda aklından
çok kalbini dinliyordu. Bunda da pişman olmayacağına emindi nedense. Eğer
gerçekten bu kızı açabilir ve kendisine inandırabilirse çok mutlu olacaklarını
biliyordu. Tek yapması gereken Akasya’yı kendine inandırmak ve çok sevmekti.
Onun gözlerindeki küçük kızın ne kadar da sevgi dolu olduğunu görebiliyordu.
Akasya
sesini çıkarmadan yürüyordu Hakan’ın yanında. Her ne kadar sessiz kalmak istese
de Hakan’ın ona sarılmamasına ya da elini tutmamasına içerlemişti biraz. Hani
pişman olmak ve vazgeçmek için çok geçti. Öyle demişti. Yoksa vaz mı geçmişti?
Çok mu soru sormuştu acaba? Neden sarmıyordu onu?! Çok üşüyordu. O kendisine
yakın olmayınca çok üşüyordu işte.
Sonra
birden durdu. Hakan onu sessizce takip ediyordu arkasından. Onunla birlikte o
da durdu. Akasya’nın kafasından geçenleri anlamaya çalışıyordu ama yüzünden
hiçbir ifade anlaşılmıyordu. “Bu adama çok alıştım. Onsuz üşüyorum.” diye
düşündü Akasya. Kafasındaki sorulara yanıt bulmuştu birden. Üşümesinin nedeni
buydu. Daha önce ondan etkilendiğini kendine itiraf etmişti ama artık emindi
bunun etkilenmenin, hoşlanmanın çok ötesine geçtiğinden. Aşması gereken tek şey
kendiydi, Hakan ona kendini sunmuştu tüm açıklığıyla. Hem dün gece hem de az
önce odada. O da kendini açacaktı ona. Onu sevecekti. Onun olacaktı.
-Asya,
iyi misin canım? diye sordu Hakan daha fazla dayanamayarak. Başın mı dönüyor,
neyin var? Neden durdun?
-Hakan,
dedi Akasya dönerken.
Bir
şey anlamamış gözlerle bakıyordu Hakan güzel kızın yüzüne. Gözlerinde endişe
vardı. Ama genç kızın gözleri gülüyordu.
-Sen
bana soru sormayacak mısın? diye sordu kız, adama kıyamadığından. Gözlerindeki
endişeyi dağıtmayı amaçlamıştı.
-Ne?!
Hayır. Yani ne zaman, neyi anlatmak istersen dinlerim. Biliyorsun. Ama soru
sorup da seni üzmek istemiyorum.
-Hiç
mi bir şey merak etmiyorsun hakkımda?
-Deli
gibi merak ediyorum hem de. Ama seni üzmek istemiyorum.
-Sen
beni üzmezsin canım. dedi Akasya gözlerinin içi gülerek.
-Üzmem.
Ben sana kıyamam ki. Dur bir dakika! Sen az önce bana “canım” mı dedin?!
-Eveeet,
dedi Akasya kıkırdayarak. Koskoca adamın karşısında böyle gözlerini açarak
kendisine şaşkın şaşkın bakması çok komik göründü birden gözlerine. Bu adam hem
çok heybetli hem çok yakışıklı hem de böyle çok şaşkın görünmeyi nasıl
başarıyor acaba diye düşünmeden de edemedi.
-Asya,
bebe… Şey, canım… Beni nasıl mutlu ettin anlatamam sana.
Asya,
yine kıkırdamıştı. Hakan hala kendisine şaşkın gözlerle bakmaya devam ediyordu
oysa. İki de bir karşısında salya sümük ağladığından adam da ne yapacağını
şaşırmıştı tabii. Yine ağzından çıkarken yarım kalmıştı işte “bebeğim”
kelimesi. Hala duyduğunda içi titrese de bir daha Hakan’dan korkmayacağına söz
verdi kendine.
-Artık
senden kaçmayacağım, korkmayacağım da, dedi kız fısıldarcasına Hakan’ın
gözlerinin içine bakarken. Hakan duyduklarına inanamıyordu bir türlü. Bir anda
ne olmuştu da böyle değişmişti her şey?! Gerçi bu değişimden memnundu. Artık
kendisinden korkmayacağını söylüyordu genç kız. Kaçmayacaktı da. Onu sevmesine
izin verecekti. İstediği gibi sevecekti onu. Hakan böyle düşüncelere dalıp
gitmişken daha fazla dayanamayıp konuşmaya başladı Akasya.
-Ama
senin şu an gelip bana sarılman gerekiyordu, derken bir yandan da dudağını
sarkıtmıştı.
Hakan,
hala az önceki durduğu yerde kıpırdamadan durduğunu fark etti kızın bu
siteminden sonra. Hemen gidip sarıldı kıza.
-Affet
beni bebeğim. Ben çok şaşırdım birden senden öyle şeyler duyunca.
-Biliyorum
karşında hep salya sümük ağlıyorum. dedi yine kıkırdayarak.
-Ağlama,
bundan sonra hiçbir şey için ağlama. Benim için bile olsa ağlama. Üzülmene
dayanamıyorum.
-Ağlamayacağım,
dedi Akasya.
-Öyle
yan yana yürürken elini tutup sana sarılmak için deli gibi bir istek duyuyordum
içimde ama sanki yalnız kalıp düşünmeye ihtiyacın varmış gibi geldi bana. O
yüzden biraz geriden geliyordum. Ama sen birden durunca çok endişelendim.
Kendini kötü hissetmenden korktum.
-Düşünüyordum.
-Bana
da söyleyecek misin?
-Iııı…
Henüz değil. Yani hepsini değil, dedi kız biraz geri çekilerek. Gözlerinin
içine bakıyordu yine ama sanki genç adamla eğleniyormuş gibi garip pırıltılar
vardı gözlerinin içinde.
-Neden
içimde benimle eğleniyormuşsun gibi bir his var? dedi Hakan kaşlarını çatarak. Kendisiyle
dalga geçilmesinden hoşlanmazdı.
-Hayır,
hayır. Öyle değil, dese de Akasya, Hakan’ın çatılmış kaşları düzelmiyordu bir
türlü. Dakika bir gol bir dedi içinden. “İyi yaptın Akasya, iki dakikada
kızdırmayı başardın adamı. Şimdi kendisiyle dalga geçtiğini düşünüyor.” diye
düşünürken az önce kendisine verdiği sözü hatırladı. Kaçmayacaktı ondan.
Aralarında bir şey olması için ikisinin de birbirlerine açık olması lazımdı.
Etrafına bakındı bir süre. Oturacak bir yer arıyordu gözleri aceleyle. Bunu düzeltmesi
lazımdı. Hakan ise hala çatık kaşlarla onu süzmeye devam ediyordu.
-Şuraya
oturalım mı, diye sordu kız ilerideki piknik masasını göstererek. Hakan’dan
hiçbir tepki alamayınca derin bir iç çekip elini tuttu adamın. Gözlerine
bakmaktan hiç vazgeçmemişti bunu yaparken. Elini çekiştirip onu masaya doğru
götürdü. Kendisi oturduktan sonra onu da karşısına oturttu.
-Az
önce sana çok kızdım, dedi tuttuğu kocaman eli incelerken. Başını kaldırdığında
hala Hakan’ın çatık kaşlarla kendisine baktığını gördü ama bu kez gözlerinde
kızgınlık değil şaşkınlık vardı. Gülerek elini adamın elinden çekip bu kez de
kaşlarına götürdü. Onları o çatık m halinden kurtarıp düz durmalarını sağladı
ve uzanıp yanağına küçücük bir öpücük kondurdu. Sesini düzeltip yeniden konuşmaya
başladı.
-Ben
az önce sana çok kızdım çünkü sen bana pişman olmak ve vazgeçmek için çok geç
olduğunu söylemiştin.
Anında
yeniden çatıldı Hakan’ın kaşları. Yine gülerek düzeltti kaşlarını Hakan’ın.
-Çatma
öyle kaşlarını. Korkuyorum, dedi gülerek.
-Ne
yapmaya çalıştığını anlayamıyorum Akasya.
-Şişşt…
Anlatıyorum. Bana sarılmana ve elimi tutmana ihtiyacım vardı ama sen sadece
yanımda yürüyordun. Ben de vazgeçtiğini düşündüm. Yani tamam, vazgeçmek ve
pişman olmak yok demiştin ama ne bileyim işte. Sen bana sarılmayınca üşüyorum
ben.
Anlamıştı
Hakan. Ne kadar da aptaldı. Ne düşünmüştü oysa.
-Orada
durduğumda… diye devam etti Akasya, yani o an fark ettim ki ben sensiz çok
üşüyorum. Sana çok alıştığımı fark ettim bir de ve bundan sonra senden
kaçmamaya karar verdim. Kendimi saklamayacağım daha fazla.
-Of!
Sonunda! dedi Hakan derin bir nefes vererek. Akasya’yı kendine doğru çekerek
kollarıyla sardı. Başına bir öpücük kondurup saçlarını okşamaya başladı.
Akasya
yine kıkırdadı. “Yine aynı tepkiyi verdin.” derken kıkırdamaya devam ediyordu.
“Dün gece de böyle yapmıştın.”
-Demek
artık içindeki neşeli Asya’yı bana göstereceksin, öyle mi? Ne güzel gülüyorsun
sen öyle.
Onu
yine kendinden uzaklaştırıp dudaklarına küçük bir öpücük kondurdu Hakan. Yüzü
yine kıpkırmızı olmuştu ama gözlerini kaçırmamıştı bu kez Akasya. Kalbi
delicesine atmaya başladı Hakan’ın. Demek bundan sonra kaçmayacaktı güzel gözlü
miniği. Demek bundan sonra böyle olacaktı. İçi mutlulukla doldu birden.
O
böyle düşüncelere dalmışken Akasya’nın da mutluluktan başı dönmeye başlamıştı.
Kaç gündür kalbini sıkan mengeneden kurtulmuştu birden. Artık kendini çok daha
iyi hissediyordu. Her şeyin düzeleceğine, güzel olacağına dair bir inanç
belirdi içinde. Sonra dayanamayarak o da Hakan’ın dudaklarına bir öpücük
bıraktı.
Hakan
yine o şaşkın gözlerle bakmaya başlamıştı kendisine. “Allah’ım bu kadar
mutluluğu hak edecek ne yaptım ben?! Şükürler olsun sana.” dedi Akasya’yı
kendine doğru çekerken. Sarılırken ikisi de gülümsüyordu şimdi.
Bir
süre daha öyle birbirlerinin kollarında oturduktan sonra Akasya’nın titrediğini
hissetti Hakan.
-Üşüdün
mü güzelim? diye sordu kızı biraz daha kendine çekerken.
-Ürperdim
birden. dedi Akasya da.
-Hadi
o zaman odamıza gidelim. Hastalanmanı istemiyorum.
-Tamam.
El
ele odalarına doğru ilerlerken Hakan dayanamayıp sordu:
-Bu
gece burada kalacağız, değil mi? Yani cevabın hala geçerli mi?
-Evet,
dedi Akasya. Ama şaşırmıştı bu soru karşısında.
-Yani
sabahtan beri o kadar çok şey yaşadık ki ben belki fikrini değiştirmişsindir
diye korktum bir an.
-Korkma.
Kalacağım dedim kalacağım.
-Tamam
canım. Rahatladım şimdi.
-Bak,
dedi Hakan’ın önüne keserek. Ben normalde açık sözlü bir insanım. Ne
düşünüyorsam, ne hissediyorsam açık açık söylerim. Babam da böyle bir adamdı ve
benim de öyle olmamı isterdi. Ben de onun gibi olabilmek için çalışıyorum. Yani
korkma bundan sonra olur mu?! Dün gece sana “evet” dedim ve bundan sonra sana
layık bir sevgili olmaya çalışacağım, tamam mı?
-Sen
beni bugün heyecandan öldüreceksin galiba! dedi gülerek Hakan. Az önce bana
“canım” dedin diye kalbim güm güm atarken şimdi de bana layık bir sevgili
olmaya çalışacağını söylüyorsun. Off, çok mutluyum Allah’ım. Sana binlerce kez
şükürler olsun. Teşekkür ederim bu kadar açık olduğun için. Ama asıl benim sana
layık bir sevgili olmam lazım.
-Deli
olma, sen dünyanın en iyi adamısın. Gelip beni nasıl buldun öyle, baksana. Ama
hadi sevgilim, artık otele dönelim yoksa ben burada biraz daha kalırsam
donacağım. İyice soğuk oldu çünkü hava.
-Tamam
güzelim, tamam bebeğim. Sen istersin de ben yapmaz mıyım?! Sen bana böyle
sevgilim dediğinde ben ölüme bile giderim.
Akasya
kıkırdarken otele doğru yürümeye başladılar yeniden.
Tecavüz (Akasya) - 8. Bölüm
-Akasya,
sakin ol. Bunu konuşarak aşa…
Israrla çalan telefon yüzünden cümlesine
ara vermek zorunda kaldı Hakan. Aslında telefonun çalmasına sevinmişti. O böyle
ağlarken panik oluyor ve ne yapacağına karar veremiyordu bir türlü. Yanlış bir
şey söyleyip de Akasya’yla daha da çıkılmaz bir durumun içine girmek
istemiyordu. Zor olacaktı. Kolay değildi zaten Akasya’nın yaşadıkları. Bu kadar
kısa zamanda bu kadar çok yol alabilmiş olmasına bile seviniyordu Hakan zaten.
Bundan sonra da sabırsız davranmayacaktı. Eğer gerçekten bu kızı yanında
istiyorsa ilmek ilmek dokuması lazımdı aralarındaki ilişkiyi. Kafasından
bunları geçirirken bir yandan da telefonunu bulmaya çalışıyordu. Kanepenin
üzerinde, yastığın altında buldu sonunda.
-Efendim, Ulaş.
-Günaydın abi. Uyandınız mı?
-Yok, daha uyuyoruz Ulaş. Sana da
paralel evrenden cevap veriyorum zaten ben.
-Öff... Kahvaltıya inecek misiniz diye
soracaktım. Biz kahvaltıdan sonra kaçacağız.
-Kahvaltı… Asya inelim mi? Kahvaltıdan
sonra gidecekmiş bizimkiler.
Akasya, evet anlamında başını
sallamakla yetinmişti sadece. Hala ara ara iç çekiyordu. Ağladığını bir de
Ulaş’ın duymasını istemiyordu. Zaten Hakan’ın önünde hep salya sümüktü.
-Tamam, geliyoruz, deyip cevap
vermesini beklemeden Ulaş’ın yüzüne kapattı.
-Asya kim be?! Hakan kulağında telefon
kendi kendine konuşuyordu. Asya dedi adam yahu! Bu kızın adı Akasya değil
miydi? Asya da kim şimdi?
Masaya döndüğünde hala mırıldanıyordu
ama kimsenin dikkatini çekmemişti bu.
-Bana biraz vakit verir misin, elimi
yüzümü falan yıkayayım, dedi Akasya.
-Tabii, dedi Hakan kanepeye otururken.
Akasya hızlıca banyoya girdi. Musluğu
açıp birkaç kez yüzüne soğuk su çarptı. Ağlamaktan burnu ve gözleri kıpkırmızı
olmuştu. Yüzünü kuruladıktan sonra ince bir kat fondöten sürüp kızarıklıklarını
kapatmaya çalıştı. Sadece fondötenle de ruh gibi duracağından hafif bir makyaj
yaptı. İşini bitirdiğinde ağladığı çok belli olmuyordu. Sevindi içinden. Derin
bir iç çekip banyodan çıktı. Hakan’la yapacak oldukları konuşmayı birazcık
erteleseler ikisi de ölmezdi nasılsa. Hem şu an ikisinin de durup düşünmeye
biraz da nefeslenmeye ihtiyaçları vardı. Zira Akasya’nın hem kalbi hem de beyni
Hakan’a evet dese bile bu kez de vücudu çekimser kalıyordu. Her şeyin bu kadar
çabuk değişmesini anlamlandıramıyordu bir türlü. Hakan onu istiyordu. Onun da
aklı ve kalbi Hakan’la dolmaya başlamıştı. Onun evine girdiğinden beri
neredeyse eski Akasya’dan eser yoktu ama kendine dönüp baktığında… Vücuduna
baktığında, hiç geçmeyecekmiş gibi duran morluklara aslında onun ne olduğunu
her seferinde yüzüne bir tokat gibi vuruyordu. Boğazından aşağıya kezzap
dökülüyormuş gibi yanıyordu içi. Ya Hakan onu bu yaşadıkları yüzünden suçlarsa,
ya hiç kurtulamazsa kâbuslarından?!
-Akasya, hazırsan çıkalım mı?
-Hıı… Tamam, pardon dalmışım, çıkalım
hadi. Çok acıktım.
Odanın kapısını açıp Akasya’nın geçmesi
için kenara çekilirken hafiften bir gülümseme belirmişti dudaklarında. Bu kızın
sabahları “çok aç” olmasına alışmaya başlamıştı yavaş yavaş. Daha geceden sabah
kahvaltıda ne yesem diye düşünüyordu sanırım. Akasya asansöre doğru ilerlerken
odanın kapısını çekip onu takip etti. İkisi de konuşmuyordu. Hakan bir süre
sessiz kalmaya karar verdi. Daha fazla ısrarcı olup onu zorlamayacaktı.
Akasya’nın sadece emin olmaya ihtiyacı vardı. Bunun için de kendine ve Hakan’a
güvenmesi gerekiyordu. Bu da zamanla olacak bir şeydi. Şimdi gidecekler ve
güzelce kahvaltılarını yapacaklardı. Zaten herkes gittikten sonra konuşacak
koca bir günleri vardı. Fırtına kopacakmış gibi hissetse de Hakan, bugün bir
şeyleri yoluna koymadan İstanbul’a dönmemeye söz verdi kendi kendine.
Güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra
Akasya ve Hakan haricindeki herkes ayrıldı. Hakan onlara birkaç saat daha
kalacaklarını söylemişti yalnızca. Geceyi burada geçireceklerini bilmelerine
gerek yoktu. Gerçi şu durumda Akasya’nın hala kalıp kalmamak istediğini de
bilmiyordu ya…
İkisi de sessizdi ve ne yapacaklarına
karar veremiyorlarmış gibiydi. Uzadıkça uzuyordu aralarında oluşan sessizlik.
Aynı anda konuşmaya başladılar daha fazla sessizliğe dayanamayıp:
-Biraz yürümek ister misin? diye sordu
Hakan.
-Odaya çıkalım mı? dedi Akasya.
Güldü ikisi de. Yine aynı anda:
-Tamam, dediler. Bu kez kahkaha
atıyorlardı. Biraz sakinleşince Hakan konuştu:
-Hangisi?
-Odaya çıkalım.
-Hadi o zaman.
Masadan kalkınca Akasya’nın yanına
geldi Hakan ve elini tuttu. Gözlerini kocaman açmış, şaşkın şaşkın bakıyordu
Akasya ama Hakan umursamadı. Yürümeye başladığında Akasya arkasında hala olduğu
yerde kocaman gözleriyle duruyordu. Dönüp baktı:
-Asya, bakma bana öyle. Dün gece bana
“evet” dedin ve bundan sonraki hiçbir itirazını kabul etmiyorum. Konuşacağız
her şeyi, en ince ayrıntısına kadar hem de. Pişman olmak ve vazgeçmek için çok
geç güzelim!
Akasya, şaşkınlıktan bir balık gibi
ağzını açıp kapatıyor ama hiçbir ses çıkaramıyordu. Hakan’ın bu davranışı da
neydi böyle?! Sanki sabahki konuşmalar hiç olmamış gibi davranıyordu.
Hakan, Akasya’nın şaşkınlığından
faydalanıp onu çekiştire çekiştire odaya götürmeye başladı. Odaya girdiklerinde
gidip yatağa oturdu Hakan. Sırtını yatak başlığına dayayıp iyice yerleştikten
sonra;
-Gelsene Akasya, dedi.
Akasya hala şaşkın şaşkın bakmayı
sürdürüyordu. Hakan’ın ne yaptığına anlam veremiyormuş gibiydi.
-Hakan, diyebildi sadece.
“Allah’ım, çok güzel!” diye düşündü Hakan
hafifçe gülümserken.
-Asya…
Gel canım yanıma, dedi bu kez de. Elini de yanında boş kalan yere pat pat
vurdu.
-Konuşacaktık…
Daha
fazla dayanamayıp ayaklandı genç adam. Akasya’nın yanına kadar gidip onu yatağa
doğru yönlendirdi. Kendisi de öbür taraftan dolanıp eski yerine oturdu ve
Akasya’yı kendine doğru çekerken konuşmaya başladı.
-Konuşacağız.
-Tamam,
diyebildi Akasya. Ona bu kadar yakın olmak onu heyecanlandırmıştı. Bir süre
sessizce oturduktan sonra Hakan, Akasya’yı kendine doğru döndürdü ve gözlerine
bakmasını sağladı.
-Neydi
o sabahki halin öyle? diye sordu. Hemen bulutlanmıştı Akasya’nın yeşil gözleri.
Hakan fark etmesin diye gözlerini kaçırmıştı ama çoktan fark etmişti onu adam.
Bak bana canım, neden ağladın öyle? Canım, bebeğim, güzelim demem seni çok mu
rahatsız ediyor?
-Korkuyorum…
-O
adam sana böyle mi sesleniyordu?
Başını
salladı Akasya, sesi yine içine kaçmış, dilinden sözcükler dökülmüyordu. Hakan
onu kendi çekip sarmaladı.
-Peki,
sana kendimi anlatırsam ve benim kötü biri olmadığıma inanırsan, o zaman da
korkuyor olacak mısın? Yine kaçacak mısın benden?
Hayır
anlamında başını salladı bu kez de Akasya. Gülümsedi Hakan yeniden. Küçücük bir
kız çocuğuydu şimdi kollarının arasındaki kız. Eğer yaralarını sarıp sarmalarsa
ona kendini açacaktı. Yeter ki kendini güvende ve rahat hissedeceği bir ortam
olsun. Dün gece her şey çok iyiydi. Sadece Hakan’ın bilmesi gerekiyordu. Akasya
ne yaşadıysa, ne canını yaktıysa bilmesi gerekiyordu. Onun da onunla birlikte
üzülüp, sonra iyileşmesi gerekiyordu.
-Hımm…
Neresinden başlasam. Kendimi de hiç anlatmayı beceremem. Hadi sen sor, ben
cevaplayayım.
Yine
sırtını başlığa yaslamış, Akasya’yı da kendine doğru çekmişti. Sırtı, Hakan’ın
göğsüne değiyordu kızın. Hakan’ın göğsünden sırtına yayılan sıcaklık sırtının
uyuşmasına sebep olsa da aklını toplamaya çalışarak kafasındaki soruları
tarttı. En çok neyi bilmek istiyordu. Aslında her şeyi. En başından başlamaya
karar verdi.
-Doğumundan
itibaren her şeyi anlatır mısın?
-Her
şeyi mi? Bu biraz uzun sürebilir ama, dedi Hakan, Akasya’nın başına bir öpücük
kondururken.
-Olsun.
Anlat sen.
-Tamam
canım.
Derin
bir nefes aldı Akasya. Gerildiğini fark etmişti Hakan. Bu kadar çok etkisi
olduğunu düşünmemişti daha önce. Fark etmemiş gibi davranmaya karar verdi.
Akasya’yı buna alıştırması lazımdı.
-İstanbulluyum
doğma büyüme. 16 Ocak 1985’te doğdum. Babamın şeker ve tekstil fabrikaları
vardı. Ben 5-6 yaşlarındayken babam siyasete atıldı ve milletvekilliği yaptı.
Küçük olduğum için çok iyi hatırlayamıyorum ama annemin anlattığı kadarıyla bir
seçim zamanı Urfa’ya giderken trafik kazası geçirip öldü.
-Benim
babam gibi…
-Üzgünüm
canım, derken yine başına bir öpücük kondurmuştu. Bu kez tepki vermemişti ama
Akasya “canım” kelimesine. Olacaktı. Zamanla tabii.
-Sonra?
-Sonra
annem devraldı işleri. Annem ev hanımıydı ve doğal olarak anlamıyordu o işlerden.
O yüzden avukatlarımızla konuşup fabrikaları devretme kararı aldı. Gelen
paralarla da bir sürü dükkân ve daire satın aldı. Bence çok akıllıca bir
karardı bu. Çünkü annem ömrü boyunca hiç çalışmamış bir kadındı ve eğer
fabrikaların başında durmaya devam ederse işler kötüye gidebilirdi. Teklemeler
başlamıştı zaten yanlış verdiği birkaç karar yüzünden. Ama aldığı dükkân ve
dairelerin kiralarıyla hiç zorlanmadan geçimimizi sürdürdük. Babam öldükten
sonra kaldığımız evden taşınıp, şu an yaşadığım eve geldik. Annem orasının iki
kişi için çok büyük olduğunu söylüyordu hep. Ama bence babamı hatırlattığı için
taşındık. Sonra o evi sattı annem. Açıkçası ben babamın işinin ne kadar büyük
olduğunu bilmiyordum. Gelirimizin de… Ama şu an hiç çalışmadan yaşayabilecek kadar
çok gelirimin olduğunu ve banka hesaplarımda da yüklü miktarların olduğunu
biliyorum. Gerçi birçoğuyla avukatlarım ve muhasebecilerim ilgileniyor. Ben
sadece ayda iki kere toplantıya katılıyorum.
-Ama
öğretmenlik?!
-Annemin
tek isteğiydi üniversite okumam. Paramız var diye şımarık yetişmemi istememişti
hiç. Annemi yalnız bırakmamak için İstanbul dışı hiç yazmamıştım. Aslında ne
okumak istediğimi de bilmiyordum. Puanıma göre yazdım ne yazdıysam. Bu bölüm
geldi. Ben de okumaya başladım. Sonra da sevdim. Hatta çok sevdim diyebiliriz.
-Annen…
-Annem kanserden öldü canım. Kan
kanseriydi. Çok mücadele ettik ama dayanamadı.
-Üzgünüm. Özür dilerim. Seni üzmek
istemezdim.
-Üzülme, artık alışmaya başladım
yokluğuna. Eee, başka soru?
-Hımm… Zenginsin sen şimdi yani…
-Eee… Sanırım bu bir soru değil ama
evet fena sayılmaz durumum.
-Son ilişkinden sonra bir daha ciddi
bir ilişkin olmadı.
-Cık. Olmadı.
-En yakın arkadaşlarınla tanıştım.
-Aslında tanışmadın. Yani tamam
çocuklar da benim yakın arkadaşlarım da aslında en yakın arkadaşım, kardeşim
aslında kuzenim Mehmet.
-Mehmet?
-Evet, hatta o da doktor. Amcamın oğlu.
Bir arada büyüdük ve ne gariptir ki o da ailesini trafik kazasında kaybetti.
Nişanlısı vardı. Adı Çiğdem. Ailesi öldükten sonra onu terk etti birdenbire.
İzini falan kaybettirdi. Sonradan öğrendik ki Amerika’ya yerleşmiş. Sonra da
evlendiği haberini aldık zaten. Mehmet’ten evlenmek istemiyorum, kariyer
yapacağım diye ayrılan kız bir yıl geçmeden evlendi orada. Gelip bir de
Türkiye’ye Mehmet’in burnunun dibine yerleşti. Mehmet yıkıldı tabii. Atlatamadı
tüm bunları. Tam bir işkolik oldu çıktı başıma. Tam düzelmeye başlamıştı ki
Amerika’dan bir teklif geldi üzerinde çalıştığı konuyla ilgili. Çekti gitti
Amerika’ya, 5 yıldır orada yaşıyor. Ama sık sık konuşuyoruz. Yakın bir zamanda
Türkiye’ye gelecek o çalıştığı konunun sunumunu yapmak için.
-Ne üzerine çalışıyor?
-Kök hücreyle ilgili bir şeyler. Ben
anlamıyorum hiç. Bilirsin belki. Mehmet Artaç adı.
-Bir dakika bir dakika. Sen hangi
Mehmet Artaç’dan bahsediyorsun? Hani şu makaleleri yayınlanan, bir sürü
başarıya imza atan genç doktor Mehmet Artaç mı?
-Ta kendisi.
-İnanmıyorum! Akasya’nın gözleri yine
kocaman açılmış çipil çipil bakıyordu.
Hakan onu böyle görünce kahkaha attı
resmen.
-Seni bu kadar heyecanlandıracağını
bilseydim daha önceden anlatırdım kuzenimi, dedi.
-Yok. Şey… Ben onun bir numaralı
hayranıyım da. Yani o benim idolüm. Ben de kök hücre çalışmaları yapmak
istiyorum. Ama nasıl bir yol izlemem gerektiğine karar veremiyorum bir türlü.
-Hımm… Anladım. E, geldiğinde
konuşursunuz işte. O seni yönlendirir.
-Tamam.
-Başka sorun var mı?
-Iıı… Şimdilik yok. Aklıma geldikçe
sorarım.
-Anlaştık.
-Aslında var.
-Bekliyorum beb… Yutkundu kelimesini
tamamlamadan. “Canım”a alıştırmadan “bebeğim”e geçmemeliydi. “Bekliyorum.” Diye
yineledi sözünü.
-Alışkanlıkların ve nelerden
hoşlanırsın?
-Bir bakalım… Sabahları kalktığımda
uyanabilmek için filtre kahvemi içmem lazım mutlaka. Kahve makinem evimin baş
tacı diyebilirim. Öğrencilerle birlikte okulda olmayı çok seviyorum. Mehmet hem
en yakın arkadaşım hem de kuzenim. Aynı zamanda sırdaşım. Fotoğrafla
ilgileniyorum ben de ama çok değil. Yürüyüş yapmayı çok severim. Oldukça geniş
olduğunu düşündüğüm bir film arşivim var. Star Wars’ı defalarca kez izledim.
Yemek yapmayı çok severim. Arada sırada kafama eser; ya şehir dışına ya da yurt
dışına bir yerlere kaçarım. Iıı.. Şimdilik bu kadar sanırım. Başka soru?
-Şimdilik benden de bu kadar, dedi
gülerek. Gülünce gamzeleri ortaya çıkmıştı. Hakan’ın kalbi yine deli gibi
çarpmaya başlamıştı. Bu kız bir gülüşüyle bile onu bu hale getirebiliyorsa
ilerisini düşünemiyordu. Sol yanağındaki gamzesini okşarken:
-Çok güzelsin, çok güzel gülüyorsun,
dedi dayanamayarak.
-Hakan, dedi Akasya. Önce yine şaşkın
ve çipil çipil gözlerle bakmış sonra da suratı kıpkırmızı olmuştu.
-Şiişş… Utanılacak bir şey yok bunda.
Ama Akasya hala başını yerden
kaldırmıyordu. Suratı da kıpkırmızıydı. Hakan gülmemek için kendisi sıkıyordu.
Ne kadar da masumdu. Yüzünü saklayabilmek için Hakan’ın göğsüne gömmüştü
Akasya. Hakan için ise o an dünya durabilirdi aslında. Hiç önemi yoktu. Akasya,
tam da olmasını istediği yerde iyice kendisine sokulmuş; hem kendisinden
utanıyor hem de yine ona sığınıyordu.
-Bunları sana her gün söyleyeceğim.
Hatta daha güzellerini, dedi kulağına. Akasya ise daha da kızardı. Nefesini de
tutmuş bırakmıyordu. Biraz daha böyle durursa boğulacağını düşündü. Kızın o
halini fark eden Hakan:
-Hadi biraz yürüyelim, dedi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)