-AKASYA-
Sorunsuz
geçen bir yolculuktan sonra nihayet İstanbul’a varabilmişlerdi. Akasya ellerini
göğsünde birleştirmiş bir şekilde arabada uyuyakalmıştı. Hakan arabadan indikten
sonra Akasya’nın kapısını açıp onu kucağına aldıktan sonra eve doğru yürümeye
başladı. Eve girdiklerinde doğruca onu kendi odasına götürüp yatağına yatırdı.
Üzerini ince bir battaniye ile örtüp odadan çıktı. Artık hep yanında yatmalıydı
çünkü.
Yaklaşık
bir saat kadar sonra Akasya gözlerini araladığında bir yatakta olduğunu fark
etti. Hızlıca etrafına göz gezdirdikten sonra burasının Hakan’ın odası
olduğunun farkına varmıştı. Hava kararmaya başlamıştı. Battaniyeyi üzerinden
kaldırıp doğrulduğunda birden ürpermişti. Her ne kadar havalar ısınmış olsa da
hala akşamüzeri serin oluyordu. Hakan nerede acaba diye geçirdi içinden. Başını
yan tarafa çevirdiğinde komidinin üzerinde bir not gördü.
“Tatlım, benim
birkaç işim var. Dışarı çıkıyorum. Çok geç kalmam.” yazmıştı Hakan. Yüzüne bir
gülümseme gelip yerleşirken elini yüzünü yıkamak için banyoya doğru yöneldi.
Banyodan çıktıktan sonra odadan çıkıp merdivenlerden inmeye başlamıştı çoktan.
Evet, burası bir apartman dairesiydi ama dubleks bir daireydi ve bu eve daha
ferah bir hava katıyordu. Canı kahve çekmişti Akasya’nın. Hemen mutfağa girip
su ısıtıcıyı çalıştırdı ve kahvesini hazırlamaya başladı. İçi çok huzurluydu
uyandığından beri bu yüzden de güzel dudakları sürekli gülümsüyordu.
Kahvesini
hazırladıktan sonra salondaki büyük kitaplığın önüne geçip kitaplara bakmaya
başladı. Hakan’ın çalışma odasında da büyükçe bir kitaplık vardı ama onların
büyük bir çoğunluğu İngilizce kitaplardı ve geri kalanı da Hakan’ın bildiği ya
da üzerinde çalıştığı dillerin kitaplarıydı. Burada ise sadece Türkçe kitaplar
vardı ve edebiyatın neredeyse her türüne ait kitap bulmak mümkündü. Akasya çok
kitap okuyan bir kızdı. Aslında ne bulursa okuyan tiplerdendi. İlaç
prospektüslerini bile hevesle okuyabilirdi. O yüzden en kötü zamanlarında bile
okuduğu bir şeyler hep olmuştu yanında. Bu yüzden okuduğu birçok kitapla
karşılaşmıştı kitaplıkta. En sonunda gözüne bir kitap kestirmişti. Bu kitaba
başlamıştı aslında kütüphanede ama sonra devam edememişti bir türlü. Daha sonra
kütüphaneye gittiğinde de kitabı bulamamıştı bir daha. Sylvia Plath’ın
Günlükler’iydi elindeki. Nedense bu kadının iç dünyasını kendine çok yakın
buluyordu Akasya. Hemen kitabı eline alıp pencere önündeki yumuşak koltuklardan
birine yöneldi ve kahve eşliğinde kitabı okumaya başladı.
Ne
kadar zaman geçtiğini hiç bilmiyordu ama hava iyice kararmıştı. Kapıda çevrilen
anahtar sesiyle başını o yöne çevirmişti. Hakan elinde alışveriş poşetleriyle
içeri girmeye çalışıyordu. Hemen koşup ona yardım etmeye gitti.
-Hoş
geldin, dedi elindeki poşetlerin bir kısmını alırken.
-Ah,
uyandın mı canım. Sen uyanmadan dönerim diye düşünmüştüm ama kahrolasıca
trafik…
-Bir
saat kadar oldu uyanalı, dedi Akasya da. Bir saattir kitap okuyordu ve
neredeyse kitabı yarılamıştı. Zamanın nasıl geçtiğini gerçekten anlamamıştı.
-İyi
ama karanlıkta ne yapıyordun ki sen? diye sordu Hakan evdeki karanlığa meraklı
gözlerle bakarken.
-Kitap
okumaya dalmışım. Hiç farkında değilim havanın karardığının.
-Benimde
biraz işim vardı dışarıda. Bizim avukatla falan da görüşmem gerekiyordu.
Biliyorsun bir de Mehmet’in ev olayı var. Emlakçısıyla görüştüm ama Mehmet’in
istediği gibi bir yer yok maalesef. Bir tane bulduk ama henüz boşalmamış.
-Hadi
ya. E o zaman nasıl olacak? Burada kalamaz mı? Yani sonuçta o senin kuzenin.
-Ben
de onu soracaktım sana. Burada kalsa senin için sorun olur mu? En azından
bir-iki hafta, şu ev olayını çözünceye kadar…
-Benim
için ne sorunu olacak canım. Sonuçta burası senin evin.
-Burası
bizim evimiz güzelim. O yüzden sana da soruyorum.
-Hayır,
olmaz, dedi Akasya gözlerini kırpıştırarak. İçindeki kelebekler havalanmıştı
yine. Hem “bizim evimiz” hem de “güzelim” demişti. Bu adam her an onu
heyecanlandıracak bir şeyler buluyordu.
-Tamam
o zaman. Ben ona haber vereyim hemen. O da stres oldu orada iyice. Ama orada
gecedir şimdi. Mesaj yazayım en iyisi.
Hakan,
Mehmet’e mesaj yazarken Akasya da aldıklarını buzdolabına yerleştiriyordu.
Poşetlerin birinden de bir sürü film çıkmıştı. Hakan’ın çok geniş bir film
arşivi vardı. Akasya’da film izlemeyi severdi fakat ne zamandır şöyle güzel,
içe dokunur bir film izlememişti.
-Tamamdır.
Mesajı yolladım. Şimdi… Aaa hepsini halletmişsin bile sen.
-Evet,
yerleştireyim dedim. Bir sürü film almışsın.
-Film
izlemeyi çok severim. Sen de sever misin?
-Bayılırım,
dedi Akasya kocaman gülümseyerek.
-O
zaman film gecesi yapalım bugün, olur mu?
-Neden
olmasın. Ama filmi ben seçmek istiyorum müsaade edersen.
-Olur
tabii ki. Pizza söyleyelim mi yanına? Ben acıktım sanki. Yemek hazırlamakla
uğraşmayalım şimdi.
-Tamam.
O zaman ben filmi seçiyorum. Pizza olayı sende, dedi Akasya. Hevesle elindeki
filmleri incelemeye başlamıştı. Frida isimli filmi tercih etmişti. Bu filmi
görmüştü daha önce. Hakkında bir sürü şey de okumuştu ama fırsat bulup bir
türlü izleme fırsatı bulamamıştı. Frida Kahlo’nun hayatını anlatıyordu film.
Akasya da bir zamanlar resim yapardı. O zamanlar birçok ressamın da hayatını
inceleme fırsatı bulmuştu ama en çok Kahlo ilgisini çekiyordu nedense.
-Pizzaları
söyledim. Biraz sonra gelir, dedi Hakan bir koltuğa otururken.
-Ben
de bunu seçtim ama bilmem sever misin?
-Frida
mı? Eserlerini çok severim ben. Annem de çok severdi. Hatta bir kez beni bir
müzayedeye götürmüştü. Bir röprodüksiyonu vardı Kahlo’nun ama annem adamın
biriyle o kadar inatlaştı ki anlatamam sana. Annem artırdıkça adam da
artırıyor. Tabii en son adamda kaldı. Annem ne üzülmüştü. Kıyamam.
-Hadi
ya. Ben de üzüldüm şimdi. Bu arada ben hiç müzayedeye gitmedim. Merak ettim
oradaki ortamı.
-Bana
hep davetiyeler geliyor. Bu aralar durgun ama denk gelirse gideriz beraber,
dedi Hakan.
-Çok
sevinirim. Ben de resim yaparken ressamların hayatını da inceliyordum bir
yandan. En çok Kahlo’dan etkilenmiştim.
-Sen
resim mi yapıyorsun?
-Evet,
eskiden yapardım, dedi genç kız başını aşağı yukarı salladıktan sonra. Yeniden
başlamak istiyorum aslında ama malzemelerimin hepsi gitti. Yeniden toparlamak
lazım.
-Hallederiz
onu, o kolay iş. O zaman bu filmi izliyoruz.
Kapı
çaldığında Hakan cüzdanını alarak doğruldu.
-Pizzalarımız
geldi, dedi kapıya doğru yürürken. Hakan ödemeyi yaparken Akasya da filmi takıp
başlamaya hazır konuma getirdi.
Hakan
elinde pizza ve içeceklerle içeri girip ortadaki masaya yerleştirdi. Filmi de başlatıp Akasya’nın yanında yerini
aldı ve filmi izlemeye başladılar.
Film
bittiğinde ikisi de birbirine dönüp “Çok güzeldi!” dedi aynı anda ve
kıkırdamaya başladılar.
Hakan
bu kızın gülümsemesiyle adeta mest oluyordu. İçine neşe doluyordu resmen.
Üstelik şimdi evin her yanı da Akasya gibi kokmaya başlamıştı. Bu da çok hoşuna
gidiyordu.
Bir süre
sonra Akasya’yı kendine doğru çekip sıkıca sarıldı. Akasya’nın hızlı hızlı atan
kalp atışlarını duyabiliyordu şimdi. Kendinin de ondan aşağı kalır yanı yoktu.
Kendini biraz geriye çekip genç kızın gözlerine bakmaya başladı. Önce saçlarına
bir öpücük kondurdu, sonra burnuna ve en son da dudaklarının üzerine. Böyle
küçücük ama sıcak bir öpücüktü. Sonra biraz geri çekilip Akasya’nın gözlerine
bakmaya devam etti. Karşı koymuyordu kız ama tepki de vermemişti. Bir kez daha
öptü. Ne yapacağını bilmiyormuş gibi gözlerini kırpıştırdı kız. Gülümsedi
Hakan. Bir kez daha dudaklarını genç kızın dudaklarına kapattığında bu kez kısa
bir öpücük değildi bu. Daha fazla oyalandı çok sevdiği dudaklarda. Bir süre
sonra da Akasya da karşılık vermeye başlamıştı. Mutlu oldu birden. Kendine
biraz daha çekti kızı, biraz daha bastırdı dudaklarını dudaklarına. Ama sert
değildi hareketleri. Aksine kendini anlatırcasına, onu dinlercesine sakindi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder