Sanıyorlar
ki her yazıyı sevgiliye yazıyorum ya da olmayan sevgilinin özlemini çekiyorum. Hayır,
değil. Aşkla yazdırır yazı kendini, doğrudur. Ama her yazı aşk yazısı olacak
diye bir şey de yoktur.
Âşıkken yazmayı pek sevmem ben. Âşıksındır
altı üstü. Midende kelebekler falan uçuşur. Ayakların yere basmaz bir süre. O
hallerimi sevmem nedense. İlla mantıklı olacak, illa tutarlı olacak. Belki
aşkta mantık, tutarlılık aramak da yanlış. Bilemeyeceğim şimdi. Ama sonuç
olarak aşkın ilk çarpıcı etkisinin geçmesini bekleyip, ondan sonra yazdığım bir
gerçek. Öylesi daha iyi hissettiriyor en azından kendimi. Beklemezsem
yazdıklarım havada kalıyor sanki. Ya da boşlukta salınıyor gibi.
Neyse geçtim aşktan, hep sorulan soruya
cevap niyetine yazıyorum bunu. Hep âşık değilim. Hayatım boyunca -çocukluk
aşkımı saymazsak- bir kez âşık oldum. Yeterince çok bence. Kafka’nın da dediği
gibi “Benim yalnızlığım insanlarla dolu.”
Yalnızlığım bile insanlarla dolu. O
yüzden yeterince çok bir kez âşık olmak.
Bir genelleme yapmam zor kimlere
yazdığım konusunda. Bu hiç sevmediğim, çok sinirlendiğim biri de olabiliyor;
sevdiğim biri de. O anki ruh halime göre şekilleniyor her şey. Hadi oturayım da
şunu yazayım gibi bir ruh haline de bürünmedim hiç. Zaten planlı bir yazma
düzenim yok. Günde şu kadar sayfa yazacağım diyenlerden olmadım hiç. Aslında
bunun bir yere kadar da iyi olacağı düşüncesindeyim. Kendimi geliştirebilmek
adına en azından. Ama bu başka bir yazının konusu olmalı.
Yani her yazı sevgiliye değil. Herhangi
birine…
* Taa 3 Nisan 2012'de yazmışım bu yazıyı. "Yayınlamadıklarım" diye bir klasörün içindeydi. Şimdi bu yazıyı yayınlamamın tek sebebi bir önceki yazımdır. Çünkü orda gayet aşığım ve aşıkken yazdım, hatta aşık olduğum adama yazdım. İnsan değişiyor.