Okuyucuma!



Sağlam dişler, bir de sağlam mide-

Budur dileğim senin için!

Sindirebildinse kitabımı,

Barıştı demektir benimle yıldızın!



Nietzsche



Rüya ya da Kâbus

- Bankta oturan bayanın anlattıkları -
Bunaltıcı bir gün bugün.
Hava çok sıcak.
Bir kafedeyim. Teksas’taki barlara benzeyen bir kafe. İki adam var karşımda. Onlarla sohbet ediyorum. Daha doğrusu onlar beni sorguya çekiyorlar. Daha çok da eleştiriyorlar.
Adam diğerine söylüyor. Diğeri Ahmet Altan’ı çok seviyor. Bense nefret ediyorum ondan. Onun hayranı; “Ahmet Altan, Anlat İstanbul gibi saçma bir filmi kim çekmiş böyle diye söylüyor diyor. Bu film asla izlenmeye değmez.” Diğeri onu onaylıyor. Sonra biletimi yırtıyorlar.
“Hayvan!”diye bağırıyorum ama sesim çıkmıyor. “Domuz!” diyorum yine sesim çıkmıyor.
Daha birçok benim sevdiğim, değer verdiğim şeyleri aşağılıyorlar. Ben daha fazla dayanamıyorum. Çıkıyorum dışarı. Kapıyı kapatınca arkasında bir yazı görüyorum. Kapının üzerine oyulmuş. Bütün kapıyı kaplamış. Önce oymuşlar sonra da üzerini ateşle yakmışlar.
Okumaya başlıyorum. Sesim çıkmaya başlıyor.
“Seviyorum ama kimi?
En güzel birisini.
İstiyorum ama kimi?
En güzel birisini.
Isırıyorum ama kimi?
Ayşe’yi…”
Diğer adam o anda içeriden fırlıyor tam ben o dizeleri okurken.
“İstiyorum ama kimi?
Seni.
Isırıyorum ama kimi?
Seni.”
Diye bağırıyor. Sonra birden sol mememi eline alıyor. Mıncıklamaya başlıyor. Çırpınıyorum. Bağırıyorum, bağırıyorum ama sesim çıkmıyor.
“Seni! Seni!”
“Hayır, hayır! Ayşe’yi, o ben değilim. Ayşe’yi…”
Elinden bir türlü kurtulamıyorum.
O anda üzerimdeki Bursa’dan aldığım üzerinde kız resmi olan kırmızı tişörtümden nefret ediyorum. Onu bir daha asla giymemeye karar veriyorum.
Hâlâ adamın elinden kurtulmaya çalışıyorum. Canım acıyor. En sonunda uyanıyorum. Rüyaymış ya da kâbus.
Çok korktum. Neden böyle olduğunu bir türlü anlayamadım.
Perde arkası: Bir gece önce kitaplığımı düzenlerken Ahmet Altan’ın kitaplarını gördüm. Neden bu adamı okudum ki sanki dedim.
Orhan Hoca hep aynı şeyleri yazdığımı söylüyor. Sinirlendim. Bunların arasında mutlaka değişik bir şey vardır diye bütün varlığımı gözler önüne serdim. Var dedim. İşte! Ama, hayır kendimi kandırıyorum. Hepsi aynı. Hepsi Ayşe. Bir tomar yazıyı onun için mi yazdım yani ben! Ürkünç!
Öyle can sıkıntısından evin içinde dolaşırken aklıma Bursa’dan aldığım tişört geldi. Üzerinde kız resmi olan kırmızı tişört.
Orhan hocaya olan sinirimle eski defterlerimi de karıştırmaya başladım. Anlat İstanbul’un biletini buldum.
Tam bir ay önce bir adam görmüştüm. Çok uzaktan bir akraba. Bu adamı hiç sevmiyorum nedense. Küçüklüğümden beri onun bir sapık olduğunu düşündüm hep!
Söyle bana şimdi deliriyor muyum? Hepsi nasıl da bilinçaltıma yer etmişler. Sinsi sinsi beni kemiriyorlar. Peki ne zaman bitirecekler? Ne zaman bitecek bu işkence? Korkuyorum. Artık uyumak istemiyorum. Ayrıca her şeyin aynı olduğunu ben de biliyorum. Bunu fark eden tek kişi de sen değilsin. Ama yazdıkça vücudum arınıyor bütün o pisliklerden. Boğazıma kadar batmışım!
Nefes alamıyorum.
Yardım et!
Elif Ayvaz

Nokta ve Son

Karanlık gözlerde yitip gitmişim…
Aldırmıyorum.
Yürüyorum öylesine
Bastığım yeri görmüyorum
Yine aldırmıyorum…

İçimdeki öfkeyi bastırmaya çalışıyorum
Sinirliyim.
Öfkemi dışa vuramadıkça
İçimden kahkaha atmak geliyor.
Gülüyorum
Gözlerimden yaşlar akıyor
Sakin olmalıyım
Ama yapamıyorum.

Yardımcı olmuyor
Aynada yansıyan yüzüm
İçimdeki nefreti susturamıyorum
Dinmiyor acım
İçimi kemirip duran
Beynimi kaplayan
Kanırtan…

Yeni yüzler arıyorum
Yer değiştirecek
(Saklanacak)
Sakinleşemiyorum

Yazıyorum hiç durmamacasına
Son noktan olmayacak
Bu gün…
Son noktam olmayacak!
Biliyorum!

Okuyorum
Doğru kelimeyi bulmak için
‘’Karanlık’’, ‘’Buzlu Aydınlık’’,
‘’Zulmet-i Beyza’’, ‘’Neş’e’’,
‘’Hayat’’, ‘’Su’’, ‘’Güneş’’, ‘’Ateş’’, ‘’Toprak’’
‘’ŞEYTAN’’

Sonu yok biliyorum
Sonu yok sonumun
Sonsuzluğumun
Yok oluşumun ve var oluşumun
Sonu yok ağlayışımın.

Büzüştüğüm odanın ücra köşesinde
Lacivert kazağıma damlayan
Sarı gözyaşım
Hayatım kadar savruk
Ve akışkan
Ben, ben olmaktan çıkmışken.

Küçük bir kuş olmak istiyorum
Özgür ve
Hesapsız ve yersiz
Ve yurtsuz.
Kanatlanıyorum…

Saygısız ve sorumsuz
Küçük ve büyük
Üzgün ve mutlu
Yüzsüz ve arsız
Kötü ve daha kötü bir
Ben olmak istiyorum.

Çiziktirdiğim kelimelerden biri
Olmak istiyorum.
Açık seçik ve anlamsız…

Kaybolduğum dehlizden
Çıkmak istiyorum
Işığı görmüşken
Beyaz ve karanlık…
Üzgün bir fotoğraf
Karesinde ben!

Yabancı şehirlerde
Kaybolmak istiyorum.
Evimde hissederken
Ve
Kendime yabancılaşmışken…

Sesim yükselirken ve
Yükseklerden düşerken
En yükseğe çıkmak
İstiyorum.
Kimsenin erişemediği yere…

Yok olmak istiyorum
Anlamsız ve boş gözlerde
Hiçliğimin doruk noktasına doğru…

Akıp giden hayatı
Kesip atmak istiyorum orta
Yerinden
Ki
Hayat dursun
Dursun zaman
Dursun insanlar
Dursun dünya…

Sonumu yazıyorum
En sonumdan sonra...

Son nokta(n)m oluyorum.

15–16 Kasım 2007
Elif Ayvaz

Küstah Kırmızı

Küstah bir gülümseme vardı yüzünde kızın
Küçük dağları ben yarattım diyen
Küstah kırmızı bir gülümseme kalın dudaklarında
—Avucumdasın şimdi
Planımın, oyunumun bir parçası oldun.
Benim olacağını biliyordum.- diyen

Küstah kırmızı bir gülümseme beyaz, yumuşak teninde
Gizlemeye çalışırken yalnızlığını
Korkularını,
Gece sayıklamalarını
Oyununun bir parçası olmuşken adam
Kız yenilgisinin zaferini yudumluyordu

Küstah kırmızı bir gülümseme dudaklarında
Gözleri şehvetle parlıyordu.
Oburcasına, yılgın...

Elif Ayvaz

Aykırı Düşler

Uykudan yeni uyanmışsın. Rüyan yeni bitmiş. Aykırı düşler miydi gördüklerin?

Güne uyanmışsın, gülümsüyorsun. Gerçeğe uyanmışsın. Hayal dünyana bir perde çekmişsin. Pembe gözlüğünü ne yaptın? Söylesene!

Yere düştü de kırıldı mı yoksa, ya da attın mı onu çöpe?

Kabullendin mi artık hayatı, olması gereken düzeni? Büyüdün mü yani şimdi sen?

Ne oldu sana? Seni tanıyamıyorum artık. Ne yaptın hayallerini, umutlarını, aykırı düşlerini… Kendine nasıl kıyabildin böyle? Hiç acımadı mı canın?

Ensendeki o keksin ağrıyı geçirmek için artık iyi şeyler düşünmeye çalışmıyorsun. Kötü düşünceler olduğu yerde duruyor ama sen onlara dönüp bakmıyorsun bile! Alıyorsun bir ağrı kesici ve kurtuluyorsun! Kurtuluyorsun! Bu kadar basit mi her şey? Bu kadar basit mi kurtulmak süreğen acılardan?

Kolaymış işte! Boşuna dökmüşsün o gözyaşlarını. Yazık etmişsin kendine… Boşuna somurtmuşsun uykusuz sabahlara…

Biliyorsun değil mi kabullenmenin sonuçlarını? Biliyorsun…

Karamel tadındaki hayatınla vedalaş artık. Bana garip gelmişti zaten. Sen karamel kokusunu hiç sevmezsin ki!

Gitmeyi isteme artık. Kaçmayı isteme. Bir iş yaparsan bazı şeyleri göze alman gerekir ve sen de bunu göze almalısın. Kendi kendini bu kuyuya hapsetmeyi!

Giderek çorak bir araziye dönüşmeye başladı kalbin. Düşünmemek insanı böyle yapıyor galiba. Boş gözlerle bakmak hayata.

Peki sana yarayacak mı? Kabullenmeyi kabullenebilecek misin? Özgürlüğüne çok düşkünsün sen! Kafese girebilecek misin kendi isteğinle?

Korkmuyor musun peki? Bir zamanlar bir kız vardı aykırı düşleri olan cümleleriyle başlayan yazılar yazmaktan?

Geçmişte mi kalacak aykırı düşlerin?

Koşmayacak mısın artık? Hep böyle oturacak mısın? Yoksa artık koşmakta mı ilgini çekmiyor?

Bu sen değilsin! Sen olamazsın bu karşımda oturan, boş, ilgisiz gözlerle çevresine bakan yaratık. Buz gibi ellerin! Seni böyle gördükçe benim kanım donuyor. Oysa sen hiçbir şey hissetmediğini söylüyorsun.

Hep böyle mi kalacaksın? Yapma bunu kendine! Yapma bunu bana!

Seni seviyorum ben! Aykırı düşlerin olmamasına rağmen, hayallerin, umutların olmamasına rağmen…Seni seviyorum.

Ne olur yalnız bırakma beni!...

Hadi gel! Aykırı düşler kuralım…

13 Ekim 2006
Elif Ayvaz