Okuyucuma!



Sağlam dişler, bir de sağlam mide-

Budur dileğim senin için!

Sindirebildinse kitabımı,

Barıştı demektir benimle yıldızın!



Nietzsche



Nefret

.

İçimde kusma isteğine benzer bir his var. Ne olduğunu bilmiyorum. Adı her neyse bilmiyorum. Hiç bir şey hatırlamıyorum. Tek hatırladığım bu duyguyu ya da adı her neyse işte onu uzun yıllar önce unuttuğum. Sildiğim. Geçmişime gönderdiğim.


Hissettiğim duygunun adı nefret mi? Eğer öyleyse ne olacak? Ben kimseden nefret etmiyorum ki.

O bunaltıcı cumartesilerden birinde yine dersteyken ve bir hafta önce de hocamız bize veda etmişken, yeni birisi hiç de çekilecek gibi değildi benim için. Kara kuru, uzun boylu bir çocuk çıkageldi o günkü derse. Öylesine bir çocuk. Sokakta her an karşıma çıkan diğer üniversite öğrencileri gibi. Sinir oldum bu yeni çocuğa. O an yine masallara, yani tek masalıma ya da oyunuma başlayacağımı hissettim. Maalesef ki başladım da. Durmadan konuşuyordum. Ona ne ki benim yazdığım yazılardan? Ona ne? Ne diye anlattım. Ondan nefret ediyorum. Evet, eğer ondan nefret etmem gerekiyorsa ondan nefret ediyorum. O gün o derse geldiği için. İçimdeki şeytanı uyandırdığı için. Nefret etmem gerekiyorsa eğer ona iki dakika içinde hakkında hiçbir şey bilmediğim halde güvendiğim, inandığım ve onun da benim hayallerimi yıktığı için nefret ediyorum.

Nefret etmem gerekiyorsa eğer içimdeki umut tohumlarını yeşerttiği için nefret ediyorum ondan. Yüreğime hapsettiğim kelebeklerin kafesini açtığı için nefret ediyorum ondan. Ve onun yüzünden de şimdi kelebeklerimden olduğum için nefret ediyorum.

Aslında tam olarak ondan nefret etmem değil söz konusu olan. Sadece o değil. Eğer başka bir olay geçmiş olsaydı aramızda ya da söz konusu benim yazılarım olmasaydı herhangi bir defter, ya da herhangi bir nesne olsaydı ben buna asla kızmazdım. Ama konu yazılarım. Söz konusu olan şey benim yazılarım. Konu bu olduğunda akan sular durur benim için. Çünkü hayatta hiçbir şeye bu kadar inanmadım ben. Sadece bir hayal olsa bile diğer insanlar için, benim için tek gerçek o,hayatımdaki tek gerçek.

Yazmak kadar güzel bir şey daha yok bu dünyada. Sadece yazmak var benim için. Sorun da burada başlıyor zaten. Yazdıklarım artık beni tatmin etmedikleri için yeni arayışlar içindeyim. Artık onları birileriyle paylaşmam ve nerede olduğumu bilmem gerektiğini düşünmeye başladım.

Önce okuldaki edebiyatçıma gittim. Yazılarımın hepsini ona verdim okusun diye. Daha doğrusu bir senaryo yarışması için konu arıyordum. Belki aralarında işe yarar bir şeyler vardır dedik. Ama o okumadı bile. Hep sonra okurum dedi. Sonra annesi hastalandı, hastaneye yattı. Olan bana oldu. Ama ben bütün bunlardan çok önce verdim ona yazılarımı, yani hayatımı.

Sonra o, Orhan hoca. Eğer konuşmamış olsaydım ben, o gün sessiz sakin ders dinlemiş olsaydım bütün bunları yaşamayacaktık. Ama olmadı. Sonra yazılarımı da vermeyebilirdim ama güvendim işte. Sanki onu daha önceden tanıyormuşum gibi geliyor. Onun hakkında her şeyi biliyorum sanki.

Kızmamın nedeni de bu aslında. Benim bu kadar güvendiğim birisi bunu bana nasıl yapar? Biliyor benim cevap beklediğimi. Bunun benim için ne kadar önemli olduğunu. Ya da bilmiyor. Ya da sadece ben onu tanıyorum. Galiba oyunuma fazla daldım. Fazla kaptırdım kendimi masalıma.

Ama o ulaşabilirdi. Her şeyden önce ben o defterin sahibiyim. Ve o defter emanet. “haftaya getiririm” demişti bana. Bekledim o gelmedi. Belki işi çıkmıştır dedim. Daha sonra gelir dedim. Akşama kadar bekledim onu orada. Ama gelmedi. Daha sonraki iki hafta boyunca da gelmedi. Sınavları olduğunu öğrendim. Ama bir şekilde defterimi bana ulaştırabilirdi. Çok korktum. Ve eğer nefret etmem gerekiyorsa, korkmama neden olduğu için, beni korkuttuğu için nefret ediyorum ondan. Hiç gelmeyecek sandım. Bu sefer gitti yazılarım diyordum hep. Tam üç hafta boyunca ruh gibi dolaştım ben.

Okuldaki edebiyat öğretmenim beni çok üzdü. Çok kırıldım ona ve çok kızdım. Ama o sadece küçük bir kâğıt parçası tutuşturdu elime özrünü anlatan. Bütün o saçmalıkları yüzüme söyleseydi ben bu kadar dağıtmazdım kendimi. Ama yapmadı, onunla konuşmuyorum. O da benimle konuşmuyor. Hatta yüzüme bile bakmıyor. Bazen garip bir bakış atıyor sadece. Ama bendeki kırgınlığı görünce yaklaşmak yerine geri geri gidiyor.

Ondan nefret etmem gerekiyorsa eğer; tam o zamanda, tam ben yıkık dökükken olayıma tuz biber olduğu için nefret ediyorum ondan. Beni biraz daha üzdüğü için, mutsuzluğuma bir neden daha kattığı için nefret ediyorum ondan.

Aslında en çok da beni zorlayıp ondan nefret ettiğimi anlatan bir yazı yazmamı istediği için nefret ediyorum ondan!

Elif Ayvaz

2007

Hiç yorum yok: