Okuyucuma!



Sağlam dişler, bir de sağlam mide-

Budur dileğim senin için!

Sindirebildinse kitabımı,

Barıştı demektir benimle yıldızın!



Nietzsche



Düşler Biriktirdim Cebimde

*


Düşler biriktirdim cebimde
Kimse inanmadı hüznüme
Oya gibi işledin kalbime
Yine de
Düşler biriktirdim cebimde.

Yaşlandı gülüşüm
Senin yüzünden!
Hep yetim hep aksak.
İzin vermedin hiç
Kanatlansın kelebeklerim!
İzin vermedin için
Çürüdü hepsi kozasında.

Düşler biriktirdim cebimde
Sen bağırdıkça yüzüme
Birini gömdüm kalbime
Yine de
Fırsat kolladım hep
Ne zaman kapasan gözlerini
Yeni bir düş peydahladım yarınımdan.

Düşler biriktirdim cebimde!


30 Ağustos 2010

Elif Ayvaz

Kuyruğu Kopan Fare

                                                                      


Bir aşağı bir yukarı gezdi durdu fare

Seslerin arasında dolaştı durdu öylece.
Evin oğlu gördü onu önce
Bastı çığlığı: ‘Aaa! Fare!!!’
Babası kızdı bu işe
Hemen kurdu bir kapan
Koydu üzerine de kıtır bir bisküvi
Farecik gördü onu. Hımmm…
Acıkmıştı da çokcana
Tam da ağzına layıktı oysa
Baktı ki üzerinde bir kapanın
Korktu önce,
Sonra yavaş yavaş yaklaştı ona.
‘Azıcık ucundan alsam bir şey olmaz!’
Dedi küçük fare.
Biraz orasından biraz burasından
Şu kulağından bu gıdısından
Derken kapandı kapan.
Bastı feryadı kuyruğu kopan fare.
Evin kötü kalpli kızı çok sevindi bu işe.




30 Ağustos 2010


Elif Ayvaz

Bir İtiraf

-Bilge’ye-







Gittikçe daha çok uzaklaşıyorum o şehirden. Nedendir bilmem?! Böyle mi yazılmış? Belki de buna inanmam gerek. Bilemiyorum tabii.


Ama her ne olursa olsun bana bir dost kazandırdı o şehir. Gerçek bir dost. Öyle olduğunu biliyorum.


Aradaki mesafeler artsa da aradaki bağı özenle korumaya çalışıyorum. Başarılı olabiliyor muyum tartışılır ama en azından deniyorum ve istiyorum. Anlatması zor belki ama sonsuza dek sürmesi tek dileğim. :)



*Not:

Eski yazılarımı eklemeyi bitirdim sonunda! (Araya yeniler de kaynadı ama, olsun. Sağlık olsun. :) )

Şimdi:

Gelsin yeniler. :))

Aşk'tan bazen gitmek gerekir!

- Çorabındaki delikleri seviyorum, dedi A kızın dudaklarını kemirirken.


- Hımm... diye bir ses çıkardı B. Mutlu görünüyordu. ‘Bu gece onu terk edeceğim.' Diye geçirdi içinden. Saat: 14.20'yi gösteriyordu. A'nın ellerini tutarak göğüslerine bastırdı.

- Bu gece seni terk edeceğim, dedi sonra A gömleğinin düğmelerini açmaya çalışırken.

A sesini çıkarmadı. İşine devam ediyordu. Bir eliyle B'nin eteğinin altından bacaklarını okşuyordu bir eliyle de sol memesini mıncıklıyordu.

Yarım saattir sevişiyorlardı. Yine kötü bir kavga olmuştu bu, tokat atmıştı B, A'ya. Pişman olmadı hiç o tokattan ama. A'da elini kaldırmıştı. B gözlerini kapamıştı o tokada. Hazırdı, bekliyordu. Sertçe yüzüne inmesini istiyordu hatta. Sert, çok sert olmalıydı ki kendine gelebilmeliydi. Hâlâ bu adamın yanında ne işi vardı anlayamıyordu hiç. Anlaşamıyorlardı işte. Ota çöpe kavga eder olmuşları son zamanlarda. Bu kez de sofraya tuzu koymayı unuttuğu için kavga etmişlerdi. Allah'tan evli değillerdi. Nasıl dayanırdı yoksa buna?

B çok sinirlenmişti. Tutamadı kendini. Bir tokat attı A'ya. Ama A tokat atmadı ona. Sertti evet. Sertçe kendine çekti B'yi. Öpüşmeye başladılar.

Bütün bunlara A da bir anlam veremiyordu. ‘Kız unutmuş işte, ne var bunda?' diye geçiriyordu içinden. Ama kıza bir tuzluk için neler söylemişti beş dakika içinde. Bazen kendini hiç anlamıyordu doğrusu. B... O, o kadar güzeldi ki... Ve o kadar masum...

‘ ‘Yine seni terkedeceğim' dedi işte.'' Diye kızdı içinden A. ‘Ne zamandır bunu söylüyor. Ya bu kez ciddiyse diye korkup durmaktan bıktım. Gitmesini istemiyorum ki... Tamam, belki birkaç gün ara verebiliriz. Ama tamamen hayatımdan çıkması... Bı çılgınca bir şey. Ben... Ben onsuz yapamam ki. Ben onunla varım. Senelerdi bu evde birlikteyiz biz. Hem nasıl gider? Yoksa artık beni sevmiyor mu? Bu gidişle kendi aptallığım yüzünden onu kaybedeceğim, Tanrım!''

‘Seni bu gece terk edeceğim.'' Dedi B, A'nın boynunu somurmaya ara verirken. ‘Tadını çıkar bu anın.''

‘B...'' dedi adam zoraki gülümseyerek. Yüzünde korkmuş bir ifade vardı. Gözbebekleri büyümüştü. ‘Sensiz yapamayacağımı biliyorsun.''

‘Yaparsın.'' Dedi B. ‘Yaparsın sen. Her şeyi çok iyi biliyorsun!''

‘B... B, ben özür dilerim.''

‘Ben de...'' dedi B.

...

İki saattir sevişiyorlardı. A bir türlü bırakmıyordu B'yi. Biliyordu, bırakırsa giderdi. Yorulmuştu ama B. Bacakları sızlamaya başlamıştı. Bıraksın istiyordu artık. A sıktıkça sıkıyordu bileğini. Ağırlığını tamamiyle B'ye vermişti. Kıpırdamasına bile izin vermiyordu kızın.

En sonunda A'da yoruldu. B'nin memeleri arasında uyumayı hep sevmişti. Yine öyle yaptı. B daha çok kızdı. Ellerini yana attı. İçinden saçlarını karıştırmak gelmiyordu bu kez. Başını yana çevirdi. Suratını astı. A aldırmadı hiç buna. Bir süre sonra göz kapakları ağırlaşmaya başladı. Bıraktı kendini. B'ye bıraktı. B gözünü bile kırpmadı. Karanlık olduğunda A'yı itti üzerinden. Kalkmaya hazırlanırken durdu bir süre. A'yı seyretti. İşaret parmağını öptü önce, sonra A'nın dudağına dokundu. Giyindi çarçabucak. Çantasına birkaç giysi koydu hemen. Saçlarını aleladede topladı.

Diğer odaya geçti sonra B. A'ya mektup yazmaya karar verdi.

‘Can... Canım... dın...

Bu gece seni terk ediyorum. Bana hiç inanmadın. Ama bu gece yapacağım bunu. Tükettik biz. Birbirimizi tükettik.

Seni hâlâ çok seviyorum. Ama yapamıyoruz. Biliyorsun.

Gitmeliyim.

Döner miyim bilmiyorum. Ama şimdi gitmeliyim.

Her zamanki gibi hoşça kal bebeğim.''

...

Gitti B.

Kapıya geldiğinde son bir kez döndü baktı arkasına. Evine, A'ya. Kapının aralığından bacağı görünüyordu. Sadece ‘Dizlerinde uyumayı özleyeceğim.'' Dedi gözyaşı yanağından süzülürken. Yutkundu. Çıktı kapıdan. Ardından kapanan kapıyı okşadı sonra.

Gitti. Fazla durmaya gelmezdi. Yoksa cayacaktı.

Gitti. Üzerindeki A'nın hırkasıydı. Bunu giymeyi çok severdi. Hava çok sıcaktı bu gece. Ama B çok üşüyordu. Kaybolmuş gibi... Çok soğuktu gece.

Omuzları öylesine ağırdı ki... Bir an önce gitmeliydi.

...

Gitti.

...

A gözlerini açtı birden. Rüyasında B'nin gittiğini görmüştü. Sonra yumdu gözlerini. O gitmezdi ki(!)...

Yüzüne vuran güneşle uyandı A. Güneşi hiç sevmezdi. Yine B açmış olmalıydı perdeleri. Kaç kere söylemişti şu kıza loş ışık daha güvenli diye ama kızın bir kulağından girip diğerinden çıkıyordu ki...

Gözlerini açmak gelmiyordu içinden. Bir süre daha gözleri kapalı uzandı yatakta. Sıcak daha da etkisini göstermeye başladı. Daha fazla dayanamadı. Açtı gözlerini. Bir eksiklik vardı ama. Sağına soluna baktı. B yoktu. B...

O gitmişti.

Yastığının üzerinde B'nin el yazısıyla yazılmış bir mektup vardı. Ne çok severdi o ipeksi yazıyı. Okumaya başladı. Okudukça gözleri büyüyordu A'nın. Gitmişti.

Gitmişti.


31.08.2009

Elif Ayvaz

Kadın - Erkek - Kadın

Acıyla kıvranıyordu adam. Yüzü gerilmişti. Başını elleri arasına almış doğru düzgün düşünmeye çalışıyordu. Aklı almıyordu. Bu nasıl olabilirdi aklı almıyordu doğrusu. Karısı... Biricik karısı onu nasıl aldatabilirdi? Birbirlerini sevmiyorlar mıydı? Daha iki gün önce kendisine, onu sevdiğini söylememiş miydi? Şimdi nasıl olur da başka bir adamla sevişebilirdi? Hem de kendi evlerinde! Bunu ona nasıl yapardı?

...
Kadının yüzünden düşünceleri okunmuyordu hiç. Onları görmüştü kocası. Nasıl da yıkılmıştı onu adamın kucağında görünce! Bunu ona nasıl yapabilmişti ki o?! O, kaç yıllık kocasıydı. Canıydı.

‘Neden yaptım?'diye düşündü kadın. İçindeki kadın konuşmaya başladı. Kendini savunuyordu. ‘Benimle hiç ilgilenmiyordu. En son ne zaman seviştiğimizi bile hatırlamıyorum. Varsa yoksa işi. O çizdiği binaların arasında kayboldu gitti. Bir çizime baktığı şehvetle bana bakmıyor hiç.'


‘Ama o benim kocamdı!' diye düşündü kadın.

‘Evet, artık seninle ilgilenmeyen kocan!' dedi hemen içindeki kadın.


‘Hem kötü müydü? Bak Levent ne güzel öpüşüyor. Seninki hiç seni böyle öptü mü? Hiç öyle bir tutkuyla dokundu mu bedenine? Üstelik işe başladığından beri peşinde dolanıp duruyor adam! Hiç yüz vermiyordun. Ne kadar da kırdın kalbini adamın. O hala vazgeçmemiş bak. Kocan siz flört ederken aramadın diye seninle günlerce konuşmamıştı. Hatta umrunda bile olmamıştın. Levent öyle mi?'


‘Sus! Sus artık! Duymak istemiyorum seni. Kocamı aldattım. Üstelik kendi evimizde ve o bunu gördü. Şimdi ne olacak? Her şey bitti. Onu kaybettim!'


‘Levent var. O seni sever.'


‘Levent'in canı cehenneme. O kadın avcısı iki gün sonra beni kapı önüne koyar. Hem kocamı seviyordum ben.'


‘Ama o seni sevmiyor. Daha iki gün önce ona onu sevdiğini söylemiştin. Ama o seni duymadı bile. Yüzüne bile bakmadı. Aldığı o büyük projenin son rötuşlarını yapmakla meşguldü. Binaları çizerken adeta kendinden geçmiş gibiydi. Neredeyse boşalacaktı. Kendin gördün. Yalan mı?'


‘Doğru. Ama Levent'ten hiç hoşlanmadım ben aslında. Beni böyle itiyor diye çok kızmıştım ona. Benim de ihtiyaçlarım var üstelik. Onu çok özlüyorum. Ama o sadece o binaların çizimiyle uğraşıyor. Ona, onu sevdiğimi söylemiştim o gün. Çok güzel bir masa hazırlamıştım. Üzerimde de en seksi elbisem vardı üstelik. Bakmadı bile bana...'


‘Gördün mü bak! Hak etmiş o Boşver, üzülme.'


‘Ama ben... Ben hala onu çok seviyorum.'
...
‘Daha iki gün önce bana beni sevdiğini söyledi. Üstelik çok da güzel bir masa hazırlamıştı. Bizim şarkımız çalıyordu. Çok güzel görünüyordu hem. Ben ne yaptım peki? O kahrolasıca çizimlerime gömüldüm. Ama ne yapayım. Bunlar beni çok heyecanlandırıyor. Bir kadının verdiği zevkten daha çok neredeyse. Allah'ım! Delireceğim... Karıma ben bunu nasıl yapabildim? Ben... Ben onu seviyorum. Lanet olsun!'
...
Kapı açıldı. Kadın süzülürcesine içeri girdi. Ağlamıştı. Rimelleri yüzünden aşağı yol yol akmıştı. Lavaboya gitti önce. Elini yüzünü yıkadı. Derin bir soluk aldı ve kocasının yanına gitti. Her zaman olduğu gibi kanepenin tam ortasına oturmuştu. Başı ellerinin arasındaydı.O da kanepeyle kocası arasındaki o daracık alana sıkıştı.

‘Bana Levent'ten hiç hoşlanmadığını söylemiştin.' Dedi adam.


‘Hoşlanmıyorum.'


‘Ama sen onunla öpüşüyordun. Hem de bizim evimizde.'


‘Üzgünüm.'


‘Ben de.'


‘Ben... Ben seni çok seviyorum.'


‘Ben de. Sen benim hayatımsın.'


‘Senin hayatın artık ben değilim. Uzun zamandır o çizimlerle birliktesin sen. Benimle değil.'


‘Kendimi kaybettim ben.'


‘Ben de...'


‘Özür dilerim.'


‘Beni affet...'


‘Beni affet!'






23 Temmuz 2009


Elif Ayvaz

Yılan

Bizim evin arkasında, komşumuzun bahçesinde bir delik vardı. Bu delikte bir çocuğun beli kalınlığında bir yılan vardı. Herkesi yiyordu.


Yine böyle bir gün oraya bir çocuk gitti. Orada yılan olduğunu bilmiyordu. Yılan onun ayağından tuttu. Çocuk bağırmaya başladı. Korkudan hiç kimse yanına gidemiyor, çocuğa kimse yardım edemiyordu. Yılan çocuğu yedi. Çocuğun ailesi yas içindeydi.

Ben de yılanı çok merak ediyordum. Ertesi gün evin arkasına gittim. Bakındım, bakındım. Yılanı göremedim. Ben yılan yok, gideyim derken; yılanın bulunduğu yere gelmişim. Yılan benim ayağımdan tuttu. Ben çırpınıyordum. Bir taş parçası gördüm. Aldım elime. Taşı yılanın kafasına vurdum. Bir daha ve bir daha vurdum.


Sonunda komşularımız benim çığlıklarımı duymuştu. Hemen geldiler ve yılanı öldürdüler. Yılanın öğle yemeği olmaktan son anda kurtulmuştum ki...

Uyanıverdim...


Olayı anneme anlattım. Annem de bana bir daha korku filmi izlemeyeceksin diye kızdı.


1998


Elif Ayvaz

Yalnızlığın Gururunu İncitti(m)k!

Biliyorum sana verdiğim hiç bir sözü tutamıyorum.

Ama yapamıyorum çocuk! Yapamıyorum.
Öyle zor ki.
Bir daha senin için hiçbir şey de yazmayacaktım.
Ama özledim seni. Odamın her bir yanına sinmiş kokun.
Öyle zor ki bunu yapmak, öyle zor.
Nasıl da özledim sesini. Gülümseyişini. İlginç teorilerini...
O duvarları nasıl yıktın çocuk? Nasıl girdin içime-dünyama? Söyle çabuk! Korunmasız kaldım şimdi sensiz. Söyle? Ben bu duvarları nasıl öreceğim şimdi? Nasıl alışacağım yalnızlığıma? Yabancı bilmez mi beni artık?
İhaneti affeder mi yalnızlık, çocuk?
Affeder mi terkedilip bir başına bırakılmayı?
Çocuk!
Yalnızlık her şeyden gururludur!
Bak gururunu da incitti(m)k.
Affeder mi şimdi beni (bizi)?
Yanlış yaptık çocuk, yanlış.
Yalnızlık paylaşılmadı.
Tek kişilikti aşk.
Hata yaptık çocuk, hata.
İtildik şimdi hayattan.
Bekle dur şimdi işin yoksa.
Belki affeder!?


16 Mart 2009

Elif Ayvaz

Koridor

Teneffüslerde koridorda kapıya yakın yürümeyin. Açılırsa yüzünüze çarpabilir. Şimdi bu yüzden mi hep koridorun ortasından yürüyorum. O küçük okuldan mezun oldum ve şimdi bu okuldan da mezun olacağım.



Koridorlar hep mi birbirine benzeyecek?


Tozlu sınıflar... Sıraların üzerine kazınmış isimler... Bir gün benim ismimi de bulan olacak mı acaba o insan kalabalığının içinde?


Çok özlüyorum şimdi eskiyi. "Sürekli eskiye dönüyorsun!" diyordu bana. "Geçmişinden kurtul artık!"


Silip atmak kolay mı sanıyorsun sen? Kurtulmak kolayca bu labirentin koridorlarından?


Her köşeyi dönüşümde çıkmazlara mı düşeceğim? Boşuna mı dolaşıyorum, oradan oraya boşuna mı sıçrıyorum?


Kapısı olmayan koridorlarda kaybolmuş gidiyorum. Uzun ince bir yol... Sonunu bulamamaktan korkuyorum. Nefes alamamaktan... Düzlüğe çıkamamaktan... Beyaz ışığı görememekten...


Keskin bir rutubet kokusu var kalbimin labirentleşmiş koridorlarında. Yürüyorum. Rutubet kokusu, toz kokusuna karışıyor. Yürüyorum. Bir çıkış yolu arıyorum. Keskin soğuk iliklerime işlemeye başlıyor. Yürüyorum. Karşıma bir kapı çıkıyor. Kocaman, dev, kalın, aşılmaz bir kapı. Ama anahtar deliği yok bu kapının. Zorluyorum. Açılmıyor. Bir işaret, bir iz... Bulamıyorum.


Buradan mı girmiştim ben bu labirente? Çıkmaz sokaklarında kaybolduğum...


O an aklıma en çok nefret ettiklerim geliyor. Beni en çok kıran, hayal kırıklığına uğratan insanlar. Birden onlara karşı içimde dayanılmaz bir acıma duyuyorum ve hepsini affediyorum.


Ve birden kapı açılmaya başlıyor...


Ve ben ışığı görüyorum, rutubetli, toz kokan koridorlarımın sonunda...


19 Ekim 2006


Elif Ayvaz

Aşk Üzerine

*

Aylar oldu...



Sen gideli aylar oldu.

...

Alıştım. Kabullendim. Nasıl da yordu beni bu aşk?! Sıkıldım da... İnanmazdım böyle bir şeye, bunu yaşayacağıma. Oldu be adam! Ben de yaşadım. Nasıl da güzeldi...

Adı aşkmış. Öyle dediler. Onlar nereden biliyor ki? Ben bilmiyorum hala. İnan(a)mıyorum bir türlü.

Eğer aşk diye bir şey olsaymış Aslı'yla Kerem, Ferhat'la Şirin neden kavuşamadan gittiler o zaman? Neden onca şey yazıldı, çizildi arkalarından? Juliet neden yetişemeden öldü?


...

Neden bu kadar takıldığımı merak ediyorsun, değil mi? Neden bu kadar uzadı, dallandı budaklandı bu konu?

Adam! Aşk nedir bilmem ben. Tek adı var bunun. Huzur... Bilirsin huzursuz bir çocuğum. Karmaşayı severim. Çünkü huzuru hiç yaşamadım. Ama bunun adı huzurdu. Kokun huzurdu.

İnanmıyorum dediğimde bana nasıl baktığını gördüm ben. Açıklama yapmadım bile bile. Bir sürü şeye inanmıyorum çünkü. Mantık kurallarını aşan bir sürü şeye... Aşka mesela. Mesela insanlara... Dini konularda bir inançsızlık değil bahsettiğim. Yanlış anlama. Bu konu sadece beni ilgilendirir. Huzur da bunlardan biriydi. Tamam, bir yandan da kabul ediyordum. Eğer huzursuzluk varsa huzur da olmalıydı ama daha önce tatmadığım bir yemeği yiyemem öyle kolay kolay, bilirsin. Ya zehirlenirsem?..

Seni çok korkuttuğumu biliyorum. Ama yapamazdım. Unutmaya çalışmak daha çok acı veriyor insana. Acıyı kabullenip, onunla yaşamak daha iyi. Ben de öyle yaptım. Acımı sahiplendim! Terk edildimse terk edildim. Canım acıyorsa acıyor. Canım gittiyse gitti. Olur böyle şeyler. Oldu, geçti, gitti. Ve bitti.


Sonuç: hala inanmıyorum. Üzgünüm. Aklım almıyor bunu. Eğer varsa böyle olmamalı.

...

Mantık kurallarını aşıyorsa bir duygu eğer, onu pek kaile almamak gerek bence. Sınırların çok dışındaysan eğer, durup düşünmek gerek; nereden nereye... Abuk davranışlar içine sürüklememeli insan kendini. Üzmemeli ruhunu... İnanmadığın, inanamadığın şeye inanıyormuş gibi yapmamalı...

...

Biliyorum, küçük bir çocuğum ben. İnanmamamı anlayışla karşılayamayabilirsin. Çünkü ben küçüğüm! Farkındayım da her şeyin... Neyse... Senin dediğin gibi olsun. Büyürken tökezlemem normal. Hızlı koşmaya çalışırken ayağıma takılan çakıl taşlarını hesaplayamam benim hatam. Kabul ediyorum.

Daha büyüyeceksem, öğreneceksem eğer inandığım şeyin peşinden koşmak istiyorum o halde. İnanmadığım, karşı çıktığım bir konuda zorlanmak istemiyorum o zaman.

...

Yani kısacası adam: ben bu adını bilmediğim duygudan gidiyorum. Çoktan kapsama alanının dışına çıkarıldım nasılsa. Elveda diyorum.



03.05.2009

Elif Ayvaz

* Fotoğraf bana ait. Balıkesir - Saat Kulesi

Kedi

Ne kadar sıkı kaparsan kapa

Gözlerini
Kesilmez kentin sesleri
Sevgili kedi.

Kulağın ve kuyruğun hep tetikte olsa
Ne yazar!
Kıyamet küçücük çıtırtıdan kopar.
Uyutmaz bir türlü adamı
Dinmez kentin aryası.


25 Ağustos 2010

Elif Ayvaz

Sevgili/m

*‘Sevincim içimde buz oldu

Kalakaldım öyle sessizce'


Gidişin...
Sesim çıkmadı sevgilim
Çıkmadı soluğum
‘Gitmek istiyorum!' dedin ya
Ölmek istedim

Huzursuz bir çocuktum ben
Gönüllü olarak
Biliyorsun
Karmaşayı severim.

Değişmiştim sevgilim
Senin için
Kokuna sığınmıştım
Bilirsin severim.

Şiir yazmaya çalışıyorum
İçinde sen olan
Hep sen kokan
Sen söyleyen.

Sensiz zor oluyor be sevgilim.
Özlüyorum işte
Söylüyorum
Özlüyorum

Gitmemeliydin sevgilim
Kalmalıydın.
Hem ben değişmiştim
Huzurdu kokun
Evimdi sesin.
Gitmemeliydin sevgilim.


*Deniz Arcak/Eyvallah


29 nisan 2009

Elif Ayvaz

Anne

-yalnızlığı sekiz geçe...-




Hayat ne garip anne
(d)üşüyorum
Elimi tut anne...

Anne...
Acılar mı bizi olgunlaştırır
Biz mi acıları?...

Dokunsam kırılır mı hayat anne...
Büker mi dudaklarını...
Hayat neden hep
Susar anne...
Neden hep küser
Kim üzmüş onu anne
Kim hırpalamış böyle?

Hayat...
Yarısı okunmamış bir romanmış
Anne...
Öğrendim anne...
Anne
Susmasana öyle!...


20 Mart 2009
Cuma

Elif Ayvaz

Bilinmez

Bir tuzlu su, gözyaşı

Akar durur yanaklarımdan
Değiştirebilir misin yazını?
- Bilinmez -
Akar durur yanaklarımdan

Bir savaş bu içimdeki
Cahilliğe karşı
Değiştirebilir miyim peki yazımı?
-Bilinmez-
Savaş bu içimdeki cahilliğe karşı

Kimse duyar mı sesimi uzaklardan
İçime kaçmışken?
Direnebilmek kolay mı zorbalığa_
-Bilinmez-
Sesim içime kaçmışken...


02 Aralık 2009

Elif Ayvaz

Dünya Güzel

-Umudunu kapalı kapılar ardında bırakmışsın.-




Böyle yapma
Küçük kız.


Umut...
Nefestir umut.
Bunu en iyi sen bilirsin.
Söyle, kendinden nasıl vazgeçersin?
Yapabilir misin, söyle?


Aç kapılarını...


Hatırlıyorum mırıldandığın o şarkıyı
‘Bakakalırım giden geminin ardından
Atamam kendimi denize
Dünya güzel...''
Dünya güzel, kız
Dünya güzel...


Dünya güzel, kız
Nefes alabilmek güzel
Gülümseyebilmek her şeye rağmen...
Biliyorsun işte, konuşturma fazla beni.
Hem ölmek için çok erken
Ve deniz soğuk.


Dünya güzel, kız
Dünya güzel...


Sen değil miydin somurtan insanların
Suratlarına hayali kaş, bıyık, sakal çizip
Gülen...
Şimdi somurtmak niye doğan güne?
Sen demez miydin ‘İnsan gülümsemeyi unuttu mu ölmüş demektir.'' Diye.
Şimdi ağlamak için yer aramak niye?


Dünya güzel, kız
Dünya güzel...


Her şeye rağmen yaşayabilmek güzel.






07 Aralık 2009


Elif Ayvaz

Sayıklamalar - VI

-En üst-



Tırmanıyorum.
Günlerdir tırmanıyorum.
Ellerim çok acıyor.
Bazen sıcak sıcak bir şeyler aktığını hissediyorum ellerimden.
Toprağa dokundukça da ellerimdeki yarıklara doluyor toprak.
Yanıyor çok.
Tırmanıyorum...
Işık, küçük...
Tırmanıyorum...
Gittikçe yaklaşıyor bana.
Büyüyor.
Büyüyor...
Elimi atıyorum dışarı.
Buradan çıkmam çok güç olacak sanırım.
Tutunacak bir şeyler arıyorum el yordamıyla.
Zor...


Buldum!
Ayaklarım kaymasa...
Biraz daha...
Gayret.
Bu!
Koku, papatya...
Işık...
Büyüyor. Kocaman oldu.
Nefes.
Bir tane daha.
Bu?!
Güneş.




-En dibe vurmadan zirveye çıkamazsın.-




16 Aralık 2009


Elif Ayvaz

Kimse Beni Senin Gibi Sevmedi

Bugün geç saatlere kadar dışarıda kaldım.

Sokaklarda tek başıma dolaştım.
Biraz rüzgar biraz yağmur...
Hiç birine aldırmadım.




Soğuktu
(İçim...)
Aldırmadım.
Hep hızlı hızlı yürüdüm.
Takip ediliyormuşum gibi
Arkama hiç bakmadım.




Kırmızı rujumu sürdüm bugün
Ama aynaya hiç bakmadım.
Biraz ders çalıştım biraz ağladım
Hiç birine sonuna kadar katlanamadım.




Hiç kimse beni senin gibi sevmedi.
Ben kimseye bakmadım.
Acı bir kahve içtim öğlen
Falıma baktırmadım.




Tek başıma geçtim o ıssız sokaktan
Hiç korkmadım.
Sinemaya girmeye niyetlendim
Güzel film bulamadım.




''Hiç kimse beni senin gibi sevmedi.''
Ben hiç kimseyi sevmedim.
Sen...
Hiç sevmedin.
Hiç-kimseyi...



Elif Ayvaz

Şehir - III

Sokaklarında kaybolduğum şehir

Rüzgarına kapıldığım hani
Güneşine aldandığım
Al yeniden beni kollarına.
Al beni kollarına
Ki cennetimdir
Evimdir –yeşil-
Nefesim...

Sokaklarında kendimi unuttuğum şehir
Al beni (de) içine.
Sabahına uyandığım hani
Gecesinde soluklandığım
Suyunu yudumladığım hani

Al beni kollarına
Ki sebebimdir
Gülüşümdür –mavi-
Yaşamım...


04.09.2009

Elif Ayvaz

Şehir - II

Şehir!


Şehir...


İtiraf ediyorum.
Senin yüzünden değil hiçbir şey
Ben yaptım hepsini.
Kabul ediyorum Şehir!
Seninim.

Senin gökyüzün altında yaşlanacağım.


(Şehir...

Ne olur kus beni bedeninden artık!

Şehir...)





12.08.2009

Elif Ayvaz

Hayat

İncinir mi hayat bağırsam?

Ürker mi dokunsam
Söylesem mi
Ondan daha güçlü olduğumu?

Bak desem dün
Umutsuz küçük bir çocuktum
Şimdi çok güçlüyüm.
Senden daha güçlü.

Dinler mi beni gerçekten?

Hayat;
Engin bir okyanustur demişti
Çok sevdiğim bir adam.
O engin okyanus ki
Tuzlu yalnızlık kokar.
Eğer yüzmesini bilmezsen
Seni yutar!

Dinler mi beni hayat
Öğrendim yüzmeyi desem?
Bakar mı yüzüme bundan böyle
Hıçkırıklarına gül(me)sem?


26 Mart 2009
Perşembe


Elif der ki: Dünyayı yalnız başına bırakmalı.
Böylece huzur bulurum belki...



Elif Ayvaz

Görünüm

Dudaklarını bükmüş gök
Ruju taşmış
Hüzünbaz oyunlara dalmış
Bulut küçük bir çiçek
Görünümü almış
Rüzgar esmiş,
Çok kızmış.
Çakmış, gürlemiş
Yağmur çiçeğin
Yüzüne yağmış...


22 nisan 2009 -30 Nisan 2009



Cenin

Rahmine tutunmaya çalışan bir
Cenindim ben.
Kırlangıçlar ölürken
Yaz erken terk etmişti bedenini.
Solmuştu tenin.
Evinin önünde başıboş bir at
Yayılmaktaydı umarsızca.
Zaten tek derdi karnını doyurmaktı.

Direniyordum içinde yerçekimine
Ağır ağır çekiliyordum yeryüzüne.
Suyun çoktan gelmeye başlamıştı bile.
Evinin önünde bir atı tekmelerken
Adamlar
Sen hep bana ağladın!
Çıldırdı Nietzsche, çıldırdı cenin
Bağırdıkça sokak ortasında adam
Hep ağladın sen.
Ağrıdı karnın, aralandı bacakların.
Bir karaltı peydahlandı
Beyaz çarşafın üzerine
Gün de geceyi doğuruyordu o ara.
Sen ağladın, cenin ağladı.
Nietzsche çıldırdı.

Hiç bakmadın yüzüme.
Oysa rahmine tutunmaya çalışan
Bir cenindim ben.
Varolmak istemiştim sadece.

-Sonra-
Çıldırdıktan sonra kendini baştan yazdı
Nietzsche!

Ben!
Rahminden düşen cenin.
Senin bebeğin!
Bir atı tekmelerken adamlar
Evimin önünde
Seni rahmimden düşüreceğim!



Elif Ayvaz

7 Ağustos 2010

Fahişe

Bir tarafta yüceltilen

Öteki tarafta yerin dibine sokulan
Fahişe!
Kime doğru ayırdın bacaklarını?
Hangisine gülümser kırmızı dudağın,
Kimi süzer bakışın?


Seni ancak sen biliyorsun
Onlar değil!
Seni ancak sen sevebiliyorsun
Onlar değil!
Yine oynuyorsun küçük fahişe
Yalnızca sen oynuyorsun
Onlar değil!


İki farklı adam, iki farklı mekân
İki ayrı düş
Söyle önce hangisini
Büyüteceksin koynunda?
Hangisini daha çok seveceksin sonunda?
Öz masalına kimi dâhil edeceksin bu kumpasta?


Seni ancak sen biliyorsun
Onlar değil!
Seni ancak sen sevebiliyorsun
Onlar değil!
Yine oynuyorsun küçük fahişe
Yalnızca sen oynuyorsun
Onlar değil!


Oynuyorsun küçük fahişe!
Büyük oynuyorsun!
Zarların hep düşeş mi gelir sanıyorsun
Sanmam küçük fahişem
Ayağı takılır hep büyük adım
Atmaya çalışanın.


Elif Ayvaz


03 Şubat 2010

Sayıklamalar - V

-En dip-



Nefes almak çok güç burada.


Çok karanlık etraf.


Kimsecikler yok yanımda.


Toprağın küflü kokusunu duyuyorum arada.


Bacaklarım ağrıdığında oturuyorum üzerine.


Biraz nemli.


Çok karanlık…


Biraz ışığım olsaydı...


Ve bir kalem ve de kağıt…


Oysa nefes almak çok güç burada.


Bazen çok yukarıda, ileride küçük bir ışık gördüğümü sanıyorum.


Küçük, küçücük…


Dalıp gidiyorum sonra ona


Uyandığımda ışık kayboluyor.


Yanıldığımı anlıyorum.


Nefes almak gittikçe zorlaşıyor.


Işık, biraz ışık…


Küf…


Dip…


Karanlık…




16 Aralık 2009

Adam’a Mektuplar – IV

Ayrılığın kokusu gelip karışınca tenine acı sonlar kaçınılmaz oluyor-muş. Kimseye kulak asmadan yürüdüğün o yolda yapayalnız olduğunu fark ediyormuşsun pat diye. Öyle ani öyle sert oluyormuş ki bu, sıcağı sıcağına o acıyı fark edemiyormuşsun. Zaman geçtikçe –hani ilaçtı(!)- çıkıyormuş acısı. Kanın kendi kendini zehirlemeye başlıyormuş sonra. Kendi sonumuzu kendimiz yazıp, kendimiz oynuyormuşuz. Kalbimizde yaralar açıp sonra onu sarıp sarmalayan da kendimizmişiz meğer.


-Öğrendim.-



Öyle çok şey öğrendim ki ben bu yolda şu sınırlı zamanda. Öyle çok kandırdım ki kendimi, öyle çok acıttım ki canımı anlatsam sana katıla katıla gülersin karşımda.

Sadece sığındığım o kovuktan ayrılmak zorunda kaldığım için mutsuzum şimdi. Evimdi orası benim. Sığınağımdı. En çok sevdiğim şeydi başımı omzunla boynum arasındaki o büyülü dünyaya gömmek. Oranın çocuğuydum ben. Hiç mi üzülmedin evimden ederken beni? Bir çocuğu evsiz barksız bıraktığına hiç mi üzülmedin?



Bu arada ben iyiyim. Aşk kusuyorum bir süredir. Mideme oturmuş nedense. Oysa sindirdiğimi sanmıştım. Yalanmış.



Evet, seni neden sevdiğimi bilmiyorum.



Karınca da gider bazen!...



21 Haziran 2010

Adam’a Mektuplar – III

Aşk bitince, haydi bitti demeyelim en iyisi de, sevgililer ayrılınca verilen sözler nereye gidiyor çok merak ediyorum doğrusu?


Bilgisayardaki atıkların son evi geri dönüşüm kutusu. Peki var mıdır sözlerin gittiği bir ‘Sevgiliyken verilen ayrılınca unutulan sözler kutusu’?!

Bilinmez.

En iyisi o kadar çok söz vermemek, o kadar çok ‘Seni seviyorum.’ Dememek galiba.

Bilinmez.

Bu da bilinmez.







Oysa yazmak intihardır!..



14 Haziran 2010

Adam’a Mektuplar – II

Kapıyı çarpıp –ilk- gittiğinde şubatın sekiziydi ikibindokuz yılının.


Sonra kaç kez yaptın bunu hatırlamıyorum. Kaç kez yaptım bunu, onu da hatırlamıyorum. Her seferinde hiçbir şey olmamış gibi –yeniden- başlamaktı bence en büyük hata. Bu kadar çok cam kırıklarıyla doluyken kalbimiz, onu satenlere sarmak niyeydi, anlayamıyorum!

Her yeni başlangıç hazin bir sonu (acıyı) getiriyordu oysa beraberinde. Bu kadar mı nefret ettik kendimizden, birbirimizden?

Bilmiyorum.



Bilmiyorum!

Hep kafamı (kalbimi) karıştırdın sen!



14 Haziran 2010

Adam’a Mektuplar – I

İki ay mı oldu sesini duymayalı?


Kokunu çok özledim.

Bu kez kötü tartıştık, ayrıldık. Hiç bu kadar acıtmamıştı sözlerin. Hiç bu kadar çaba sarf etmemiştim ben daha önce seni üzmek için.

Gelmeni de istemiyorum artık da sadece sesini ve kokunu duymak istiyorum. Son bir kez daha…

Gelsen… Pek bir şey değişmeyecek gibi duruyor. Ben tamir edemedim kırgınlıklarımı, yıkıntılarımı. Sanmıyorum senin de yapabileceğini.

Ama kokun, sesin… Önüne geçemiyorum işte bazen bu özlemin.







Dün gece bir düğündeydim. Eski bir komşumuzun oğlu evleniyordu. Güzeldi gece. En azından ben eğleniyordum. Kalabalıktı oldukça. Annemle babamın ortasında oturmuş dans eden insanları seyrederken, bir ara, izlendiğim hissine kapıldım nedense. Etrafıma bakmaya başladığımda üzerimde bir çift göz gördüm önce. Orada, o gözlerde kalakaldım. Tanıdıktı. Bakmaktan çok hoşlandığım birinin gözlerine benziyordu. Yüzü de öyle.

-Sendin…-

Değildin aslında.

Kızdım kendi kendime sakin davranmaya çalışırken. Artık herkesi ‘sen’ sanmaya başladım be adam!

İyi ki uzaktaydı, kokusunu duyamıyordum en azından. ‘Aslı yoksa suretiyle idare edilmeli.’ Dedim içimden. Sonra yine kızdım kendime bu nasıl bir mantık böyle diye.

Sen gideli çok oldu oysaki. Kokun ve sesin de gitmeli, değil mi?



7 Haziran 2010

...

Blogumun adı bundan böyle:  yalanciakasya.blogspot.com