Okuyucuma!



Sağlam dişler, bir de sağlam mide-

Budur dileğim senin için!

Sindirebildinse kitabımı,

Barıştı demektir benimle yıldızın!



Nietzsche



Tecavüz (Akasya) - 11. Bölüm

-AKASYA-
Sorunsuz geçen bir yolculuktan sonra nihayet İstanbul’a varabilmişlerdi. Akasya ellerini göğsünde birleştirmiş bir şekilde arabada uyuyakalmıştı. Hakan arabadan indikten sonra Akasya’nın kapısını açıp onu kucağına aldıktan sonra eve doğru yürümeye başladı. Eve girdiklerinde doğruca onu kendi odasına götürüp yatağına yatırdı. Üzerini ince bir battaniye ile örtüp odadan çıktı. Artık hep yanında yatmalıydı çünkü.
Yaklaşık bir saat kadar sonra Akasya gözlerini araladığında bir yatakta olduğunu fark etti. Hızlıca etrafına göz gezdirdikten sonra burasının Hakan’ın odası olduğunun farkına varmıştı. Hava kararmaya başlamıştı. Battaniyeyi üzerinden kaldırıp doğrulduğunda birden ürpermişti. Her ne kadar havalar ısınmış olsa da hala akşamüzeri serin oluyordu. Hakan nerede acaba diye geçirdi içinden. Başını yan tarafa çevirdiğinde komidinin üzerinde bir not gördü.
“Tatlım, benim birkaç işim var. Dışarı çıkıyorum. Çok geç kalmam.” yazmıştı Hakan. Yüzüne bir gülümseme gelip yerleşirken elini yüzünü yıkamak için banyoya doğru yöneldi. Banyodan çıktıktan sonra odadan çıkıp merdivenlerden inmeye başlamıştı çoktan. Evet, burası bir apartman dairesiydi ama dubleks bir daireydi ve bu eve daha ferah bir hava katıyordu. Canı kahve çekmişti Akasya’nın. Hemen mutfağa girip su ısıtıcıyı çalıştırdı ve kahvesini hazırlamaya başladı. İçi çok huzurluydu uyandığından beri bu yüzden de güzel dudakları sürekli gülümsüyordu.
Kahvesini hazırladıktan sonra salondaki büyük kitaplığın önüne geçip kitaplara bakmaya başladı. Hakan’ın çalışma odasında da büyükçe bir kitaplık vardı ama onların büyük bir çoğunluğu İngilizce kitaplardı ve geri kalanı da Hakan’ın bildiği ya da üzerinde çalıştığı dillerin kitaplarıydı. Burada ise sadece Türkçe kitaplar vardı ve edebiyatın neredeyse her türüne ait kitap bulmak mümkündü. Akasya çok kitap okuyan bir kızdı. Aslında ne bulursa okuyan tiplerdendi. İlaç prospektüslerini bile hevesle okuyabilirdi. O yüzden en kötü zamanlarında bile okuduğu bir şeyler hep olmuştu yanında. Bu yüzden okuduğu birçok kitapla karşılaşmıştı kitaplıkta. En sonunda gözüne bir kitap kestirmişti. Bu kitaba başlamıştı aslında kütüphanede ama sonra devam edememişti bir türlü. Daha sonra kütüphaneye gittiğinde de kitabı bulamamıştı bir daha. Sylvia Plath’ın Günlükler’iydi elindeki. Nedense bu kadının iç dünyasını kendine çok yakın buluyordu Akasya. Hemen kitabı eline alıp pencere önündeki yumuşak koltuklardan birine yöneldi ve kahve eşliğinde kitabı okumaya başladı.
Ne kadar zaman geçtiğini hiç bilmiyordu ama hava iyice kararmıştı. Kapıda çevrilen anahtar sesiyle başını o yöne çevirmişti. Hakan elinde alışveriş poşetleriyle içeri girmeye çalışıyordu. Hemen koşup ona yardım etmeye gitti.
-Hoş geldin, dedi elindeki poşetlerin bir kısmını alırken.
-Ah, uyandın mı canım. Sen uyanmadan dönerim diye düşünmüştüm ama kahrolasıca trafik…
-Bir saat kadar oldu uyanalı, dedi Akasya da. Bir saattir kitap okuyordu ve neredeyse kitabı yarılamıştı. Zamanın nasıl geçtiğini gerçekten anlamamıştı.
-İyi ama karanlıkta ne yapıyordun ki sen? diye sordu Hakan evdeki karanlığa meraklı gözlerle bakarken.
-Kitap okumaya dalmışım. Hiç farkında değilim havanın karardığının.
-Benimde biraz işim vardı dışarıda. Bizim avukatla falan da görüşmem gerekiyordu. Biliyorsun bir de Mehmet’in ev olayı var. Emlakçısıyla görüştüm ama Mehmet’in istediği gibi bir yer yok maalesef. Bir tane bulduk ama henüz boşalmamış.
-Hadi ya. E o zaman nasıl olacak? Burada kalamaz mı? Yani sonuçta o senin kuzenin.
-Ben de onu soracaktım sana. Burada kalsa senin için sorun olur mu? En azından bir-iki hafta, şu ev olayını çözünceye kadar…
-Benim için ne sorunu olacak canım. Sonuçta burası senin evin.
-Burası bizim evimiz güzelim. O yüzden sana da soruyorum.
-Hayır, olmaz, dedi Akasya gözlerini kırpıştırarak. İçindeki kelebekler havalanmıştı yine. Hem “bizim evimiz” hem de “güzelim” demişti. Bu adam her an onu heyecanlandıracak bir şeyler buluyordu.
-Tamam o zaman. Ben ona haber vereyim hemen. O da stres oldu orada iyice. Ama orada gecedir şimdi. Mesaj yazayım en iyisi.
Hakan, Mehmet’e mesaj yazarken Akasya da aldıklarını buzdolabına yerleştiriyordu. Poşetlerin birinden de bir sürü film çıkmıştı. Hakan’ın çok geniş bir film arşivi vardı. Akasya’da film izlemeyi severdi fakat ne zamandır şöyle güzel, içe dokunur bir film izlememişti.
-Tamamdır. Mesajı yolladım. Şimdi… Aaa hepsini halletmişsin bile sen.
-Evet, yerleştireyim dedim. Bir sürü film almışsın.
-Film izlemeyi çok severim. Sen de sever misin?
-Bayılırım, dedi Akasya kocaman gülümseyerek.
-O zaman film gecesi yapalım bugün, olur mu?
-Neden olmasın. Ama filmi ben seçmek istiyorum müsaade edersen.
-Olur tabii ki. Pizza söyleyelim mi yanına? Ben acıktım sanki. Yemek hazırlamakla uğraşmayalım şimdi.
-Tamam. O zaman ben filmi seçiyorum. Pizza olayı sende, dedi Akasya. Hevesle elindeki filmleri incelemeye başlamıştı. Frida isimli filmi tercih etmişti. Bu filmi görmüştü daha önce. Hakkında bir sürü şey de okumuştu ama fırsat bulup bir türlü izleme fırsatı bulamamıştı. Frida Kahlo’nun hayatını anlatıyordu film. Akasya da bir zamanlar resim yapardı. O zamanlar birçok ressamın da hayatını inceleme fırsatı bulmuştu ama en çok Kahlo ilgisini çekiyordu nedense.
-Pizzaları söyledim. Biraz sonra gelir, dedi Hakan bir koltuğa otururken.
-Ben de bunu seçtim ama bilmem sever misin?
-Frida mı? Eserlerini çok severim ben. Annem de çok severdi. Hatta bir kez beni bir müzayedeye götürmüştü. Bir röprodüksiyonu vardı Kahlo’nun ama annem adamın biriyle o kadar inatlaştı ki anlatamam sana. Annem artırdıkça adam da artırıyor. Tabii en son adamda kaldı. Annem ne üzülmüştü. Kıyamam.
-Hadi ya. Ben de üzüldüm şimdi. Bu arada ben hiç müzayedeye gitmedim. Merak ettim oradaki ortamı.
-Bana hep davetiyeler geliyor. Bu aralar durgun ama denk gelirse gideriz beraber, dedi Hakan.
-Çok sevinirim. Ben de resim yaparken ressamların hayatını da inceliyordum bir yandan. En çok Kahlo’dan etkilenmiştim.
-Sen resim mi yapıyorsun?
-Evet, eskiden yapardım, dedi genç kız başını aşağı yukarı salladıktan sonra. Yeniden başlamak istiyorum aslında ama malzemelerimin hepsi gitti. Yeniden toparlamak lazım.
-Hallederiz onu, o kolay iş. O zaman bu filmi izliyoruz.
Kapı çaldığında Hakan cüzdanını alarak doğruldu.
-Pizzalarımız geldi, dedi kapıya doğru yürürken. Hakan ödemeyi yaparken Akasya da filmi takıp başlamaya hazır konuma getirdi.
Hakan elinde pizza ve içeceklerle içeri girip ortadaki masaya yerleştirdi.  Filmi de başlatıp Akasya’nın yanında yerini aldı ve filmi izlemeye başladılar.
Film bittiğinde ikisi de birbirine dönüp “Çok güzeldi!” dedi aynı anda ve kıkırdamaya başladılar.
Hakan bu kızın gülümsemesiyle adeta mest oluyordu. İçine neşe doluyordu resmen. Üstelik şimdi evin her yanı da Akasya gibi kokmaya başlamıştı. Bu da çok hoşuna gidiyordu.
Bir süre sonra Akasya’yı kendine doğru çekip sıkıca sarıldı. Akasya’nın hızlı hızlı atan kalp atışlarını duyabiliyordu şimdi. Kendinin de ondan aşağı kalır yanı yoktu. Kendini biraz geriye çekip genç kızın gözlerine bakmaya başladı. Önce saçlarına bir öpücük kondurdu, sonra burnuna ve en son da dudaklarının üzerine. Böyle küçücük ama sıcak bir öpücüktü. Sonra biraz geri çekilip Akasya’nın gözlerine bakmaya devam etti. Karşı koymuyordu kız ama tepki de vermemişti. Bir kez daha öptü. Ne yapacağını bilmiyormuş gibi gözlerini kırpıştırdı kız. Gülümsedi Hakan. Bir kez daha dudaklarını genç kızın dudaklarına kapattığında bu kez kısa bir öpücük değildi bu. Daha fazla oyalandı çok sevdiği dudaklarda. Bir süre sonra da Akasya da karşılık vermeye başlamıştı. Mutlu oldu birden. Kendine biraz daha çekti kızı, biraz daha bastırdı dudaklarını dudaklarına. Ama sert değildi hareketleri. Aksine kendini anlatırcasına, onu dinlercesine sakindi.

Hiç yorum yok: