Okuyucuma!



Sağlam dişler, bir de sağlam mide-

Budur dileğim senin için!

Sindirebildinse kitabımı,

Barıştı demektir benimle yıldızın!



Nietzsche



Sadece bir gün değil, her gün yenidir.

Yumurta gelip kapıya dayanmışken, yarın finallerim varken ben hala Polyanna modundayım. ''Her şey güzel olacak, her şey güzel olacak!'' diye dolanıp duruyorum ortalarda. Hukuk hadi neyse de şu muhasebeye çalışma ölüm gibi. Niye var ki bu muhasebe denen ders? Matematik de üstüne cabası tabii... Tıkandım. Hiç çalışasım yok.

Bari bir iki fotoğraf koyayım:


Not: Fotoğrafları google görsellerden aldım.

Piknik :)

Dün dersanedeki sınıfımla Değirmen Boğazı'na pikniğe gittik. Fotoğrafları da orada çektim. Daha çok börtü böcek, yeşillik çekesim vardı (evet, piknik bahane :)) ) ama arkadaşları ikna edemedim bir türlü. Anca üç beş tane çekebildim kendime. Çok polen vardı tabii. Bu da rahatsız edici tarafıydı işin. :(

Sayıklamalar II

Seyirciler elleri yarılırcasına alkışlamaktadırlar karşılarındaki oyunu.

Işıklar söner, perde kapanır.

Seyirciler dağılır.

...

Perde arkası:

Sahnenin orta yerinde beyaz, uzun giysili kadın, başı önde oturmakradır.

Bir metre uzağında siyahlar giymiş uzun boylu adam sırtı kadına dönük beklemektedir.

Kadın hıçkırmaya başlar. Gözyaşları yuvarlanır yanaklarından aşağıya.

Adam gider.

Kadın hıçkırır.

...

Bir metal parlar karanlıkta.

Adam gider.

Küçük bir gölcük oluşur sahnenin ortasında. Kırmızı.

Kadın düşer.

Adam gider.

...

Adam gider.

Kadın düşer.

Meleklerim nasıl ama?

İnsanlara…

Hepiniz doğruluktan, dürüst olmaktan, gerçekçilikten, o müthiş gerçeklerden bahsediyorsunuz. Ama ben gerçeği söylediğimde hemen suratınız asılıyor. Hep dürüst olmamı istiyorsunuz. Ama söylediklerime de tahammül edemiyorsunuz.

Aynayım ben! Yüzünüzde ne görüyorsam onu gösteriyorum sizlere, ne alıyorsam sizden onu veriyorum. Bu yüzden tahammül edemiyorsunuz işte söylediklerime. Çünkü doğru hepsi. Çünkü boyalı hep yüzleriniz. Maskeleri atmaktan bahsediyorsunuz ya sizinkilere baktıkça kahkaha atmak geliyor içimden. Yüzünüze koca bir kahkaha. Tokat olur belki…

Evet, palyaçoları sevmem ben. İşte tam da bu yüzden. Sizi hatırlatıyorlar bana. Onların da yüzleri boyalı, yürekleri yamalı…


Seviyorsam sorun olmuyor da sevmiyorsam neden sorun oluyor anlamıyorum hiç. Kimse kimseyi sevmek zorunda değil ki… Ben sizi sevmek zorunda değilim ki… Kimse kimsenin her şeyi olamaz ki…

Açsınız hepiniz! Sevgiye aç insancıklar…

Sayıklamalar - I

İpek bir gecelik giymiş olan kadın... İnce, beyaz ipekten bit gecelik. Siyah saçları omuzlarına dökülmüş. Yavaş yavaş dönüyor ateşim başında. Sıcak...

Döndükçe pembeleşiyor yüzü. Daha da, daha da...

Ateşin içinde biri var. Çıplak. Yanan biri. Bir erkek. Sıcak...

Kadın, ipeğin bacaklarını okşaması ve ateşin sıcaklığıyla mest oluyor. Daha hızlı dönüyor ateşin etrafında. Daha hızlı, daha hızlı. Nefes alıp verişi düzensizleşiyor. Kesik kesik, hızlı hızlı...

Yüzü iyice kızarıyor kadının. Utanmış gibi.

Erkek kıpkırmızı. Çıplak ve kırmızı. Yanık kokusuyla birlikte tropik meyve kokuyor etraf.

Kadın daha da hızlı dönüyor. Daha da hızlı. İpek geceliği zıpladıkça yukarı sıçrıyor. Bacakları açılıyor.

Adam gülümsüyor. Daha da kırmızı vücudu. Yüzü silinmeye başlıyor önce.

Kadın hep dönüyor ateşin başında. Hep dönüyor.

Adam yok oluyor yavaş yavaş. Siliniyor, yok oluyor, siliniyor.

Kadın çığlıklar atmaya başlıyor.

Adam haykırıyor.

Adam yok oluyor.

Kadın yok oluyor.

Etraf tamamen tropik meyve kokusu... Ateş sönüyor.

Elif Ayvaz

Şehir

Şehir!
Lanetli şehir!
Beni ısıramazsın sen
Şehir!
Seni ben lanetledim.
Bana bağıramazsın sen
Kafamı bozma benim şehir!
İpini de ben çekerim
Sandalyeni de tekmelerim
Şehir!
Sus.
Sus artık.
Bağırma artık.
Seni ben lanetledim.
Tecavüz edemezsin artık hücrelerime
Şehir!
Seni ben lanetledim.
Sokulamazsın tenime
Şehir!
Bakma bana öyle.

02.03.2009
Elif Ayvaz

Trenler

Sonsuzluğa karışmak istiyorum gökyüzünde
Sonra yine yağmur olup
Yağmak istiyorum yeryüzüne
Toprağa yüz sürmek istiyorum
En saf, en masum halimle.
Gülümsüyorum yüzümü okşayan rüzgâra
Saçlarım uçuşuyor
Aklımda trenler
Hep giden
Bense...
Bense hep geç kalmışım.
Geç kalmışım bense...
Yol almış trenler
Yüreğimde
Yol almış birileri
Bense hep geç kalmışım
Öylece ardından bakakalmışım
Dudaklarımda buruk bir tebessüm
Rüzgâr yüzümü okşuyor
El sallıyorum farketmeden
Uzaklaşıyor trenler
Bense geç kalmışım
Bense hep geç kalmışım...


30 Eylül 2007

Elif Ayvaz

Karşı Karşıya

Ağzımdaki acımsı, huzursuz tadı verdiğin şekerin. Bırakıp gidişinin ardından seneler geçmişken. Yıllanmış yalanların etrafımı kuşatırken.
Karşıdan gülümserken siluetin, yanımdaki yeni sen daha bir sokuluyor, daha bir sıkı sarılıyor bana.
Karşıda sen. Mahzun gözlerle gözlerimi ararken, ben seni arıyorum senin kollarında.
Karşı karşıya benliğin. Biri yalancı, öbürü sahtekâr. Biri özgür, biri tutsak. Biri serseri mayın her an patlamaya hazır, öbürü dingin bir deniz atılan taşları çabucak yutan.
Karşı karşıya benliğin. Seni huzursuz eden, nefes almanı engelleyen.
Başının üzerinde dönüp duran kelebek misali yorgun vücudun. Ömrünün son dakikalarını yaşıyorken.
Birazdan ölecekken ve yeni bir sen daha doğacakken. Yükselen güneşe karşı sabahın nemli soğuğunda.
Mavi dünyan doğum sancılarıyla kasılırken, bir veda töreni arka sokakta acele eden.
Seni uğurlarken, seni karşılayacaksın. Muştucu kapında mutlu haberi vermeyi beklerken.
Kaçıncı kez ölürken ve kaçıncı kez doğarken.
Sen, senin kollarında, sana sokulgan. Sense karşıda daha ısırgan.
Karşı karşıya benliğin ve sen!

6 Haziran 2007
Elif Ayvaz

O'na

Sırtımı yakan güneşe aldırmadan yolda yürürken fark ediyorum seni. Karşıdan bana doğru geliyorsun. Hava sıcak, bedenim sıcak. Bu güzel havaya rağmen burnumu çekiyorum. Hastayım, yine soğuk algınlığı; iki haftada bir tekrarlayan.

Yaşaran gözlerime inat bastığım yeri görmeye çalışırken başımı kaldırıyorum. Gözlerim, gözlerinle çarpışıyor.
...

Dünya dönmeye başlıyor.

Saniyeler birbirini kovalarken gözlerimdesin. Burnumu çekerken gözlerindeyim.

Yanımdan geçerken sen; gözlerindeki garip ışığı görüyorum. Buğulu, mavi ışığı. Beni gözlerine kenetleyen garip pırıltıyı görüyorum. Biraz buruk, biraz acı. "Yakalandım!" dercesine.

Tam ben "Affedersin, yakaladım." Diyecekken

Uzaklaşıyorsun...

Uzaklaşıyorum...


12 Şubat 2007
Elif Ayvaz

Sarı

Dün gece yağmur yağmış. Şarıl şarıl hem de, bardaktan boşanırcasına. Her yer çamur. Vıcık vıcık. Yollara çıkmaya görsün her tarafın çamur oluyor. Ne olacak bu Balıkesir'in hali?
Neyse zor zahmet durağa varabildim. Okula gideceğim. Bakalım otobüs gelecek mi? Bu adam ya yine bizim durağı atlarda giderse? Bazen çok oluyor bu adam. Bunu şikayet etmek gerekir. Ama kimse yanaşmıyor ki. Tek kişi gitsen şirkete " Sadece sen mi şikayetçisin? Niye başka kimse yok?" diye üste çıkmaya çalışır bu adamlar. Allah Allah!
Karşıdan bir otobüs geliyor. İnşallah bizimkidir. Zaten buraya iki otobüs geliyor. Biri çarşıya, öbürü de bizim okulun oradan hastaneye. Ne olur bizimki olsun? Ayy! Yaşasın bizimkiymiş!
Otobüse bindim 5 YTL verdim biletçi kıza. Yüzüme baktı acayip acayip:
-Bozuk yok mu?
-Yok... Zaten en bozuğu da bu...
-Siz bu haftalıkları Cumartesi- Pazar harcasanıza kardeşim, bozuk getirin bana... Ben zor durumda kalıyorum sonra...
-Ben ne yapabilirim. Bu kadar bozuyorlar. Sen bunu bulduğuna dua et.
Kız susuyor. Diyecek bir şey bulamıyor. O da haklı, ama ben de haklıyım. Ha deyince nerden bulayım ben bozuk parayı. Sanki marketler bozuyorlar da. Hem nereye gitsem bozdurmak için "Bir şey al öyle bozayım." Diyorlar. Eee...Zaten para kısıtlı. Bir de orada burada harcarsam okulda ne yapacağım ben.
Öbür durağa geldik. Şu merdivenli bakkalın önündeki durak. Ben duraktan tarafta değilim.
Karşı sokakta çocuklar oynuyor. Üç tane çocuk; ikisi oğlan, biri kız. Su birikintilerinin içine taş atıp eğleniyorlar akıllarınca. Üstleri başları batmış. Önce büyükler atıyor taşı. Sonra sıra küçük kıza geliyor. Daha üç dört yaşlarında falan. Sarı bir donla, sarı bir kazak giymiş. Kumral saçları var, birbirine karışmış. Ayağındaki ayakkabılar ıslanmış. Eli yüzü kirden gözükmüyor.
Oğlan çocuklarının oldukları yerden taşları atıyor, atıyor ama taşlar suya kadar gitmiyor. Yarı yolda düşüyor. Sarı donlu kız sinirleniyor. Ve bir taş alıyor yerden. Suyun yanına kadar gidiyor ve taşı suya atıyor. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi oğlan çocuklarının yanına gidiyor. Ellerini sarı donunun arkasına siliyor. Don daha da bir kirleniyor.
Oğlan çocuklarından biri kıza konuşmaya başlıyor. Konuşmalarını duyamıyorum. Ama hareketlerinden kıza kızdığı belli. Sanırım abisi. Kız hiç umursamıyor. O sadece taşı suya atmayı becerebildiğine seviniyor. Çocuk umurunda bile değil. Bu arada kazağını içine soktuğu sarı donunu yamuk giymiş.

Otobüs hareket ediyor...

Elif Ayvaz