Otele
vardıklarında daha akşam yemeğine çok olduğundan odalarına çıktılar beraber.
Hakan bir dakika olsun bırakmıyordu Akasya’nın elini. Odaya çıktıklarında
atıştırmalık bir şeyler söyleyip hem televizyonda denk geldikleri bir filmi
izleyip hem de sohbet ettiler. Yemek vakti geldiğinde restoranta inip
yemeklerini yediler. Lobide biraz oturdular bir süre de. İkisinin de erkenden
uykusu gelince odaya çıkıp yattılar. Bugün ikisi için de yorucu bir gün
olmuştu.
-HAKAN-
Sabah kollarımda hissettiğim sıcaklığa
gülümseyerek uyandım. Akasya, benim biricik Asya’m dün bana evet dedi. Beni
kabul etti. Allah’ım nasıl mutluyum. Zaten dün otele dönünce de kırk yıllık
sevgililer gibiydik. Kollarımın arasında televizyon izledi benimle. Yemeğimizi
güle eğlene yedik. Yine kollarımın arasında kapadı gözlerini geceye.
Uyandığımda onun sıcaklığını hissetmek ise bambaşka bir şey.
Nasıl da güzel uyuyor. Kirpikleri ne
kadar da uzun. Çok güzeller. İnsanın içinden durmadan öpmek geliyor. Ama uyanır
diye çok korkuyorum. Biraz daha uyusun. Göğsü sakin sakin inip kalkıyor. Şu an
öyle güzel, öyle masum ve öyle seksi… Ne diyorum ya ben. Kız uyuyor oğlum!
Durdur o kasıklarındaki kıpırtıyı hemen. Hayvanlaşma Hakan! Kız uyuyor. Hem o
istemediği sürece hiçbir şey yapmayacaksın. Önce onun istemesi lazım. Söz ver.
Söz ver kendine. Sapıtmayacaksın asla. Bu kız herhangi biri değil. Ona zarar
veremezsin. Sanki daha önce başka bir kıza o şekilde yaklaştım da. Olsun.
Akasya olmaz. Ona hiçbir şekilde kötü gözle bakamazsın.
Off… Ne oluyor bana böyle yahu!
Deliriyorum galiba. Kendi kendime konuşurken kafayı yiyeceğim şimdi. Allah’ım
çok mutluyum. Ama bozulacak diye de çok korkuyorum. Ama ile başlayan
cümlelerden de çok korkuyorum. Off… Sen bana akıl fikir ver yarabbim!
…
Hakan delirmişçesine içinden kendi
kendine konuşurken Akasya da kıpırdanmaya başlamıştı. Yüzüne vuran ışıktan
rahatsız olmuştu belli ki. Yüzünü buruşturup kirpiklerini araladıktan sonra
etrafına hızlı bir bakış attığında Hakan’ın mavi okyanusları andıran gözleriyle
karşılaştı.
Bir yandan bir kedi gibi gerinirken bir
yandan da gülümseyerek “Günaydın!” dedi. Sesi coşkuyla akan bir pınar gibi
neşeliydi.
-Günaydın benim güzel meleğim, dedi
Hakan burnuna bir öpücük kondururken. “Nasıl, rahat uyudun mu? Gerçi çok
kıpıdandın gece ama.”
-Evet, çok rahattı ama ben seni
rahatsız mı ettim. Biraz deli yatarım ben.
-Hayır tatlım. Rahatsız olmadım. Benim
uykum çok hafif sadece. O yüzden kıpırdasan hissediyorum ben.
-Özür dilerim.
-Özür dilenecek bir şey yok ki canım.
Alışacağız birbirimize. Acıkmadın mı, hadi kahvaltıya inelim bir an önce.
-Tamam, hemen hazırlanıyorum.
Akasya küçük çantasından rahat bir kot
ve tişört alıp banyoya geçti hemen. Elini yüzünü yıkadıktan sonra hızlıca
üzerini değiştirip hafif bir makyaj yaptı. Saçlarını da çok sıkı olmayacak
şekilde atkuyruğu yapıp çıktı.
Giyindiğinde Hakan’ın da giyinmiş
olduğunu gördü. Çantasına bir şeyler koyuyordu. O da eşofmanlarını ve makyaj
malzemelerini çantasına yerleştirdi hemen.
-Hazırım.
-Her şeyini aldın mı?
-Sanırım evet.
-Görünürde bir şey yok ama. Neyse, bir
şey kaldıysa da arar söyleriz. Hadi çıkalım o zaman.
Restoranın kapısına geldiklerinde
Hakan, Akasya’ya lobide beklemesini söyledi. O da arabaya çantalarını
bıraktıktan sonra resepsiyona gidip çıkış işlemlerini halletti. Restoranta
girdiklerinde boş masa olmadığını fark ettiler. Acaba dışarıda mı yesek diye
konuşurken “Hakan” diye bir ses geldi arkadan. Dönüp baktıklarında bunun Ahmet
olduğun gördüler. Ahmet de tıpkı babası gibi kahvaltısını müşterilerin arasında
yapıyordu hala. Ona doğru yöneldiler.
-Benimle kahvaltı yapmak ister misiniz,
diye sordu Ahmet çapkın bir gülüşle. Oldukça yakışıklı bir adamdı o da.
Hakan’ın tüm arkadaşları hep böyle yakışıklı mı, hiç çirkin arkadaşı yok mu
acaba diye düşünmeden edemedi Akasya.
-Başka boş masa olmadığına göre
oturalım bari, dedi Hakan, Akasya’ya göz kırparken.
-Bak ya. Ben sizi masama davet
ediyorum. Sen nazlanıyorsun. Herkese nasip olmaz otel sahibiyle kahvaltı
yapmak, dedi gülerken.
-Ona ne şüphe canım. Çok şanslıyız
değil mi hayatım?
-Zevzek sen de. Akasya’cım sen bu adama
nasıl katlanıyorsun yahu!
Akasya bir şey söylemek yerine
gülümsemekle yetindi sadece. İkisinin atışmasını izlemek çok zevkliydi.
Tam masaya yerleşmiş hal hatır
soracakken Ahmet’in telefonuyla sustu herkes. Odalardan birinde sorun vardı ve
Ahmet’in gitmesi gerekiyordu.
-Çocuklar benim gitmem gerek. Kusuruma
bakmayın ne olur. Bir sorun çıkmış odalardan birinde. Siz buralardasınız, değil
mi? Gün içinde görüşürüz nasılsa.
-Aslında biz kahvaltıdan sonra
ayrılacağız, dedi Hakan. Çok bile kaldık. Malum benim iş var. Akasya’da okula
gidecek.
-Hadi ya. Ben kalırsınız sanmıştım.
Neyse o zaman. Gerçekten kusuruma bakmayın. Başka zaman sohbet ederiz artık. Şu
işleri bir yoluna koyabilsem bir ara İstanbul’a geleceğim ama işte…
-Her zaman beklerim. Biliyorsun kapımız
sana her zaman açık, dedi Hakan gayet samimi bir şekilde.
-Tamam o zaman, haberleşiriz bir ara.
Akasya’cım tanıştığıma çok memnun oldum, dedi bu kez de Akasya’ya dönerek.
-Ben de, dedi kısaca Akasya.
Gülümsemişti söylerken. Çünkü Ahmet’in yüzüne baktıkça gülümsemek geliyordu
içinden. Hakan’ın diğer arkadaşlarında olduğu gibi onu da yakın hissetmişti
kendine.
-Görüşmek üzere o zaman. Kendinize iyi
bakın, deyip ayrıldı masadan. Giderken de bir garsonu masalarına doğru
yönlendirmeyi ihmal etmedi tabii.
Garson saygılı bir şekilde “Günaydın
Hakan Bey, ne alırdınız?” diye sorduğunda Hakan hafifçe doğrularak adamın eline
uzandı. Akasya bu manzarayı şaşkınlıkla izliyordu.
-Mustafa Abi, kaç kez söyledim bana bey
deme diye. Aşk olsun.
-Dedin dedin ama ağız alışkanlığı işte.
-Nasılsın bakalım, Ayşe Yengem nasıl,
çocuklar iyi mi? diye ardı ardına soru soruyordu Hakan.
-İyiler iyiler. Hepimiz iyiyiz.
Çocuklar da senin sayende güzel güzel okuyorlar. Oğlan üniversite ikinci sınıf
oldu. Mühendis olacak inşallah. Kız da bu yıl lise son sınıfta. Dersleri de çok
iyi. O da doktor olmak istiyor.
-Ah, çok sevindim, dedi Hakan yine
gülümseyerek. Bak seni kız arkadaşımla tanıştırayım. Akasya, bu bey Mustafa
Abimiz. Kendisini uzun zamandır tanırız. Mustafa Abicim kız arkadaşım Akasya. O
da tıp fakültesinde okuyor.
-Memnun oldum Akasya Hanım.
-Aa lütfen sadece Akasya deyin.
-Peki kızım, dedi adam hafifçe
gülümseyerek.
-Hakan’ın da dediği gibi ben de doktor
olacağım. Eğer kızınızın bir şeye ihtiyacı olursa ya da ne bileyim meslekle
ilgili sorusu falan olursa seve seve yardımcı olurum ben. Hem kendisiyle
tanışmayı da çok isterim. Belki bizim okulda okumak ister.
-Kendisine iletirim kızım. Eminim ki
bunu duyduğuna çok sevinecek.
Hemen bir kâğıda numarasını yazıp verdi
Akasya.
-Numaram da burada. İstediği zaman
arayabilir beni.
-Çok sağ ol kızım, dedi adam çekinik
bir gülümsemeyle.
-Mustafa Abi biz çok açız. İki kişilik
kahvaltı alalım en acelesinden, dedi Hakan.
-Hemen getiriyorum Hakan oğlum.
-Sağ olasın Abi.
Adam ivedilikle uzaklaşırken Akasya da
meraklı gözlerle bir uzaklaşan adama bir de Hakan’a bakıyordu. Hakan da
Akasya’nın meraklı bakışlarını fark etmiş olduğundan olacak ona doğru dönmüş
gülümsüyordu.
-Şimdi sen bu adamı ve ailesini nereden
tanıdığımı soracaksın bana.
-Şey… Evet. Yani ben merak ettim
aslında…
Başını önüne eğmiş mırıldanıyordu
Akasya. Hakan, başına bir öpücük kondurduktan sonra çenesini hafifçe yukarı
kaldırdı Akasya’nın. Gözlerine bakarken konuşmaya başladı yeniden:
-Buraya uzun zamandır geldiğimizi
söylemiştim zaten sana. İşte o ilk zamanlardı sanırım. Mustafa Abi burada
çalışmaya başlamıştı. Gelip gittikçe onu görüyordum ama böyle çok mahzun
duruyordu. Sanki bir derdi var gibiydi. Bir gün sordum ama pek bir şey
anlatmadı tabii bize. Biraz araştırma yaptıktan sonra geçim sıkıntısı çektiğini
ve oğlunun üniversite sınavına hazırlandığını öğrendim. Bir de kızları var
işte. O da liseye başlayacaktı. Ayşe Yenge de o zamanlar işsizdi. İşte önce ona
bir iş bulduk. Sonra da ben çocuklara burs vermeye başladım. Sonra da görüşmeye
başladık işte, dedi Hakan derin bir nefes alarak.
Akasya gözlerinde garip pırıltılarla
bakıyordu şimdi Hakan’a. Hakan’ın merhametli bir adam olduğu kendisi gibi bir
kızı evine almasından belliydi zaten ama öğrencilere burs vermesi çok daha
güzel bir olaydı. Akasya bunları düşünürken kahvaltıları da gelmişti. Adam
kahvaltılarını bıraktıktan sonra:
-Ayşe Yengen börek yapıyormuş sana.
Gitmeden uğrayın da alın, dedi.
-Abi zahmet etmeseydi…
-Zahmet de neymiş senin yaptıkların
arasında. Hem Ece de evde bugün.
Akasya’dan bahsettim hemen tanışmak istedi. Şimdi gitmezseniz başımın etini
yer. Ne zamandır da seni soruyordu hem. Gidin işte.
-Tamam abi. Uğrarız, dedi Hakan en
sonunda. Zaten oradan İstanbul’a geçeceğiz.
Gülümsedi adam. Hakan’ı ikna etmekten
memnun olduğu belliydi.
-Tamam oğlum. İyi yolculuklar şimdiden.
-Sağ ol Mustafa Abi.
-Akasya kızım kendine de Hakan oğluma
da çok iyi bak.
-Merak etmeyin, dedi Akasya da
gülümseyerek.
