Okuyucuma!



Sağlam dişler, bir de sağlam mide-

Budur dileğim senin için!

Sindirebildinse kitabımı,

Barıştı demektir benimle yıldızın!



Nietzsche



Unutursun








Açık yaraya tuz basmak seninkisi
Neden kendine acı çektiriyorsun ki?
Kaybeden tek sen misin?
Unutursun!


‘Acıya acıya, acıta acıta
Kendini acıya dolaya dolaya
Bir kalbi kanata kanata
Unutursun, unutursun!’’*


Bir şehirden bir şehre ederken veda
Unutursun!



Hiç yaşamamışsın gibi
Hiç olmamış gibi
Kalbini uyutursun.
Unutursun!










*Cem Adrian






Elif Ayvaz


23 Kasım 2010














Kambur







Bazı şeylerin sonları başka şeylerin başlangıcıymış! Güzel şeyler… Her seferinde ‘İyi ki…’ diyorum ama iyi ki artık yoksun! Meğer sırtımdaki o acıtan kamburmuşsun!


Toz kondurmuyordum yaşadıklarıma, laf söyletmiyordum senin üzerine. Gördüklerimi bile kabullenmek istemiyordum, sırf inandığım adama leke olmasın diye. Ama dokuz günlük tatilimde anladım ki sen de o şehre gömülmeye mahkûm bir adamsın! Sen de etten, kemikten, nefes alabilen bir yaratıksın! Bu kadar da abartılmana, yüceltilmene hiç gerek yokmuş meğer. Anladım. Ve anladım ki benim için özel olan şeyler senin için sıradanmış. Hiçbir önemi yokmuş. Ne de geç oldu fark etmem. Bu kadar mı kördüm, bu kadar mı çok sevdim seni? İlginç, değil mi? Sen benden hiç beklemezsin böyle şeyler aslında.


Ben de kendimden beklemezdim ki… Erken yaşadım aşkı. Evet, aşktı ve sana uzak bir kavram. Kabul ediyorum. Ve iyi bir oyuncusun. Kızıyordum ya sana, rol yapmana. Aslında hayrandım bu yeteneğine. Dediğin gibi hayat bir tiyatro sahnesi ve sen neden kötü ruh hallerini oynayasın ki? Canını sıkan bir şey oldu mu derin bir nefes alır ve yeni bir ruh haline bürünebilirsin –mutlu bir ruh hali-. Tüm bunlar hiç de zor değil zaten senin için.


Aslında teşekkür etmem lazım sana. Bu şehir beni benden etmişti, çocuk. İki ayda kendimden geçtim resmen. Düşünmüyordum, yazmıyordum. Her gün aynı monotonlukta geçiyordu günlerim. Sadece gün doldurur olmuştum. Ama eve gelince ve söylediklerini ya da söylettiklerini duyunca kendime geldim. Teşekkür ederim. Her seferinde tokat gibi iniyor yüzüme kabullenmek istemediğim gerçekler. Her seferinde kafama vura vura öğretiyorsun bazı şeyleri. Diyorum ya hayatımda çok önemli bir yerin var diye. Bak işte bu da onun bir parçası. Bir kompozisyondu bu ilişki; giriş, gelişme ve sonuç. İşte sonuna geldik –geldim- artık. Şu an sen de malzeme olacaksın. Üzgünüm. Senin gibi değil benim ifade tarzım. Bunun için de üzgünüm. Kompozisyonun sonunda bana yazmak düşüyor çünkü. Nasıl büyüdüğümü, beni nasıl büyüttüğünü göstermem lazım sana, bana. Ağızlara sakız yapamam ama senin gibi. Saygım var duygularıma çünkü. Samimiydim hiç olmadığım kadar çünkü. Çünkü yeni bir duyguyu öğreniyordu vücudum ve ben hiç olmadığım kadar cüretkârdım. Bakmasını bilemedin sadece. Ben beyaz dedikçe siyah dedin sen, hep. Mecbur muydun, bir kez olsun benim gibi bakamaz mıydın sanki? Artık geç oldu. