Okuyucuma!



Sağlam dişler, bir de sağlam mide-

Budur dileğim senin için!

Sindirebildinse kitabımı,

Barıştı demektir benimle yıldızın!



Nietzsche



Gece

Bir elimde siyah topuklu ayakkabılarım, bir elimde bir şişe kırmızı şarap… Sokaklarda kâh yürüyorum kâh koşuyorum. Kırmızı rujum yanağıma bulaşmış ama hiç aldırmıyorum. Peşimden koşan bir adam var benimle birlikte. Arada sırada, başım çok döndüğünde, gelip beni tutuyor. Sarılmaya çalışıyor. O zaman onu itmeye başlıyorum hemen. Gitsin istemiyorum yine de. Hep yanımda olsun ama uzakta dursun. Evet, bu gece biraz –ama sadece biraz- dengesizim.



Sokaklarını doğru düzgün bilmediğim bu şehrin soluk alıp verişini duyabiliyorum bu gece. Hıçkırıklarını, iniltilerini, zevk çığlıklarını bile… bu gece çok tanıdık her şey. Birden bire denize çıkıyor yolum. Bir yokuş iniyorum ve sola dönüyorum. Karşımda deniz… Sessiz sakin uzanıyor. İleride kumların üzerinde gitar çalıp şarkı söyleyen gençler var. Bir çift de sevişiyor yan taraflarında. Hepsi ateşin etrafına çevrelenmiş. Yanlarına gitmek istiyorum. Adam kolumu bırakmıyor bir türlü. Kendine doğru çekiyor beni hep. Uzaklaşmak istiyorum. O gençlerin yanına gitmek, onlarla birlikte şarkı söylemek istiyorum. İzin vermiyor bir türlü. Kulağıma bir şeyler fısıldıyor. Sevgi sözcükleri… Duymak istemiyorum hiç. Şarkı söylemek istiyorum ben.,


Bir ara elinden kurtuluyorum. Koşmaya başlıyorum gençlere doğru. Yaklaştıkça yüzleri değişiyor. Hepsi birer birer değişiyor. Hepsi birden kurt adama dönüşüyor. Elimdeki şarap şişesi sepete dönüşüyor sonra. Ayakkabılarım kırmızı pelerinim. Koştukça ben, kurt adamların salyaları akmaya başlıyor.


-Gel… Gel!!!


Koşarak uzaklaşıyorum yanlarından. Kollarını uzatıyorlar arkamdan. Çığlığa dönüşüyor kelimeleri. Koşmaya devam ediyorum.


Sonra birden adam geliyor aklıma. Hala arkamda mı diye dönüp bakıyorum. O kadar yorulmuşum ki… Biraz da dinlenmeye ihtiyacım var.


Hala arkamda adam… Koşmaya devam ediyor. Elinde ayakkabılarım, şarap şişem, üzerinde siyah elbisem. Gözlerime inanamıyorum. Üzerimde hiçbir şey yok. Benim giysilerim onun üzerinde.


Çırılçıplağım…

Oda

Duvarları bembeyaz bir odanın içindeyim. Ne kapısı var ne penceresi… Beyaz bir gecelik var üzerimde. Kırmızı rujum dudaklarımda. Bazen çok üşüyorum bazen de çok terliyorum.



Nefesler hissediyorum arkamda. Yüzler var. Bir görünüp bir kayboluyorlar… Tanımakta zorlanıyorum bazen. Hep tanıdığım adamlar oysa ki. Hep sevdiğim adamlar…


Neden oldukları yerde kalmıyorlar? Neden sürekli görünüp görünüp kayboluyorlar? Neden beni bu odada yalnız bırakıyorlar? Dönüyorum odanın içinde sürekli. Ayaklarım acıyor. Ayaklarım… Çıplak…


Ayaklarım… Kanıyor… Dudağımdaki rujla aynı renkte kan. Yine ayrılık yine hüzün kokuyor. Her belirdiğinde bir yüz ona doğru koşuyorum. Ama tam yakaladığım an kayboluyor. Ellerim birbirine çarpıyor her seferinde. Her seferinde tırnaklarım etime saplanıyor. Ayaklarım kanıyor taşlara çarptıkça. Bu odanın içine kim bu kadar taş, çakıl doldurmuş ki böyle!? Ayaklarım kanıyor, çok acıyor. Kime koşsam, kime sarılsam daha çok acıyor.


Hepsi ‘Ben geldim, bak işte buradayım. Beni seç!’ diye fısıldıyor kulağıma. Birini seçmem mi gerekiyor? Neden bunu yapmak zorundayım? Neden hepiniz birden yanımda olamıyorsunuz?


Dönüyorum odanın içinde. Daha da ısınıyor hava. Nefes alamıyor. Yavaş yavaş uzaklaşıyor yüzler. Beni terk ediyorlar yavaş yavaş. Daha da ısınıyor hava. Ayaklarım daha çok kanıyor, daha çok acıyor şimdi. Burnumda kan kokusu hep. Gözyaşıyla karışık kan kokusu. Duvarlar kızarıyor şimdi. Her taraf kırmızı… Her taraf kan… Duvarlar… Oda…