Adam gittikten sonra kahvaltılarını
yaptılar. Bir yandan da sohbet ediyorlardı. Akasya merakına yenilip başka
öğrencilere de burs verip vermediğini sormuştu Hakan’a. O da bir eğitim derneği
üzerinden 10 öğrenciye daha burs verdiğini söylemişti. O öğrencileri biliyordu
ama öğrenciler onu tanımıyordu. Normalde eğitim derneği öğrenciler ile burs
verenleri buluşturmuyordu ama o bunu özellikle rica etmişti. Öğrencilerin ders
durumunu takip ediyor, mezun olduklarında da iş bulmalarında ya da yurt dışında
başka eğitim almalarında yardımcı olmaya devam ediyordu. Ben babamdan böyle
gördüm diyordu Hakan. O da ölmeden önce aynı dernek üzerinden birçok öğrenciye
burs vermişti. Şimdi de Hakan babasından gördüğü şeyi devam ettiriyordu.
Kahvaltılarını yaptıktan sonra Akasya’yı
Mustafa Abisinin evine götürdü Hakan. Ayşe Yenge dediği kadın güler yüzlü
tombul bir kadındı ve Hakan’ı çok sevdiği her halinden belli oluyordu.
Akasya’yla tanıştıktan sonra onu da çok sevmişti ve o lezzetli böreğinden ikram
etmişti ikisine de. Kalanlarını da yanlarında götürmeleri için paket yapmıştı
hemen tüm itirazlarına rağmen.
Akasya, Ece ile tanışıp ona tıp ile
ilgili bilgiler verdi. Üniversite sınavına hazırlanıyordu kız. Hangi konulara
ağırlık vermesi gerektiğinden falan bahsetti. Kızın Hakan’a karşı ayrı bir
yatkınlığı var gibiydi. Hakan onu birkaç kez İstanbul’a götürüp sınava
hazırlanması için gerekli olan kitapları almıştı. Gerçi dershanenin verdiği
kitaplar da vardı ama kız onları çoktan bitirmişti. Hakan’ın aldıkları da
bitmek üzereydi. Akasya, Ece’ye İstanbul’a gelmesini ve ona yeni kitaplar
alacaklarını söyledi. Söyler söylemez Hakan’a sormadığını fark etti ama Ece çok
mutlu olmuştu şimdiden. Umarım kızmaz diye içinden geçirmeden de edemedi.
Biraz daha oturduktan sonra İstanbul’a
dönmek üzere kalktılar. Arabada ikisi de çok sessizdi. Akasya az önce yaptığı
şey yüzünden de biraz huzursuzdu açıkçası. Daha ikinci günden başına buyruk
davranmıştı. Sessizliğe daha fazla dayanamayıp konuştu:
-Ece çok tatlı bir kızmış, dedi.
-Öyledir, dedi Hakan da gülümseyerek.
Üstelik çok da zeki. Kardeşim gibi severim onu.
Hakan, Ece’nin kendisine olan
bağlılığını biliyordu ve şu an Akasya’nın bunu yanlış anlamasından korkmuştu.
Aralarındaki her şey çok yeniydi sonuçta. O, her ne kadar küçük kızı kardeşi
olarak görse de belki de Akasya yanlış bir şey düşünmüştü.
-Şey… Ben sana sormadan bir şey yaptım,
dedi Akasya sıkıntıyla. Hakan’ın ters bir tepki vermesinden korkuyordu.
-Ne yaptın canım, diye sordu Hakan,
Akasya’ya kısa bir bakış atıp yine dikkatini yola vermişti.
-Ece’nin kitapları bitmek üzereydi.
Yani hemen hemen hepsini çözmüş. Ben de öbür hafta sonu gelmesini ve yeni
kitaplar alacağımızı söyledim.
-İyi yapmışsın canım, dedi Akasya’nın
elini tutarak. Aslında benim de ne zamandır aklımda ama işlerden bir türlü
fırsat bulamıyorum. Ama bizim haftaya sınavlar var okulda. Hafta sonuna da
sınav koyuyorlar bizde.
-Olsun canım. Biz kız kıza gezeriz hem.
Yani senin için sakıncası yoksa tabii.
-Yok tabii ki güzelim. Aslında bana çok
büyük bir iyilik yapmış
olursun.
-Anlaştık o zaman, dedi Akasya gülerek
ve önüne döndü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder