Okuyucuma!



Sağlam dişler, bir de sağlam mide-

Budur dileğim senin için!

Sindirebildinse kitabımı,

Barıştı demektir benimle yıldızın!



Nietzsche



İnsan

        
         Para insanlara neler yaptırıyor. Olunca da olmayınca da aklı çıkıyor insanların. Yetmiyor hiçbir şey. Cennet yetmiyor, cehennemi de istiyor. Gökyüzü yetmiyor, yeryüzünü de istiyor. Yasaklı falan fark etmiyor. Elmayı da yiyor, bağcının üzümünü de. Karşılığında ise… Yine yüzsüz!
         Evi var. Ailesi, mesleği, işi, parası…. Her şeyi var oysa. Ama yetmiyor işte. Dahasını da istiyor. O kadını da o adamı da. Hepsini istiyor.
         Kimse için hiçbir şey için de kendini sorumlu hissetmiyor. Dahasını, dahasını da alırken geride kalanları hiç düşünmüyor bile. Onlar ne olur, hakları ne olur umurunda bile olmuyor.
         Yalanlara karıyor ömrünü. Kendi bile inanıyor sonra bunlara. Kendi inandığından olsa gerek en çok kendi veriyor yine yalanın savaşını. Önce ağlıyor, sonra gülüyor. Yine ağlıyor. Sonra duruyor. Duruldu, geçti, bitti diyorsun. Sonra da bağırmaya başlıyor. Sonra yine gülüyor. Delirdiğini düşünmeye başlıyorsun. Isırmaya başlıyor çok geçmeden. Kendini, beni, seni… Fark etmiyor kim olduğu. Et olsun yeter ki…
         Bu doyumsuzluğunun sonu yok gibi… Daha çok beden, daha çok et, daha çok para, daha çok…, daha çok… Daha çok hırs!
         …
         İnsan çoktan oyuncaklarının kölesi oldu.

         

Ayçiçeği


Her yağmur yağdığında biraz daha arındım kirlerimden
Yapraklarım yeşillendi.
Dikenlerin arasından sıyrıldım da büyüdüm
Canımı acıtanlardan daha güçlüydüm
Çünkü
Ayçiçeği gibi sana döndüm yüzümü.


Kanat

         
         Başını yukarıya, ağaçların da yukarısına dikmiş bakıyordu sadece. Ötesini, daha ötesini görmek ister gibi bir hali vardı. Ağacın kuru dalları sallanıyordu bir o yana bir bu yana. “Hava soğuk galiba.” diye düşündü.
         On dakikadır soğukta olduğu yerden kıpırdamadan üzerindeki incecik hırkayla dikilmesine rağmen gözlerini bile kırpmamıştı. İçindeki göle siyah bir sıvı damlıyordu. Ama o sadece gökyüzüne bakıyordu. Bütün vücudunun siyah sıvıyla kaplandığını hissediyordu ama o sadece gökyüzüne bakıyordu.
         Bacakları çıplaktı. Çorap giymeyi sevmiyordu. Hırka ısıtırdı nasılsa kalbini. Ama bugün nedense soğuğu da hiç hissedemiyordu?! Gökyüzü de çok sıkıcıydı bugün. Gözlerini bile kırpmamıştı.
         Ne uzun zamandır orada beklediğini düşündü birden. “Gelmeyecek galiba.” diye mırıldandı, “Söz vermişti, gelecekti.” dedi. Bir damla daha düştü göle.
         Vücudunun ne zamandan beri bir göle dönüştüğünü ve siyah bir sıvıyla dolmaya başladığını hatırlayamıyordu bir türlü. Kalbine yaklaştığını duyabiliyordu sadece. Her damlada dünya yankılanıyordu zaten.
         Göz kapakları gittikçe daha ağır geliyordu gözlerine. İnatla açık tutmaya çalışıyordu ama olmuyordu. Ağacın kuru dalları rüzgarda savruldukça kalbini çiziyordu. Sıkılmaya başlamıştı beklemekten. Biraz daha bekleyecekti. Gelmezse gidecekti artık. Yapacak bir sürü işi vardı zaten.
         Rüzgar şiddetini arttırmıştı. Dallar daha çok sallanmaya başladılar. Gitmeye karar verdi en sonunda. Burada kuru dallarla beklemenin anlamı yoktu. Kalbi çizik içinde kalmıştı. Arkasını döndü.
-      Ne zamandır oradasın sen?
-      En başından beri?
-      Neden sesini çıkarmıyorsun?
-      Seni izliyordum?
-     
-     
-      Getirdin mi?
-      Evet.
-      Ver şunu hadi. Sıkıldım bu dünyadan.
-      Al.
Aldı. Bir şey demeden arkasını döndü ve uzaklaşmaya başladı. Onunla arasında bir bağ kalmamıştı ki ne diyecekti. Hışımla açtı torbanın ağzını. Dikkatlice çıkardı içindekileri. Eski bir dosta bakar gibi baktı. Uzun uzun. Sonra sırtına geçirdi.
Kanatlarını.

Göl damlamayı bıraktı. Dünya sessizleşti. Bir çift kanat takmış kız yavaş yavaş uzaklaştı.