Okuyucuma!



Sağlam dişler, bir de sağlam mide-

Budur dileğim senin için!

Sindirebildinse kitabımı,

Barıştı demektir benimle yıldızın!



Nietzsche



Tecavüz (Akasya) - 7. Bölüm

Daha fazla konuşacak bir şey yoktu. Şimdilik. İkisi de çokça yorulmuştu bugün. Hakan yatağın içine girip Akasya’yı da kolları arasına çekti.
-Asya… Uyuyalım hadi, dedi. Sesi boğuk çıkmıştı biraz. Akasya bir şey söylemedi ama başını biraz daha gömdü adamın boynuyla omzu arasına. Babasından duymaya bayıldığı ismini bu kadar etkilendiği bu adamın dudaklarından duymak kendisini mutlu etmişti. Evet, tam anlamıyla mutlu etmişti. Daha önce kimseye söylemediği şeyi Hakan’a söylemiş, kendi dünyasına girmesine izin vermişti. Olayların bu kadar hızlı gelişiyor olması ne kadar korkmasına sebep oluyorsa Hakan’ın yaklaşımı da o kadar mutlu olmasını sağlıyordu.
Hakan koynuna sokulmuş kızın saçlarını okşuyordu yine. Onu ilk gördüğü andan beri omuzlarından aşağı dökülen saçlarını okşamak için içinde dolup dolup taşmak için can atan isteğini doyurabilmek mümkün değildi şuan, biliyordu. Sabaha kadar böyle yatmaya razıydı. Saçlarını okşarken kendinden geçmişti resmen. Sesinin boğuk çıkma sebebi buydu ama Akasya hiçbir şey söylememişti. Bugün onu çok zorlamıştı ama Akasya ona dünyaları vermişti sonunda. Akasya ismini çok sevmişti zaten. Daha önce hiç Akasya isminde biriyle tanışmamıştı bugüne kadar. Ama akasya ağaçlarını hep çok sevmişti. Onun için bahar akasya ağaçlarının çiçeklerinde açardı hep. Asya… Asya ise bambaşkaydı. Akasya, kendisiyle ilgili belki de en özel şeyi paylaşmıştı kendisiyle. Asya dediğinde içinde ılık ılık bir şeyler akıyordu sanki. Bundan sonra ona Asya diye hitap etmeye karar verdi.
Hakan, düşünmeye devam ederken Akasya’nın uyuduğunun farkına varamamıştı. Onu biraz daha kendine doğru çektiğinde düzenli nefes alıp verdiğini görmüştü. Onu uyandırmamaya çalışıp saçlarını okşamaya devam etti. Çok geçmeden de kendisi uykuya daldı.
Sabah kollarının arasındaki sıcaklığa açtı Hakan gözlerini. Akasya, hala dün gece yattığı pozisyonda uyuyordu kollarının arasında. Hiç kıpırdamadan öylece yatmış gibiydi sanki. Yüzüne düşen bir tutam saçını alıp kulağının arkasına sıkıştırdı onu uyandırmamaya özen göstererek. Bir süre sonra kıpırdamaya başladı Akasya. Gözlerini açtığında Hakan’ın gözleriyle karşılaştı. “Mavi. Deniz. Engin. Mutlu. Gülen. Özlemişim.” Aklından ardı ardına birçok kelime geçiyordu ki Hakan’ın sesiyle kelimeleri bölündü.
-Günaydın canım.
-Günaydın, dedi Akasya. Sesi çatallı çıkmıştı. Utandı bundan birden. Ne zaman uyandın?
-Az önce, dedi Hakan. Sesindeki çatallaşmayı sevmişti. Karışmış saçları ve çatallaşmış sesiyle çok sevimliydi kollarında.
-Çok açım, dedi Akasya üzerindeki ilgiyi dağıtmaya çalışarak. Şu an berbat göründüğünden emindi ama Hakan ısrarla ona o mavi gözleriyle bakmaya devam ediyordu. Hızlıca çıktı yataktan.
-Tamam, bebeğim, hadi hazırlanıp kahvaltıya inelim.
-Hakan…
-Efendim canım, dedi Hakan.
-Banyoda işin var mı diye soracaktım. Duş almak istiyorum da.
-Bir girip çıkayım, kullanabilirsin canım.
-Tamam.

Hakan’dan sonra banyoya girince kendisini serbest bırakmasıyla şiddetle titremeye başladı. “Bebeğim, canım, hayatım, yavrum” gibi kelimelerden ölesiye korkuyordu. Üvey babasını hatırlamasına sebep olacak her kelimeden korkuyordu. Şimdi Hakan’a ne kadar belli etmemeye çalışsa da eninde sonunda onun da anlayacağını biliyordu. Defalarca onun bunu kötü bir niyetle söylemediğine kendini ikna etmeye çalışsa da başarısız oluyordu. Daha fazla düşünmek istemediği için hızlıca üzerindekileri çıkarıp duşun altına attı kendisini. Su biraz fazla sıcaktı ama aldırmadı. Su, başından bedenine doğru ilerlerken gözyaşları da akmaya başlamıştı yeniden. Dün Hakan’ın kendisini ağlarken sakinleştirişi geldi gözlerinin önüne. Sonra yıllardır döktüğü gözyaşlarını annesinin hiç görmeyişi, hep yapayalnız oluşu…
Duşun altında ne kadar kaldığının farkında değildi Akasya. Kapının tıklatılmasıyla kendine geldi. Hakan sesleniyordu dışarıdan.
-Akasya, canım… İyi misin?
-İyiyim. Ben… Çıkıyorum şimdi.
-Tamam, ben seni merak ettim. Uzun süredir içeridesin.
-Hemen geliyorum.
Hızlıca vücut kremini sürüp giyindi Akasya. Saçlarını da hızlıca kurutup çıktı banyodan. Hakan, yatağın üzerine oturmuştu. Meraklı gözlerle kendisine bakıyordu.
-Fark etmemişim ne kadar zaman olduğunu, diye geveledi ağzında Akasya.
-Sen ağladın mı Akasya, gözlerin niye böyle kıpkırmızı?
-Yoo…
-Doğru söyle. Sesin de kötü geliyor. Canım ne oldu, seni üzecek bir şey mi yaptım ben?
Akasya, gözyaşları akmasın diye gözlerini kırpıştırıp duruyordu şimdi. Hem ona kendini tamamıyla açmak istiyor hem de kendisinden iğrenip onu bırakmasından korkuyordu.
-Hayır, diyebildi sadece. Hakan yanına gelmişti şimdi. Gözlerini gözlerinin içine dikmiş, sanki kalbini okumaya çalışır gibiydi. Hakan bir şeyler olduğunu anlamış, önce onu oturtmaya karar vermişti.
-Gel şöyle, oturalım önce, deyip onu kanepeye doğru götürmüş; önce kendi oturduktan sonra onu da kendisine olabildiğince yakın oturtmuştu.
-Asya… Benden korkuyor musun canım? Korkmaman gerektiğini biliyorsun, değil mi? Sana asla zarar vermem. Korkma benden ve güven bana lütfen. Hadi anlat bana şimdi ne olduğunu. Eğer bir hatam varsa düzeltirim. Seni üzmek istemiyorum. Hele korkutmayı hiç istemiyorum.
Bir yandan konuşurken bir yandan da o güzel saçlarını okşuyordu Akasya’nın. Saçları yumuşacıktı ve şampuanı çok güzel çiçek kokuyordu. Bir eliyle de elini avunun içine alıp cesaret verircesine sıkmayı ihmal etmedi.
-Korkuyorum…
Tek kelime. İçindeki fırtınanın, yangının hatta sağanağın da tek sebebiydi bu tek kelime. Korku. Her bir hücresine öyle bir sinmişti ki geceleri yine gelecek, yine aynı şeyler olacak diye diken üstünde yatıyordu resmen.
-Benden mi? dedi Hakan. Canı o kadar çok yanmıştı ki o kelimeyi duyduğunda. Hızlı gittiğinin farkındaydı ama onu böylesine korkuttuğunu fark edememişti işte. Kendisine kızdı birden.
-Hayır, dedi Akasya yeniden.
-Ne o zaman Akasya, söyle hadi canım. Sabırsızlanmaya başlamıştı Hakan. Bu sorunu hemen çözmek istiyordu. Sesi biraz sert çıkmıştı bu yüzden. Akasya’da Hakan’ın sesindeki sert tınıyı almış hemen dikenlerini çıkarmıştı.
-İşte bundan korkuyorum. Tüm o canım, bebeğim, güzelim, hayatım, yavrum kelimelerinden! Bana onu hatırlatıyor. İğne gibi resmen. Her yanıma batıyor. Hele yavrum! Hem tehdit, hem uyarı, hem gelecek gecenin habercisi o ima! Kahretsin, hiç kurtulamayacağım o adamdan, anlamıyor musun?! Hep peşimde olacak gölgesi.
Hakan duyduklarının şokuyla dondu kaldı bir süre. Kendine geldiğinde Akasya ağlıyordu. Yine… Yine ağlıyordu ve onun tek bir gözyaşı bile kalbinin acımasına yetiyordu.
-Akasya, canım… Off… Asya, ben özür dilerim. İstemsizce çıkıyor ağzımdan. Özür dilerim gerçekten. Seni üzmek değil inan amacım. Özür dilerim. Bak bana canım, n’olur gözlerime bak.
Akasya başını kaldırıp Hakan’ın gözlerine dikti gözlerini. Gözlerinin rengi koyu yeşil olmuştu şimdi.
-İsteyerek yapmıyorum, inan. Seninle konuşurken istemsizce oluyor her şey. Ne olur ağlama, dayanamam senin üzülmene. Aşabiliriz bunu. Ben elimden geldiğince dikkat ederim. İnan bana. Söz veriyorum sana.
Akasya’nın gözyaşları hala gözlerinden süzülürken konuştu:
-Hakan… Ben bu kadar yaram varken sana nasıl yar olabileceğimi bilmiyorum.

         

Hiç yorum yok: