Okuyucuma!



Sağlam dişler, bir de sağlam mide-

Budur dileğim senin için!

Sindirebildinse kitabımı,

Barıştı demektir benimle yıldızın!



Nietzsche



Tecavüz (Akasya) - 10. Bölüm

Otele vardıklarında daha akşam yemeğine çok olduğundan odalarına çıktılar beraber. Hakan bir dakika olsun bırakmıyordu Akasya’nın elini. Odaya çıktıklarında atıştırmalık bir şeyler söyleyip hem televizyonda denk geldikleri bir filmi izleyip hem de sohbet ettiler. Yemek vakti geldiğinde restoranta inip yemeklerini yediler. Lobide biraz oturdular bir süre de. İkisinin de erkenden uykusu gelince odaya çıkıp yattılar. Bugün ikisi için de yorucu bir gün olmuştu.

         -HAKAN-
         Sabah kollarımda hissettiğim sıcaklığa gülümseyerek uyandım. Akasya, benim biricik Asya’m dün bana evet dedi. Beni kabul etti. Allah’ım nasıl mutluyum. Zaten dün otele dönünce de kırk yıllık sevgililer gibiydik. Kollarımın arasında televizyon izledi benimle. Yemeğimizi güle eğlene yedik. Yine kollarımın arasında kapadı gözlerini geceye. Uyandığımda onun sıcaklığını hissetmek ise bambaşka bir şey.
         Nasıl da güzel uyuyor. Kirpikleri ne kadar da uzun. Çok güzeller. İnsanın içinden durmadan öpmek geliyor. Ama uyanır diye çok korkuyorum. Biraz daha uyusun. Göğsü sakin sakin inip kalkıyor. Şu an öyle güzel, öyle masum ve öyle seksi… Ne diyorum ya ben. Kız uyuyor oğlum! Durdur o kasıklarındaki kıpırtıyı hemen. Hayvanlaşma Hakan! Kız uyuyor. Hem o istemediği sürece hiçbir şey yapmayacaksın. Önce onun istemesi lazım. Söz ver. Söz ver kendine. Sapıtmayacaksın asla. Bu kız herhangi biri değil. Ona zarar veremezsin. Sanki daha önce başka bir kıza o şekilde yaklaştım da. Olsun. Akasya olmaz. Ona hiçbir şekilde kötü gözle bakamazsın.
         Off… Ne oluyor bana böyle yahu! Deliriyorum galiba. Kendi kendime konuşurken kafayı yiyeceğim şimdi. Allah’ım çok mutluyum. Ama bozulacak diye de çok korkuyorum. Ama ile başlayan cümlelerden de çok korkuyorum. Off… Sen bana akıl fikir ver yarabbim!

         …
        
         Hakan delirmişçesine içinden kendi kendine konuşurken Akasya da kıpırdanmaya başlamıştı. Yüzüne vuran ışıktan rahatsız olmuştu belli ki. Yüzünü buruşturup kirpiklerini araladıktan sonra etrafına hızlı bir bakış attığında Hakan’ın mavi okyanusları andıran gözleriyle karşılaştı.
         Bir yandan bir kedi gibi gerinirken bir yandan da gülümseyerek “Günaydın!” dedi. Sesi coşkuyla akan bir pınar gibi neşeliydi.
         -Günaydın benim güzel meleğim, dedi Hakan burnuna bir öpücük kondururken. “Nasıl, rahat uyudun mu? Gerçi çok kıpıdandın gece ama.”
         -Evet, çok rahattı ama ben seni rahatsız mı ettim. Biraz deli yatarım ben.
         -Hayır tatlım. Rahatsız olmadım. Benim uykum çok hafif sadece. O yüzden kıpırdasan hissediyorum ben.
         -Özür dilerim.
         -Özür dilenecek bir şey yok ki canım. Alışacağız birbirimize. Acıkmadın mı, hadi kahvaltıya inelim bir an önce.
         -Tamam, hemen hazırlanıyorum.
         Akasya küçük çantasından rahat bir kot ve tişört alıp banyoya geçti hemen. Elini yüzünü yıkadıktan sonra hızlıca üzerini değiştirip hafif bir makyaj yaptı. Saçlarını da çok sıkı olmayacak şekilde atkuyruğu yapıp çıktı.
         Giyindiğinde Hakan’ın da giyinmiş olduğunu gördü. Çantasına bir şeyler koyuyordu. O da eşofmanlarını ve makyaj malzemelerini çantasına yerleştirdi hemen.
         -Hazırım.
         -Her şeyini aldın mı?
         -Sanırım evet.
         -Görünürde bir şey yok ama. Neyse, bir şey kaldıysa da arar söyleriz. Hadi çıkalım o zaman.
         Restoranın kapısına geldiklerinde Hakan, Akasya’ya lobide beklemesini söyledi. O da arabaya çantalarını bıraktıktan sonra resepsiyona gidip çıkış işlemlerini halletti. Restoranta girdiklerinde boş masa olmadığını fark ettiler. Acaba dışarıda mı yesek diye konuşurken “Hakan” diye bir ses geldi arkadan. Dönüp baktıklarında bunun Ahmet olduğun gördüler. Ahmet de tıpkı babası gibi kahvaltısını müşterilerin arasında yapıyordu hala. Ona doğru yöneldiler.
         -Benimle kahvaltı yapmak ister misiniz, diye sordu Ahmet çapkın bir gülüşle. Oldukça yakışıklı bir adamdı o da. Hakan’ın tüm arkadaşları hep böyle yakışıklı mı, hiç çirkin arkadaşı yok mu acaba diye düşünmeden edemedi Akasya.
         -Başka boş masa olmadığına göre oturalım bari, dedi Hakan, Akasya’ya göz kırparken.
         -Bak ya. Ben sizi masama davet ediyorum. Sen nazlanıyorsun. Herkese nasip olmaz otel sahibiyle kahvaltı yapmak, dedi gülerken.
         -Ona ne şüphe canım. Çok şanslıyız değil mi hayatım?
         -Zevzek sen de. Akasya’cım sen bu adama nasıl katlanıyorsun yahu!
         Akasya bir şey söylemek yerine gülümsemekle yetindi sadece. İkisinin atışmasını izlemek çok zevkliydi.
         Tam masaya yerleşmiş hal hatır soracakken Ahmet’in telefonuyla sustu herkes. Odalardan birinde sorun vardı ve Ahmet’in gitmesi gerekiyordu.
         -Çocuklar benim gitmem gerek. Kusuruma bakmayın ne olur. Bir sorun çıkmış odalardan birinde. Siz buralardasınız, değil mi? Gün içinde görüşürüz nasılsa.
         -Aslında biz kahvaltıdan sonra ayrılacağız, dedi Hakan. Çok bile kaldık. Malum benim iş var. Akasya’da okula gidecek.
         -Hadi ya. Ben kalırsınız sanmıştım. Neyse o zaman. Gerçekten kusuruma bakmayın. Başka zaman sohbet ederiz artık. Şu işleri bir yoluna koyabilsem bir ara İstanbul’a geleceğim ama işte…
         -Her zaman beklerim. Biliyorsun kapımız sana her zaman açık, dedi Hakan gayet samimi bir şekilde.
         -Tamam o zaman, haberleşiriz bir ara. Akasya’cım tanıştığıma çok memnun oldum, dedi bu kez de Akasya’ya dönerek.
         -Ben de, dedi kısaca Akasya. Gülümsemişti söylerken. Çünkü Ahmet’in yüzüne baktıkça gülümsemek geliyordu içinden. Hakan’ın diğer arkadaşlarında olduğu gibi onu da yakın hissetmişti kendine.
         -Görüşmek üzere o zaman. Kendinize iyi bakın, deyip ayrıldı masadan. Giderken de bir garsonu masalarına doğru yönlendirmeyi ihmal etmedi tabii.
         Garson saygılı bir şekilde “Günaydın Hakan Bey, ne alırdınız?” diye sorduğunda Hakan hafifçe doğrularak adamın eline uzandı. Akasya bu manzarayı şaşkınlıkla izliyordu.
         -Mustafa Abi, kaç kez söyledim bana bey deme diye. Aşk olsun.
         -Dedin dedin ama ağız alışkanlığı işte.
         -Nasılsın bakalım, Ayşe Yengem nasıl, çocuklar iyi mi? diye ardı ardına soru soruyordu Hakan.
         -İyiler iyiler. Hepimiz iyiyiz. Çocuklar da senin sayende güzel güzel okuyorlar. Oğlan üniversite ikinci sınıf oldu. Mühendis olacak inşallah. Kız da bu yıl lise son sınıfta. Dersleri de çok iyi. O da doktor olmak istiyor.
         -Ah, çok sevindim, dedi Hakan yine gülümseyerek. Bak seni kız arkadaşımla tanıştırayım. Akasya, bu bey Mustafa Abimiz. Kendisini uzun zamandır tanırız. Mustafa Abicim kız arkadaşım Akasya. O da tıp fakültesinde okuyor.
         -Memnun oldum Akasya Hanım.
         -Aa lütfen sadece Akasya deyin.
         -Peki kızım, dedi adam hafifçe gülümseyerek.
         -Hakan’ın da dediği gibi ben de doktor olacağım. Eğer kızınızın bir şeye ihtiyacı olursa ya da ne bileyim meslekle ilgili sorusu falan olursa seve seve yardımcı olurum ben. Hem kendisiyle tanışmayı da çok isterim. Belki bizim okulda okumak ister.
         -Kendisine iletirim kızım. Eminim ki bunu duyduğuna çok sevinecek.
         Hemen bir kâğıda numarasını yazıp verdi Akasya.
         -Numaram da burada. İstediği zaman arayabilir beni.
         -Çok sağ ol kızım, dedi adam çekinik bir gülümsemeyle.
         -Mustafa Abi biz çok açız. İki kişilik kahvaltı alalım en acelesinden, dedi Hakan.
         -Hemen getiriyorum Hakan oğlum.
         -Sağ olasın Abi.
         Adam ivedilikle uzaklaşırken Akasya da meraklı gözlerle bir uzaklaşan adama bir de Hakan’a bakıyordu. Hakan da Akasya’nın meraklı bakışlarını fark etmiş olduğundan olacak ona doğru dönmüş gülümsüyordu.
         -Şimdi sen bu adamı ve ailesini nereden tanıdığımı soracaksın bana.
         -Şey… Evet. Yani ben merak ettim aslında…
         Başını önüne eğmiş mırıldanıyordu Akasya. Hakan, başına bir öpücük kondurduktan sonra çenesini hafifçe yukarı kaldırdı Akasya’nın. Gözlerine bakarken konuşmaya başladı yeniden:
         -Buraya uzun zamandır geldiğimizi söylemiştim zaten sana. İşte o ilk zamanlardı sanırım. Mustafa Abi burada çalışmaya başlamıştı. Gelip gittikçe onu görüyordum ama böyle çok mahzun duruyordu. Sanki bir derdi var gibiydi. Bir gün sordum ama pek bir şey anlatmadı tabii bize. Biraz araştırma yaptıktan sonra geçim sıkıntısı çektiğini ve oğlunun üniversite sınavına hazırlandığını öğrendim. Bir de kızları var işte. O da liseye başlayacaktı. Ayşe Yenge de o zamanlar işsizdi. İşte önce ona bir iş bulduk. Sonra da ben çocuklara burs vermeye başladım. Sonra da görüşmeye başladık işte, dedi Hakan derin bir nefes alarak. 
         Akasya gözlerinde garip pırıltılarla bakıyordu şimdi Hakan’a. Hakan’ın merhametli bir adam olduğu kendisi gibi bir kızı evine almasından belliydi zaten ama öğrencilere burs vermesi çok daha güzel bir olaydı. Akasya bunları düşünürken kahvaltıları da gelmişti. Adam kahvaltılarını bıraktıktan sonra:
         -Ayşe Yengen börek yapıyormuş sana. Gitmeden uğrayın da alın, dedi.
         -Abi zahmet etmeseydi…
         -Zahmet de neymiş senin yaptıkların arasında.  Hem Ece de evde bugün. Akasya’dan bahsettim hemen tanışmak istedi. Şimdi gitmezseniz başımın etini yer. Ne zamandır da seni soruyordu hem. Gidin işte.
         -Tamam abi. Uğrarız, dedi Hakan en sonunda. Zaten oradan İstanbul’a geçeceğiz.
         Gülümsedi adam. Hakan’ı ikna etmekten memnun olduğu belliydi.
         -Tamam oğlum. İyi yolculuklar şimdiden.
         -Sağ ol Mustafa Abi.
         -Akasya kızım kendine de Hakan oğluma da çok iyi bak.
         -Merak etmeyin, dedi Akasya da gülümseyerek.
         Adam gittikten sonra kahvaltılarını yaptılar. Bir yandan da sohbet ediyorlardı. Akasya merakına yenilip başka öğrencilere de burs verip vermediğini sormuştu Hakan’a. O da bir eğitim derneği üzerinden 10 öğrenciye daha burs verdiğini söylemişti. O öğrencileri biliyordu ama öğrenciler onu tanımıyordu. Normalde eğitim derneği öğrenciler ile burs verenleri buluşturmuyordu ama o bunu özellikle rica etmişti. Öğrencilerin ders durumunu takip ediyor, mezun olduklarında da iş bulmalarında ya da yurt dışında başka eğitim almalarında yardımcı olmaya devam ediyordu. Ben babamdan böyle gördüm diyordu Hakan. O da ölmeden önce aynı dernek üzerinden birçok öğrenciye burs vermişti. Şimdi de Hakan babasından gördüğü şeyi devam ettiriyordu.
         Kahvaltılarını yaptıktan sonra Akasya’yı Mustafa Abisinin evine götürdü Hakan. Ayşe Yenge dediği kadın güler yüzlü tombul bir kadındı ve Hakan’ı çok sevdiği her halinden belli oluyordu. Akasya’yla tanıştıktan sonra onu da çok sevmişti ve o lezzetli böreğinden ikram etmişti ikisine de. Kalanlarını da yanlarında götürmeleri için paket yapmıştı hemen tüm itirazlarına rağmen.
         Akasya, Ece ile tanışıp ona tıp ile ilgili bilgiler verdi. Üniversite sınavına hazırlanıyordu kız. Hangi konulara ağırlık vermesi gerektiğinden falan bahsetti. Kızın Hakan’a karşı ayrı bir yatkınlığı var gibiydi. Hakan onu birkaç kez İstanbul’a götürüp sınava hazırlanması için gerekli olan kitapları almıştı. Gerçi dershanenin verdiği kitaplar da vardı ama kız onları çoktan bitirmişti. Hakan’ın aldıkları da bitmek üzereydi. Akasya, Ece’ye İstanbul’a gelmesini ve ona yeni kitaplar alacaklarını söyledi. Söyler söylemez Hakan’a sormadığını fark etti ama Ece çok mutlu olmuştu şimdiden. Umarım kızmaz diye içinden geçirmeden de edemedi.
         Biraz daha oturduktan sonra İstanbul’a dönmek üzere kalktılar. Arabada ikisi de çok sessizdi. Akasya az önce yaptığı şey yüzünden de biraz huzursuzdu açıkçası. Daha ikinci günden başına buyruk davranmıştı. Sessizliğe daha fazla dayanamayıp konuştu:
         -Ece çok tatlı bir kızmış, dedi.
         -Öyledir, dedi Hakan da gülümseyerek. Üstelik çok da zeki. Kardeşim gibi severim onu.
         Hakan, Ece’nin kendisine olan bağlılığını biliyordu ve şu an Akasya’nın bunu yanlış anlamasından korkmuştu. Aralarındaki her şey çok yeniydi sonuçta. O, her ne kadar küçük kızı kardeşi olarak görse de belki de Akasya yanlış bir şey düşünmüştü.
         -Şey… Ben sana sormadan bir şey yaptım, dedi Akasya sıkıntıyla. Hakan’ın ters bir tepki vermesinden korkuyordu.
         -Ne yaptın canım, diye sordu Hakan, Akasya’ya kısa bir bakış atıp yine dikkatini yola vermişti.
         -Ece’nin kitapları bitmek üzereydi. Yani hemen hemen hepsini çözmüş. Ben de öbür hafta sonu gelmesini ve yeni kitaplar alacağımızı söyledim.
         -İyi yapmışsın canım, dedi Akasya’nın elini tutarak. Aslında benim de ne zamandır aklımda ama işlerden bir türlü fırsat bulamıyorum. Ama bizim haftaya sınavlar var okulda. Hafta sonuna da sınav koyuyorlar bizde.
         -Olsun canım. Biz kız kıza gezeriz hem. Yani senin için sakıncası yoksa tabii.
         -Yok tabii ki güzelim. Aslında bana çok büyük bir iyilik yapmış
olursun.

         -Anlaştık o zaman, dedi Akasya gülerek ve önüne döndü. 

Hiç yorum yok: