Okuyucuma!



Sağlam dişler, bir de sağlam mide-

Budur dileğim senin için!

Sindirebildinse kitabımı,

Barıştı demektir benimle yıldızın!



Nietzsche



...

Eveeeettt, bir tatilin daha sonuna gelmiş bulunuyorum. Bu kız yarın okuluna döner. Aydın yolları beni bekler. Yarın gece o kasvetli yurt odasında uyuyacağım yahu! :(

Tecavüz



‘En dibe vurmadan yüzeye çıkamazsın!’


Uyandığında aklındaki cümle buydu Akasya’nın. Gece çok içmişti. Parça parça görüntüler vardı aklında. Tek başına bir bara girdiğini hatırlıyordu mesela. Kahkahalarla dans ediyordu. Bir başına… Arkasından sarılmaya çalışanlar vardı. İtiyordu hep. Kurtulmaya çalışıyordu onlardan. Daha çok sürtünüyorlardı vücuduna. Sonra bir masada bir adamla içtiğini hatırlıyordu. Bardağı hiç boşalmıyordu nedense. Adamın keskin mavi gözleri vardı.


Bu kadardı, başka bir şey hatırlamıyordu. Peki içinde uyandığı bu yatak kimindi?!


‘Yine ne haltlar yedin Akasya?’ diye bağırdı içinden.


Bir yerden müzik sesi geliyordu, biri eşlik ediyordu üstelik.


‘Geceyi geçirecek iyi bir yer bulmuşsun galiba, kızım. En azından adamın sesi güzel.’’ ‘Vücudumdaki morlukları görmüş müdür acaba?! Off, bu işin sonu nereye varacak böyle ya?’’


Hala yattığı yerden düşünüyordu Akasya. Kalkmaya karar verdi. İçinde adamın yüzünü görmek için dayanılmaz bir merak vardı.


‘Aaaa! Giysilerimle mi yapmış?!’ işte bunu söylemişti. Tam da o sırada içeri girdi adam.


-Uyandın mı? Günaydın. Ben de sana bakmaya geliyordum. Kahvaltı hazırladım. Hadi yüzünü yıka da gel.


Bir şey söylemedi Akasya. Yüzünü yıkadıktan sonra kokuyu takip etti sadece. Bir erkek için ne kadar da derli toplu bir evdi burası böyle!


Masaya oturunca önündeki bardağa çay doldurdu adam.


-Kaç şeker? Diye sordu.


-İki.


-Büyük ihtimalle adımı hatırlamıyorsundur. Tanışalım en baştan. Kimse tanımadığı bir adamla kahvaltı yapmak istemez herhalde, dedi gülümseyerek. Ben Hakan.


Akasya da gülümsedi. Kafasındaki soruları susturamıyordu bir türlü.


-Ben seninkini biliyorum. Akasya. Dün gece çok güzel bir adın olduğunu söylemiştim.


-Hatırlamıyorum, dedi Akasya buruk bir gülümsemeyle.


Hakan da gülümsedi. ‘Ne güzel bir gülüşü var.’ Dedi Akasya içinden, sonra da kızdı kendine. ‘Saçmalama Akasya. Saçmalama! Dün gece bu adam seninle yattı.’


Tam da o sırada:


-Bir şey olmadı dün gece, dedi Hakan. Aklından geçenleri okuyordu sanki.


-Ne?


-Bir şey olmadı dün gece. Bir şey yapmadım ben. Zaten sen takside uyumaya başladın. Yani çok kustun, sonra da uyuyakaldın. Adamın arabası mahvoldu hatta. Arabayı kirlettiğin için ücretin iki katını vermek zorunda kaldım, dedi gülümseyerek.


Evet, gülüşü çok güzel diye az önceki düşüncesini tasdikledi Akasya.


-Kustum mu gerçekten? Dedi, çok utanmıştı.


-Evet ve nedense hep benim üzerime kustun!


-İnanmıyorum! Ben… Özür dilerim.


-Sorun değil.


-Peki, sen nerede yattın?


-Aslında salondaki kanepeyi hazırlamıştım kendime ama sen kötü bir kâbus gördün sanırım. Çığlık attın yani, bir şey oldu sandım. Tekrar yatırmam çok zor oldu sen. Sabaha kadar ‘Köklerim yok benim!’ diye sayıkladın durdun. Çok zor uyudun. Anca o zaman gidebildim yerime. Sabah ezanı okunuyordu sanırım.


-Off… Gerçekten özür dilerim.


-Aslında giysilerini çıkartacaktım rahat uyuyamazsın diye ama sabah uyandığında yanlış anlarsın diye cesaret edemedim. Umarım çok rahatsız olmamışsındır o kot pantolonla.


-Bilmem ki… Bir şey hatırlamıyorum. Çok yorgunum sadece.


-İstersen biraz daha uyuyabilirsin.


-Yok, daha fazla rahatsızlık vermeyeyim sana.


-Sorun değil benim için. Zaten biraz sonra çıkacağım. Arabamı almam lazım artık.


-Araban?!


-Dün gece ben de içtim biraz seninle. Çok değildi ama yine de riske atmak istemedim bizi. Taksiyle geldik o yüzden. İşte şimdi onu alacağım. Başka işlerim de var biraz. Akşama gelirim ancak. Sen rahatına bak.


Masadan kalktı, tam gidiyordu ki döndü:


-Haa, öyle yatma bu kez. Odada giysi dolabının en alt çekmecesinde pijamalar var. İstediğini giyebilirsin. Sana büyük gelirler ama idare et artık. Böyle şeylere alışık değilim hiç. Bu eve hiç kadın girmez normalde.


-Hiç mi? Diye sordu Akasya bir çocuk merakıyla.


-Hiç, dedi Hakan. Birkaç saniye sustu sonra. Hadi ben kaçtım. Döndüğümde seni daha sağlıklı görmek istiyorum.


Çıktı sonunda.


Biraz daha masada oturduktan sonra kalkmaya karar verdi Akasya. Evin içini dolaştı biraz. Çok sade ama çok zevkli döşenmiş bir evdi burası ve bir erkeğe göre fazla derli topluydu. Odanın biri çalışma odası olarak düzenlemişti. Her yer kitap doluydu. Özellikle de İngilizce kitaplar. Sanırım yüksek lisans falan yapıyordu bu adam. Gelince bunu sormalıydı ona. Gerçi sormasa bile o hemen söylerdi; nasıl olsa aklından geçen her şeyi okuyordu. İlginç bir adama benziyordu.


Sonra kendini biraz daha fazla yorgun hissetti Akasya. Hakan’ın tarif ettiği çekmeceyi bulmaya gitti. En alt çekmece demesine rağmen bütün çekmeceleri tek tek açtı. Giysilerin hepsi katlanmıştı. Her şey ne kadar da düzenliydi. Bir an kendisinden utandı Akasya. Kendisi hiç bu kadar düzenli bir insan olamamıştı bu güne kadar. Zaten artık bir evi de yoktu.


Bir pijama aldı alelacele. Sonradan baktı ki gayet de zevkli bir seçimdi. Yine çok ilginç bir adam olduğunu düşündü Hakan’ın.


Sonra yatağa uzandı, beş dakika geçmeden uyumuştu.

Burnuna gelen güzel kokularla uyandı Akasya. ‘Hakan gelmiş.’ Dedi alçak sesle. Yataktan çıkıp yanına gitti.


-Hoş geldin, dedi sanki uzun zamandır tanışıyorlarmış, sanki çok yakınıymış gibi samimi bir ses tonuyla.


-Hoş buldum, dedi o da o güzel gülümsemesi eşliğiyle. Nasıl, rahat uyudun mu?, diye sordu sonra.


-Bebekler gibi…


-Sevindim o zaman.


-Sen neler yaptın? Hallettin mi işlerini?


-Evet, arabamı aldım. Faturalarım vardı, onları ödedim. Biraz alışveriş yaptım. Sonra okulda toplantım vardı, ona katıldım ve şimdi işte buradayım.


-Okul?!


-Ah, onu söylemedim, değil mi? Ben İngilizce öğretmeniyim İstanbul üniversitesinde. Yani daha tam öğretmen sayılmam. Okul iki yıl önce bitti. Tezimi tamamladım altı ay önce. Üç ay önce de üniversitede çalışmaya başladım işte.


-Hımm… Ben de evini gezdim de biraz. Kitaplarını görünce mesleğini merak etmiştim. Demek öğretmensin.


-Evet. Peki sen? Bu arada otursana. Neden ayakta bekliyorsun?


-Yardım ederdim ben de.


-Gerek yok canım. Ben yapıyorum işte.


-Tamam o zaman, ben teklifimi yaptım.


-Eee… Mesleğini sormuştum.


-Ben üniversite üçüncü sınıf öğrencisiyim Marmara Üniversitesinde.


-Bölüm?


-Tıp.


-Vavvvv… Bir doktor duruyormuş karşımda da heberim yokmuş.


-Okulunu bırakmayı düşünen bir doktor… dedi gülümseyerek Akasya.


-Bırakmak mı? Ama neden?


-Artık hiçbir şey istemiyorum. Tahammül edemiyorum olanlara.


-Anlatmak ister misin?


-Hımmm… Hayır. Belki sonra….


-Tamam… Canını sıktıysam özür dilerim. Sormadım farz et.


-Önemli değil.


-Peki, tamam. Ben yemeği hazırladım sayılır, salatayı da sen yap bakalım. Bakalım mutfakta nasılsın?, dedi gülümseyerek.


-Şeyy… Pek becerikli olduğum söylenemez aslında. Hiç bulaşmasam?!...


-Hadii… Yaparsın sen. Ben üzerimi değişip geleceğim. Bu arada yemeğin beş dakikası var. Bu önemli görevi sana bırakıyorum. Sakın kapatmayı unutma, yoksa tadı bozulur bak, ona göre. Al bunlar da salata malzemeleri… İstediğin gibi çalışabilirsin bunlarla. , dedi yine gülümseyerek. Dalga geçiyordu resmen.


Hakan gidince Akasya ne yapacağını bilmez şekilde bakmaya başladı önündeki sebzelere. ‘Hadi Akasya, altı üstü salata!’ dedi kendini cesaretlendirmek istercesine. İkide bir de saate bakıyordu. Beş dakika dolar dolmaz kapattı yemeğin altını.


Bulduğu her sebzeyi doğruyordu önündeki büyük kabın içine, Akasya.


-Bence o kadar havuç yeterli, dedi Hakan.


İrkildi Akasya.


-Ne zamandır orada duruyorsun sen?,diye kızdı ona. Korkuttun beni.


Gülen gözlerle geldi bu kez Hakan.


-Özür dilerim. Sadece seni izliyordum. Oldukça ciddi çalışıyorsun, dedi gülerek. Ama o kadar çok havuç rendeledin ki kendimi müdahale etmek zorunda hissettim.


-Ukala! Sana bu işten anlamadığımı söylemiştim.


-Tamam tamam. Kızma. Çok güzel görünüyor. Ama iki kişiyiz. Hepsini yiyemeyiz diye öyle söyledim.,


-İyi.


-Hadi sofrayı kuralım.


-Tamam.


Hiç konuşmadan sofrayı kurdular, arada bir göz göze geliyorlardı. Oturduklarında Hakan yine konuşmaya başladı.


-Bakalım salatanın tadı nasılmış, dedi kendine kocaman bir tabak hazırlarken.


-Bak bakalım.


-Mımmm… Harika olmuş bu. Ellerine sağlık.


-Ciddi misin sen?


-Evet, sadece biraz tuzu eksik.


Gülümsedi Akaysa.


-Senin yemek de çok güzel olmuş.


-Afiyet olsun. Annemin özel yemeğidir. O öğretmişti bana. Nur içinde yatsın.


Gözleri doldu birden Hakan’ın.


-Özür dilerim, üzdüm seni.


-Önemli değil. Bir yıl oldu ama ben hala alışamadım. Anneme biraz fazla düşkünüm. Tek çocuğum da ben, dedi.


-Ben de, dedi Akasya gülümseyerek.


-Neden bir şey yapmadın?


-Ne yapmadım?


-Bana yani. Neden bir şey yapmadın? Yapabilirdin oysa.


-Yapabilirdim. Belki. Ya aslında ben öyle biri değilim. Bara bile arkadaş zoruyla giderim. Evcil bir adamım ben. Kitaplarımla, müziklerimle ya da filmlerimle gayet de mutluyum. Ama işte arkadaşlar… Yani benim uzun süredir bir ilişkim yok. Onlara da dert oldu bu. Dün gece bir kızı ayartıp yatağa atacaktım güya. Onlar başka bir kız bulmuşlardı. Yani o kız hazırdı. Hatta seninle birlikte çıkarken ‘Bırak onu, benimle gel.’ Gibi bir şey de söyledi.


-Peki neden beni seçtin?


-Bir adam vardı. Sürekli sana sarılmaya çalışıyordu. Sürtünüyordu. İtiyordun sen de. Çok sarhoştun, belliydi. Yani ben seni öyle görünce… Dayanamadım işte. Aslında insanların işlerine burnumu sokmamam lazım ama… Elimde değil. Seni adamın kolları arasından çekince yüzüme baktın, gülümsedin bana. ‘Dikkatli ol!’ dedim sana ve masama döndüm. Biraz sonra da sen geldin yanıma. Birlikte içmeye başladık. Yani daha çok sen içtin. Kötü oldun sonra. Uyumak istediğini söyledin, sana gidelim falan dedin. Bunu kabul edip seni eve getirinceye kadar ki fikrim seninle yatmaktı. Arkadaşlarla iddiaya bile girmiştik. Ben birini ayarlar mıyım, ayarlayamaz mıyım diye. Ama…


-Ama yapmadın.


-Evet. Yapamazdım. Sen sarhoştun. Üstelik de iyi görünmüyordun. O kadar çok kustun ki sana bir şey olacak sandım. Hem ben öyle bir adam değilim ki. Eve kadın mı atacağım yani. Senden, o halinden faydalanacak mıydım yani. Hayır! Ben bu değilim ki…


-Peki şimdi?


-Hayır tatlım. Ben yapamam. Yani isteyerek, severek olmalı her şey. Yani sadece cinsel ihtiyaçlarımı karşılamak için bunu yapmak istemiyorum.


-Senin gibi düşünen adamların artık yaşamadığını sanıyordum.


Gülümsedi Hakan yine.


-Çok güzel gülüyorsun.


-Teşekkürler. Bitirdiysen toplayalım artık.


-Tamam.


Tabakları bulaşık makinesine yerleştirirken dayanamayarak sordu Akasya:


-Peki hiç mi yapmak istemiyorsun?


-Sen istiyor musun?


-Hayır.


-Ben de istemiyorum.

-Film izleyelim mi?


-Ben gitmeliyim artık.


-Nereye gideceksin ki? Gidecek yerinin olmadığını söylemiştin bana.


-Ne zaman söyledim ki?


-Barda otururken söyledin.


-Peki hep burada mı kalacağım?


-Benim için problem değil. Zaten yalnız yaşıyorum.


-Bunu neden yapasın ki? Karşısında ne isteyeceksin benden. Etimden başka verecek bir şeyim yok. O da benden çıktı çoktan zaten.


-Ben öyle biri değilim. Karşılığında da bir şey istemiyorum senden. Sadece doğru düzgün bir yer buluncaya kadar burada kalabilirsin diyorum. Sana ait bir yer. -…


-Özür dilerim. Seni üzmek değildi amacım. İstersen gidebilirsin tabii. Ama bir yer ayarlayıncaya kadar da burada kalabilirsin. Rahatsız olmazsan eğer… Zaten ben


sabah gidip akşam geliyorum. Benim için problem olmaz.


-Ben… Bunu düşünmeliyim.


-Peki. Düşün. Ben de filmimi izleyeyim.


Bir şey söylemedi Akasya. Neden bu kadar iyi olduğunu anlayamıyordu bu adamın. O kimseye güvenmezdi ki! Ya bunun altından da bir şey çıkarsa diyordu hep.


Hakan ise bu garip kıza karşı tuhaf duygular hissetmeye başlamıştı. Ona aşık mı oluyordu yoksa ona acıdığı için mi gitmesin diye uğraşıyordu tam olarak bilemiyordu doğrusu. Adını tam koyamıyordu bir türlü içindeki duyguların. Kötü günler geçirdiği belliydi Akasya’nın. Ama öyle güzeldi ki… Hepsini yok sayabilirdi Hakan. Hepsini unutturabilirdi.


İrkilerek salona döndü Hakan. Akasya’nın sesiydi bu:


-Ben de katılabilir miyim? Diyordu.


-Tabii, dedi Hakan. Gel. Ama tek battaniyem var.


-Ben istemiyorum zaten battaniye.


-Sen bilirsin.


-Yeni mi izlemeye başladın filmi?


-Evet, başında daha.


-Tamam.


Bir süre geçtikten sonra Akasya üşüdüğünü hissetti. Ama yaklaşmak istemiyordu bu adama. Garip bir çekimi vardı ve bu onu korkutuyordu.


Hakan onun üşüdüğünü fark etmişti, çaktırmadan onu izliyordu zaten. Daha fazla dayanamadı:


-Gel buraya, gel! Donacaksın.


Tereddüt ediyordu Akasya.


-Korkma sana bir şey yapmam.


Gülümsedi Akasya. Kendini çok garip hissediyordu bu adamın yanında. Korkuyordu ondan ama garip bir şekilde de çekiliyordu. Yanına yaklaşınca Hakan onu kolunun altına almıştı. Sesini bile çıkaramadı Akasya. Bir yandan huzursuz bir yandan da çok huzurluydu. Göğsünün üzerindeyken kalp atışlarını duyuyordu Hakan’ın. Film güzeldi ama hem Hakan’ın sıcaklığıyla hem de battaniyenin sıcaklığıyla ağırlaşmaya başladı Akasya. Zorluyordu kendini ama engel olamıyordu bir türlü. Daha fazla dayanamadı ve kapadı gözlerini.






İlk cd bittiğinde Hakan Akasya’ya ‘Nasıl, beğendin mi filmi? Dedi. Akasya’dan ses gelmeyince yüzünü ona doğru çevirdi. Onun uyuduğunu görünce bir an için bir gülümseme belirip kayboldu dudaklarında.


Ne güzel uyuyordu ve ne kadar da huzurluydu. Dün geceki halinden eser yoktu adeta. Ne gibi sorunları vardı bu kızın çok merak ediyordu aslında. Aslında her şeyini merak ediyordu. Onu tamamen öğrenmek istiyordu. Yapabilir miydi, kendini ona sevdirebilir miydi? Bilmiyordu.


O uyanıncaya kadar yerinden kalkmamaya karar verdi Hakan. Bu anın tadını çıkarmalıydı. Bir insan nasıl bu kadar sevimli olur diye düşünüyordu şimdi de. ‘Sanırım sana aşık olacağım, Akasya.’ Dedi içinden.


Saçlarını karıştırıyordu farkında olmadan.


Bir süre sonra gözlerini açtı Akasya. Başı Hakan’ın göğsündeydi hala. Hakan’ın saçlarıyla oynadığını fark etti sonra. Üzerini iyice örtmüştü üşümesin diye.


-Hımm… Çok rahatmış burası. Dedi Akasya.


-İstersen orada kalabilirsin, dedi Hakan da gülümseyerek.


Kaşları çatıldı hemen Akasya’nın.


-Yanlış bir şey mi söyledim, dedi Hakan endişeli bir yüzle.


-Bu cümleyi en son kurduğumda henüz 15 yaşındaydım ve henüz küçücük bir çocuktum. Üvey babama söylemiştim. Onun göğsünde uyuyakalmıştım. Onu kendi babam gibi saymıştım ben. Haberleri izliyordu o. Ben de gelip göğsüne yaslanmıştım. Okşuyordu beni. Anlamadım ki ben. O cümleyi kurdum aptal gibi. Gülümsedi sadece. Ama eli daha da aşağılara kayıyordu her defasında. Kalçalarımı sıkıp okşuyordu. Hala bir şey anlamamıştım. O benim babamdı ve babalar kızlarını severdi. Annem işteydi o gece çok iyi hatırlıyorum. Nöbeti vardı hastanede. Ben, beni sevdiğini sanıyordum hala. Ama o iyice arttırmıştı tacizlerini. Memelerime dokunmaya başladı sonra. Sonra daha da aşağılara inmeye başladı. Bir köpek gibi hırlıyordu. Ne yaptığını anlamam çok geç oldu. Anladığımda ise kocaman penisi gözlerimin önündeydi. Üzerime çıkmaya çalışıyordu. Çığlık atıyordum ama her çığlığımdan sonra yüzüme bir tokat yiyordum.


Onu durduramadım. Engel olamadım. Benden öyle çok güçlüydü ki! Nasıl yapabilirdim? Hayvan, bana tecavüz etti. Ağlıyordum, işini bitirdiğinde kimseye bir şey söylersem annemi öldüreceğini söyledi bana. Hep tehdit ediyordu beni. Sürekli taciz ediyordu. Anneme bir şey söyleyemiyordum tabii korkudan. Annem nöbete kalmasın diye dua eder olmuştum. O geceler azaptı benim için. Sabaha kadar üzerimden inmiyordu piç herif ve ben her karşı koymaya çalıştığımda ondan dayak yiyordum. Vücudum çürük içinde kalmıştı, ruhum da. Annem... O hiçbir şeyin farkında değildi. Ama benim suçum değildi, gerçekten değildi. Ben sadece bir çocuktum.


Ağlıyordu Akasya, analattıkça daha da şiddetleniyordu hıçkırıkları.


Hakan onu sakinleştirmeye çalışıyordu ama duymuyordu bile onu.


-Akasya! Akasya, tamam güzelim. Tamam. Ağlama artık.


Faydası yoktu. Sertçe sarstı en sonunda bir iki kez.


-Şişşt... Tamam, tamam. Geçti. Ağlama artık.


Sakinleşmek bilmiyordu Akasya. Sürekli ağlıyordu. Hakan onu böyle sakinleştirmeye çalıştıkça daha çok ağlayası geliyordu. Ne kadar uzun zaman olmuştu güvenli bir yerde kalmayalı, birinden korkmadan yan yana oturmayalı... Ve ne kadar zaman olmuştu doya doya ağlamayalı... Hep sıkıyordu kendini, hep...


-Tamam... Tamam.


Gözyaşları durmadan akıyordu yanaklarından aşağıya Akasya'nın. Hakan siliyordu durmadan. Ne yapacağını bilemez durumdaydı. Onu nasıl sakinleştireceğini bilememişti bir türlü.


Bir süre sonra sakinleşti biraz Akasya. Arada bir iç çekiyordu sadece.


-Daha iyi misin? diye sordu Hakan.


Başını salladı sadece Akasya. Konuşacak gücü yoktu. Ve yüzüne bakabilecek de...


-Geçecek. dedi Hakan ve ellerini avcuna aldı.


-Çok utanıyorum. dedi Akasya. Sesi zar zor duyulabiliyordu.


Hakan, yüzünü ellerini arasına aldı Akasya'nın.


-Utanma! Hem utanması gereken sen değilsin! O piç utanmalı asıl!


Yine gözleri doldu Akasya'nın. Dayanamadı, kendisi sarıldı bu kez Hakan'a. Diyecek birşeyi yoktu Hakan'ın. O da sarıldı ona. Bir süre kaldılar öylece. Sonra;


-Özür dilerim, seni bu kadar üzdüğüm için özür dilerim. Bütün bunları sana tekrar hatırlattığım için, şu lanet çenemi tutamadığım için... Hepsi için özür dilerim. dedi Hakan.


Çekildi Akasya. Çok üzgün görünüyordu Hakan.


Gülümsedi biraz.


-Hiç unutmuyorum ki. Unutamıyorum. Yalnız içerken... Yalnızca... derin bir iç çekti sonra. Dert etme, senin suçun değil.


-Olsun, konuşmasaydım iyiydi.


-Hayatımı merak etmiyor muydun zaten? O günden öncesinde mutlu bir çocuktum, şimdiyse... Yaralı... Yamalı...


-Hişş... Kendine haksızlık etme.


-Devamını da dinlemek ister misin?


-Anlatmak zorunda değilsin. Daha fazla üzülmeni istemiyorum.


-Anlatmak istiyorum. İhtiyacım var. Tutamıyorum artık içimde. Hepsini kussam?! Temizlenir miyim? Geçer mi? Artık böyle olmak istemiyorum ben.


-Tamam, dedi Hakan onu kendine doğru çekerken. Artık ikisi de aralarındaki çekimin farkındaydı ve iyice kaptırmışlardı kendilerini buna. Sen nasıl istersen... İstediğin zaman dinlerim seni.


-Şimdi.


-Peki...


-Annem farkında bile değildi benim halimin. Günden güne öldüğümün... Bir kaç defa o adamın beni taciz ettiğini söylemeye çalıştım anneme ama hep beni tersledi. Hiç inanmadı bana. Yalan söylüyormuşum. Hep ilgi çekmek için yapıyormuşum bunları. O kadar çok aşıktı ki o adama... Babamdan sonra


öyle bir kazmaya nasıl aşık oldu hiç bilmiyorum doğrusu. İlk başlarda hiç sevmemiştim o adamı. Anneme de çok kızmıştımyeniden evlendi diye. Babamı özlüyordum. Ama sonra sonra sevmeye başlamıştım. 'Baba' bile diyordum artık ona. İyi davranıyordu çünkü bana. Babam kadar olmasa da iyiydi. Ama amacı farklıymış meğer! Sonrası hep tehdit, hep dayak. Vücudum morluklar içindeydi ve annem bunların dışarıdaki çocuklarla kavga ettiğim için oldu sanıyordu. Çok hırçınlaşmıştım çünkü. Okulda da sokakta da hep kavga ediyordum arkadaşlarımla. Ki ben kolejin gözbebeğiydim o zamana kadar. Ama hayatım tepetaklak olmuştu ve benim bir şekilde içimdekileri dışa vurmam gerekiyordu.


-Babana ne oldu peki?


Babam... Trafik kazasında öldü. Doktordu benim babam. Türkiye'nin en ünlü kalp cerrahlarından biriydi. Bilirsin belki. Adı Haldun Bilir. Haftalarca gündemden düşmedi. İstanbul'dan Ankara'ya giderken trafik kazası geçirdi. Bir sempozyuma


katılmak için gidiyordu oraya. Suikasttan şüphelenildi hep. O kazadan iki hafta önce bir mafya babasının ameliyatını yapmıştı babam. İki mafya babası ve adamları birbirine girmişler ve diğer taraf babamı o adamı öldürmesi için tehdit etmişti günlerce. Ama babam adamı ameliyat etti tabii ki. Çünkü diğer taraf da ameliyatı yapmazsa babamı öldürmekle tehdit ediyordu. Babamsa sadece görevini yaptı. Her Hipokrat yemini etmiş doktorun yapması gerektiği gibi...


-Öyle bir haber hatırlıyorum sanki... Ama aynı olay mı, işte ondan tam olarak emin değilim.


-Odur büyük ihtimalle.


-Peki annen niye evlendi hemen? Ya da hemen mi evlendi?


-Bir yıl sonra... O adamla hastanede tanışmışlar. Bu arada annem de bir doktor. Yıldırım aşkıymış onlarınkisi. Üç ay içinde evlendiler. Ve annem o adama tapıyor. Hala! Ve hala -yıllar geçmesine rağmen- o adama tapıyor. Ve o pislik annemi


avuçları arasına almış, resmen bir kukla gibi oynatıyor onu. Şu an onu bir sürü kızla aldatıyor. Adam çok zengin zaten. İş adamı, fabrikaları var. Annem, aptal kadın! Biliyor aldatıldığını ama hala onun kulu kölesi... Onu bırakıp gitmesinden o kadar çok korkuyor ki... Anlatamam sana.


-Kürtajımı da annem yaptı biliyor musun? Ve bebek o kadar büyümüştü ki... Kürtaj süresini çoktan geçmişti fark ettiğinde. Bir de doktor olacak ve de jinekolog. Benimle ilgilendiği yoktu ki... O adamdan başka kimseyi görmüyordu gözü. Kürtajımı o yaptı ve adam o kadar kızdı ki bana annemin yanında 'Kimin altına yattın, orospu?' diye. Hala kulaklarımda sesi. O kadar çok ağladım ki o zaman ve o kadar çok anlattım ki anneme o yaptı diye. Zorla yaptı, beni tehdit etti diye. Ama onu bir türlü inandıramadım kendime. O adama inanmayı tercih etti ve hala da inanıyor. Ve adam onu her gün aldatıyor. Annem olacak o kadın da ben onunla ilgilenemediğim için başka kadınlara gidiyor hala diye kendini avutuyor. İnanabiliyor musun? Bu kadar saçma bir hikaye ve saçma bir son kimde var acaba?


-DNA testi yaptırmadı mı annen?


-Hayır, yine o hayvanın sözünü dinledi ve beni hemen kürtaj etti ama o kadar kötü bir ameliyattı ki canıma okudu. Zaten çok geç kalmıştık ve o kadar ağır bir ameliyat geçirince de yumurtalıklarım hasar gördü. Yani artık hiç çocuğum


olmayacak. Annem sağolsun! Zaten beni bu halde alacak bir adam da çıkmaz. dedi gülümseyerek Akasya.


-Öyle deme! Kendine haksızlık ediyorsun.


-Sence gerçekten de öyle mi?


-... Peki neden doktor olmaya karar verdin?


-Başka bir şey bilmem ki ben. Doktorların arasında büyüdüm. Daha küçücükken bütün ilaç isimlerini ezbere biliyordum. Zeki bir kızdım bence. O adamın bana yaptığı iyilik beni bir yurda vermesi oldu. Ameliyat yerim iyileşir iyileşmez sepetledi beni evden. Hem de yetiştirme yurduna. O kadar zengin bir adam ki hemen beni alacak bir yurt buldu. Annem yine sesini çıkarmadı. Zaten sevgili


kocasına iftira attığım için kızgındı bana. Onun da işine geldi yani bu. 18 yaşıma kadar yetiştirme yurdunda kaldım sayesinde. Annem her ay para yatırıyordu hesabıma ve en iyi dersaneye gidiyordum. Kafama koymuştum o zaman. Ben de doktor olacaktım ve tabii ki jinekolog. Hala delirmediğim için şükrediyorum her gün. Sınava girdiğim gün doğum günümdü. Ve ertesi gün o yazı geçirebileceğim başka bir yurda transfer edildim. Zaten torpilliydim ya. Kimse bir şey demiyordu. Sınav sonuçları açıklandığı gün annem geldi yurda. Bakmış internetten. 'Tebrik ederim seni, kızım. Çok mutlu ettin beni.' dedi bana. 'Bana kızım deme!' diye bağırmıştım yüzüne. 'Babam da ben de seni asla affetmeyeceğiz!' diye bağırıyordum sürekli. O da ben de ağlıyorduk ama yine hiçbir şey yapmadı. Her zamanki gibi. Bir kez olsun beni şaşırtsaydı... Onu affedebilirdim. Her şeyi unutabilirdim.


-Hala yurtta mı kalıyorsun?


-Hayır, ilk sene yine yurtta kalıyordum. Ama bir gün yolda o adamla karşılaştık. Ben hemen kaçtım ama o gece yurda geldi o adam. Babam ya güya odama kadar getirmişler adamı. Yine üzerime saldırdı. Kaçtım o gece yurttan. Şu an anneme göre kadir kıymet bilmez bir evladım. İyilik nedir bilmiyorum. O günden beri o yurdun kapısından adım atmıyorum. Ne doğru düzgün derslere giriyorum ne de


sınavlara. Ama hem annem doktor hem de babam çok zengin bir iş adamı diye bütün derslerimden yüksek notlarla geçiyorum. Okulumu seviyordum oysa ki ben. Ama kaldıramıyorum artık bütün bunları. Okumak istemiyorum o iğrenç okulda. Hepsi iğrenç o adamların.


-Hırsını geleceğinden çıkarmamalısın bence.


-Sen olsan nasıl davranırdın?


-Bilmiyorum.


-Ben de bilmiyorum.


-Kafama takılan şeyler var.


-Sor.


-Yurttan kaçtın, şimdi nerede kalıyorsun? Daha doğrusu nerede kalıyordun? Üçüncü sınıftayım dedin.


-Arkadaşlarla eve çıktım bir ara. Bir ara part-time çalıştığım bir kafede yattım kalktım. Bir ara bir sevgilim vardı onunla yaşadım. Tabii tüm bunlar geçen yılın sonuna kadardı. Bu yıl nerde sabah orda akşam... Artık iyi hissetmiyorum. Sonuna geldim. Dayanacak gücüm kalmadı. Param yok, çoğu yerde etimle ödüyorum yatak ve yemek parasını. Hatta her yerde.


-Tekrar söylüyorum. Burada kalabilirsin. Karşılığında bir şey istemiyorum.


Gülümsedi Akasya.


-Şu filmin devamını izlesek mi artık? dedi sonra.


-Tamam, dedi Hakan ikincisini takarken.


Filmin sonuna kadar konuşmadılar bir daha.






...






-Beğendim, dedi Akasya filmin sonuna geldiklerinde. İyi bir film seçmişsin.


-Teşekkür ederim.


-Alkol bağımlısı olmaktan korkuyorum, biliyor musun? Her gece içiyorum, tüm bunlara dayanabilmek için deliler gibi içiyorum. Ama artık dayanacak gücüm kalmadı. Böyle yaşamak istemiyorum.


-Bir doktora gidebiliriz istersen.


-Ben de bir doktor adayıyım, unuttun mu? Sadece korkuyorum dedim. Daha bağımlı değilim yani.


-Peki ben ne yapabilirim?


-İçmemi engelleyebilirsin.


-Tamam, bundan sonra içmiyorsun.


Küçük bir kahkaha attı Akasya.


-Peki. Bunu dinleyeceğim.


-Hep bu giysilerle mi dolaşıyorsun sen? Üzerini falan değiştirmiyor musun?


-Bir kaç parça eşyam ve bir iki kitabım var bir arkadaşımda. Arada ona gidip değiştiriyorum.


-Peki niye onda kalmıyorsun?


-O... Ailesiyle yaşıyor ve ailesi beni istemiyor doğal olarak.


-Hımmm... Yani burada kalacaksın.


-Bunu hala düşünmekteyim.


-Neyini düşünüyorsun ki? Gidecek yerin yok nasılsa. Ben de yalnız bir adamım. Geçen seneye kadar annemle yaşıyordum bu evde. Ölünce ev bana çok boş gelmeye başladı. Yalnızlığa alışamadım bir türlü. Bana arkadaş olursun. Kal işte.


-Hala çok mantıklı gelmiyor söylediklerin çünkü. Arkadaş arıyorsan bir başkasını yani tanıdığın birini alabilirdin yanına. Neden ben yani? Aklım almıyor, anlayamıyorum. Üstelik karşılığında bir şey istemeyeceğini nerden bileyim.


-Tek şartım var.


-Neymiş o?!


-Arada yemekleri sen yaparsın.


-Ne?!


-Arada yemek yaparsın diyorum. Temizliğe iki haftada bir kadın geliyor zaten. Sana da bir yatak alırız odanın birine. Eşyalarını da alırız arkadaşından kalırsın işte.


-...


-Offf... Tamam ya, bir yalvarmadığım kaldı. Senden hoşlandım, anlıyor musun? Burada kalmanı biraz da bu yüzden bu kadar çok istiyorum. Ve sen de bana karşı bir şeyler hissetmeye başladın, biliyorum.


-Nerden biliyorsun?


-Biliyorum. Çünkü kalbin yerinden fırlayacakmış gibi atıyor bana yaklaştığın zaman. Ta buradan duyabiliyorum.


-Çok biliyorsun sen.


Gülüyordu şimdi ikisi de. Her şey ne kadar hızlı gelişiyordu böyle. İkisi de şaşıyordu bu garip hallerine.


-Arasana şu arkadaşını, müsaitse gidip alalım eşyalarını.


-Acelen ne? Hem ben daha kararımı vermedim ki...


-Kalıyorsun. Sokaklara bırakamam seni.


-...


-Hadi ara.


-Kontörüm yok yahu.


-Al, bende var.


-Pöfff...






...


-Alo, Yeşim nasılsın canım? Sağol, ben de iyiyim. Şey... Müsaitsen ben bir arkadaşla gelip eşyalarımı alacağım da senden. Evet, eve çıkıyorum.


Sağol canım. Annenler evde mi? Hımmm, o aşağıda bekler o zaman, olmaz mı? Hah, çok sağol ya. Hadi geliyoruz biz. Bayyy...


-Al.


Gülümsedi Hakan.


-Oldu mu?


-Oldu. Hadi çıkalım. Yarın da yatak alırız sana.


-Pöfff...






...






Hiç konuşmadılar arabada varıncaya dek. Ama arada bir kaçamak bakışlar atıyorlardı birbirlerine. Hayatlarının nasıl da böyle garip bir şekilde karşılaştığını düşünüyordu ikisi de.


Bir süre sonra Akasya yolu tarif etmeye başladı. Epey bir yol gitmişlerdi 'dur' dediğinde.


Sıkıntıyla baktı sonra Hakan'a, Akasya.


-Tamam güzelim. Sıkılmana gerek yok. Burada bekleyeceğim ben. Çok gecikme ama.


-Teşekkür ederim, dedi Akasya gülümseyerek.


Akasya apartmana girerken radyoyu açtı o da. The Chronical of Life and Death çalıyordu. Gözlerini kapattı ve dinlemeye başladı.


Akasya kapıyı açıp arkaya eşyalarını bıraktığında şarkının sonuna gelmişti Hakan.


-Hepsi bu mu? diye sordu şaşırarak.


-Nasıl hepsi bu mu? Orda burada yaşarken dağıldı eşyalarım da. Kurtarabildiklerim bunlar. Hem gecelemek için giysiye çok ihtiyaç olmuyor genelde.


-Öyle konuşma ya. Kızların genelde çok eşyası olur ya o yüzden öyle söylüyorum.


-İşte ben o kızlardan değilim.


-Tamam tamam. Sen kazandın. Teslim oluyorum. Gel hadi yerine.


Akasya yerine geçtikten sonra hareket ettiler.


Bir süre sonra:


-Özür dilerim, dedi Akasya. Yukarda biraz gerildim. Bir sürü soru sordu ailesi. Pek hoş karşılamıyorlar beni ve yaşamımı. Kendi evime gidiyorum dedim o sinirle.


-Boşver, zor olduğunu biliyorum ama boşver. Çok mu önemliler sanki?


-Değiller. Sadece Yeşim... Az karnımı doyurmadı.


-Ha... Bak acıkırsan falan söyle, ya da canının istediği, yemek istediğin bir şey varsa... Ya da vitrin de bakabiliriz. İhtiyacın olan bir şey varsa söyle...


-Herşey! Ama senden almam doğru değil.


-Niye? Bir iş buluruz sana part time. O zaman giderlerimiz ortak olur, ödeşiriz. Çok mu problem yani.


-Değil mi?


-Değil. Rahat ol lütfen.


Konuşmadı daha fazla Akasya. Kafası karışıktı hala. Bir yandan çekiniyordu bir yandan da deli gibi çekiliyordu ona karşı. Bu kadar iyi olması kuşku uyandırıcıydı üstelik. Ama kötülük yapacak birine de benzemiyordu hiç.


Hakan'ın sesiyle sıyrıldı düşüncelerinden Akasya. Arabayı park etmişti bir alışveriş merkezinin otoparkına.


-Hadi ama ne kadar da yavaşsın.


-Niye geldik ki buraya?


-Alışveriş yapacağız ve tabii yemek, dedi Hakan sırıtarak. Diğer erkeklerin aksine alışveriş yapmayı çok severim ben. Hadi gel.


Elini uzatmıştı, hep ondan daha hızlı davranıyordu. Akasya'ya da uygulamak düşüyordu sadece. Sinir olmaya başlamıştı bu duruma ama bir şey demeden elini verdi o da. El ele girdiler alışveriş merkezinin kapısından. Sanki uzun zamandır sevgililermiş gibi...

Bir saat içinde bir sürü giysi ve ayakkabı almışlardı Akasya’ya. Akasya ne zaman karşı koymaya kalksa Hakan itiraz ediyor, ona söz hakkı tanımıyordu. Bir şeyler yemek için oturduklarında:


-Yorulduk baya, değil mi?


-Duymuyorsun ki beni hiç? Yeter, duralım diyorum, itiraz ediyorsun hep.


-Eksik bir şeyin kalmasın istiyorum, canım.


Bir şey söylemedi Akasya. Kaşları çatılmıştı, sessizleşmişti birden.


-Neyin var senin? Bir şeye mi canın sıkıldı?


-Sence çok hızlı gitmiyor musun? Tamam, senden hoşlandım ama bu kadarı çok hızlı değil mi? Daha tanışalı kaç gün oldu ki? Hem beni ne kadar tanıyorsun? Neden bu kadar iyisin, niye yapıyorsun bütün bunları? Beni çok korkutuyorsun. Hayır, bu doğru bir fikir değil. Kendime kalacak doğru düzgün bir yer aramalıyım.


-Saçmalama lütfen! Nereye gideceksin sanki? Bak, off, tamam. Hızlı gidiyorum yani bence hızlı değil de sana göre hızlı, doğru. Tamam, daha dikkatli olacağım bundan sonra. Ama bir daha gitmek lafını alma ağzına. Amacım seni korkutmak değildi. Özür dilerim. Sana kötü bir şey yapmak niyetinde değilim. Yakında sen de anlayacaksın zaten.


-…


-Asma ama yüzünü. Özür diledim ya. Hadi yemeğini ye.


Hiç konuşmadılar bitinceye kadar. Hakan kendi kendine kızıyordu. İçindekiler hoşlanmaktan öteye geçeli çok olmuştu kalbinde. Ama kız korkuyordu işte, zorlamanın âlemi neydi? Haklıydı da üstelik. Daha dikkatli olmalıydı. Onu kaybetmekten korkmaya başlamıştı.


Bir süre sonra Hakan dayanamadı, konuşmaya başladı:


-Biraz yürümek ister misin sahil kenarında? Ben genelde buraya geldikten sonra yürürüm de…


-Fark etmez. Dedi Akasya.


Hiç konuşmadılar arabaya giderken. Oraya vardıklarında da ağızlarını bıçak açmıyordu. Hakan o hep dinlediği şarkıyı dinlemeye başlamıştı. Son günlerde sadece bu şarkıyı dinliyordu. Ruh haline o kadar uyuyordu ki…


Akasya bir süre sonra nefes alamadığın fark etti. Arabadan dışarı attı kendini. Arabanın ön tarafına doğru ilerledi. Ellerini göğsünde kavuşturdu ve yaslandı arabaya. Denize bakıyordu sadece. Kafasında bir şey yoktu. O kadar çok karışmıştı ki kafası düşünemiyordu artık. Ağlıyordu…


-İyi misin? Dedi Hakan.


-İçmeye ihtiyacım var, dedi Akasya. Sesi boğuk çıkıyordu.


-Sen ağlıyorsun!


-Eve gidebilir miyiz? Çok yorgunum.


-Tamam.


Eve vardıklarında hala sessiz sessiz ağlıyordu Akasya. Durduklarının farkında bile değildi.


-Geldik tatlım, dedi Hakan.


Bir şey söylemeden ıslak gözlerle baktı Akasya. Kötü hissediyordu kendini. Dayanamadı, sarıldı Hakan’a. Daha çok ağlıyordu şimdi.


-Beni bırakma, beni bırakma… diye tekrarlıyordu sürekli.


-Şişşşt… Tamam, tamam. Ben yanındayım. Korkma, tamam mı? Artık daha fazla zarar görmene izin vermeyeceğim. Korkma, sakın korkma.


Bir süre öyle birbirlerine sarılmış vaziyette kaldılar. Akasya çok güçsüz hissediyordu kendini. Ondan ayrılamıyordu bir türlü. Tek başına ayakta duramayacağından korkuyordu.


-Hadi artık eve girelim, dedi Hakan. Onu cesaretlendirmeye çalışıyordu.


Ama Akasya arabadan aşağı iner inmez başının döndüğünü fark etti. Hakan yetişmese az daha düşecekti. Bayılacak gibi hissediyordu. Hakan sürekli onu teskin ediyordu:


-Tamam güzelim, tamam. Yorgun düştün sadece. Tamam. Ben seni şimdi yukarı çıkaracağım, diyordu sürekli.


Kucağına aldı onu. İkinci kat olmasına rağmen asansörü kullandı. Akasya ise yüzünü Hakan’ın boynuna gömmüş hala iç çekiyordu. Dünya nasıl da dönüyordu böyle?!


Hakan onu doğruca odasına götürdü.


-Sen yat şimdi böyle. Ben aldıklarımızı getireyim. Daha fazla o büyük pijamalarla uyuma.


Akasya hala ağlıyordu. Hakan koşarak aşağıya indi. Tek seferde tüm aldıklarını yüklendi, yukarı çıkardı. Sanki onu çok fazla yalnız bırakırsa kendisine bir şey yapacağından korkuyordu.


Aldıkları pijamalardan birini çıkardı alelacele. Akasya çok bitkin görünüyordu. Cenin pozisyonu almıştı. Hakan kendisi giydirmeye karar verdi.


-Hadi güzelim, giyelim şunu. Hadi bana yardım et.


Giysilerini çıkarttıktan sonra öylece kalakaldı Hakan. Vücudu morluklarla doluydu Akasya’nın. Gözleri doldu birden. Onu şimdi daha iyi anlayabiliyordu. Korkmasının nedenini çok iyi anlayabiliyordu. Onu incitmemeye çalışarak giydirdi pijamalarını.


-İşte oldu, dedi en sonunda. Şimdi rahat rahat uyuyabilirsin.


-Vücudumdaki morlukları gördün, değil mi?, dedi Akasya.


Başını sallamakla yetindi Hakan.


-Hoşlandığın kızın asıl yüzünü gör işte! Giysilerinin altından ucube çıkan bir prenses!


-Lütfen! Geçecek. Kendine eziyet etmeyi bırak. Lütfen.


-Bana yardım et. İçmek istemiyorum. Yeniden aynı şeyleri yaşamak istemiyorum. O kapana yeniden kısılmak istemiyorum.


-Şiiişşt… Tamam, korkma. Ben yanındayım ve hep yanında olacağım. Korkma. Seni hiç bırakmayacağım. Korkma.


-Gitme! Bu gece yanımda kal.


-Tamam güzelim. Burada uyurum ben de. Hadi sen uyu artık. Çok yoruldun zaten.


Uzun bir süre onu seyretti Hakan. Saçlarını karıştırıyordu aynı zamanda. Bir süre sonra o da daldı.


Gece ara ara uyanıp onu kontrol ediyordu Hakan. Uyurken arada bir inliyordu Akasya. Onu dinlerken yine dalıyordu sonra.


Sabah uyandığında Akasya’yı yanında bulamadı Hakan. Telaşlandı birden. Yataktan nasıl fırladığını bilemedi. Tüm odalara tek tek bakmaya başladı sonra. Mutfaktan sesler geldiğini duyunca oraya yöneldi. Akasya kahvaltıyı hazırlıyordu.


-Günaydın, dedi Hakan sakin davranmaya çalışarak. Ne de korkmuştu böyle?!


-Günaydın, dedi Akasya gülümseyerek. Sonra Hakan’ın yüzündeki endişeyi fark etti. ‘İyi misin?’ diye sordu.


-Gittin sandım. Dedi Hakan sandalyeye çökerken.


Gülümsedi Akasya.


-Gidecek bir yerim yok ki. Hem buraya alışmaya başladım ben.


-Ne kadar da çok şey yapmışsın, dedi Hakan. Bu koku ne?


-Offf! Börek. İnşallah yanmamıştır. Az kaldı yanıyormuş bak. İyi ki hatırlattın.


-Bir de mutfakta iyi değilim diyorsun. Bu ne? Çok güzel gözüküyor.


-Aslında… Yani elime pek fırsat geçmedi. Nasıl olduğum konusunda bir fikrim yok. Ama beceriksizsem de senden staj almayı planlıyorum.


Güldüler ikisi de.


-Olur, bana uyar, dedi Hakan.


Akasya bir yandan Hakan’ına tabağını dolduruyor bir yandan da komik komik hikâyeler anlatıyordu.


Bir ara sessizleşti.


-Neyin var tatlım? Dedi Hakan.


-Dün gece için ne kadar teşekkür etsem azdır.


-Önemli değil, güzelim.


-Önemli! Kimse böyle şeyler yapmadı benim için. Üstelik sen olmasaydın yanımda ben yine içmeye giderdim. Sonra da kimbilir hangi adamın evinde sabah…


-Şiişştt… Öyle şeyler olmayacak artık. Konuştuk ya bunları. İçmek istemediğini söyledin. Unuttun mu?


-Bazen her şey benim kontrolümde olmuyor ama.


-Peki. Öyle zamanlarda kontrolü bana devret o zaman.


-… Yatak almaya gidecek miyiz bugün?


-Evet. İşin mi var yoksa?


-Yok da bir ara okula da uğrayayım diyorum. Bakalım ne yapıyorlar. Notlarımı falan alırdım.


-Canım beni çok mutlu ettin, dedi Hakan. Elini tutmuştu o an sevinçten.


Akasya ne yapacağını bilemez durumda kalakalmıştı öylece. Şaşırmıştı. Hakan farkında değildi ama onun durumunun. Müdahale etmedi o da, ona.


-Sen de gelir misin benimle? Şey ben… Onlar dönem atlamış olabilirler. Yani ben vazgeçebilirim orda. Çok geride kaldım zaten.


-Korkma, birlikte gideriz. Hem bu konuda bazı düşüncelerim var benim. Notlarını alalım, eksiklerini çıkart da sen, halledeceğim ben. Onlara yetişeceksin en kısa zamanda.


-Nasıl olacak ki o?


-Göreceğiz.

Aşağıya arabanın yanına indiklerinde Hakan:


-Önce yatağını alalım. Sonra da okuluna gideriz.


-Tamam. Sen ne zaman okula gideceksin peki?


-Bugün dersim yok. Yarın da saat 10.00’da.


-Hımmm… Tamam, o zaman.


-Ama tabii akşama okumam gereken bir sürü ödev var. Yarın öğrencilere teslim edeceğim kâğıtları.


-Pöfff… Hepsi benim yüzümden. Kaç gündür benimle uğraşıyorsun.


-Saçmalama lütfen. Ne ilgisi var. Ben zaten bu tatilde şehir dışına gitmeyi planlıyordum. İzmir’e yani. Üniversite arkadaşım var orada. Onun yanına.


-Tamam, işte benim yüzümden gidemedin.


-Offf… Bi’ dinlesene beni. Arkadaşımın sınav görevi varmış. Son anda çıktı. Yani seninle karşılaşmadan önce öğrendim bunu. Seninle bir ilgisi yok yani.


-Pöfff… Tamam ya.


-Pöff!


-Ya dalga geçmesene benimle.


-Tamam tamam. Ha, bu arada nasıl bir yatak istiyorsun. Oda takımı mı alalım yoksa ayrı ayrı mı? Ders de çalışacaksın zaten. Benim çalışma odamı da kullanabilirsin gerçi ama belki yalnız çalışman da gerekebilir. Ya da nasıl tercih edersin.


-Fark etmez ki benim için. Her durumda çalışabilirim ben.


-Anlaşıldı, ben yine yalnız takılacağım. Kendi bildiğimi okuyayım en iyisi.


-Hıh!


Güzel bir oda takımı aldılar Akasya’ya. Rahat edebilmesi için her şeyi düşünüyordu Hakan. Ona da, itirazlarına da kulak asmıyordu.


İşlerini bitirdiklerinde Akasya’nın okulunun yakınlarındaydılar. Rahatsız olduğu belliydi Akasya’nın.


-Neyin var Akasya? İyi misin? Yüzün sapsarı oldu.


-Bunu nasıl yapacağım konusunda emin değilim. Ne diyeceğim ki? Hem ne zamandır gelmiyorum. Kesin okulla ilişiğimi kesmişlerdir.


-Dur, hemen karamsarlığa kapılma. Önce bir içeri girelim. Hocalarınla konuşursun.


-Sen de gel benimle.


-Geleceğim, merak etme.


-Off… Hadi girelim de bitsin artık şu iş.


-Tatlım araba bu tarafta kaldı.


-Şu sokaktan daha kestirme Hakan. Arabayla çok daha uzun sürer.


-Peki o zaman. Ben bu civarı pek iyi bilmiyorum zaten.


-Fark ettim.


-Ukala!


İkisi de kıkırdamaya başladılar. Bir yandan da okula doğru yürüyorlardı. Okulun kapına geldiklerinde birden durdu Akasya.


-Çok heyecanlıyım. Off… Bitirelim hadi artık şu işi.

Okuldan çıktıklarında ikisinin de yüzü gülüyordu. Kaldığı yerden devam edebilecekti Akasya.








Not: Başlık bulamadım, öylesine yazdım. Sonunu da henüz yazmadım. Belki yazarım belki de yazmam.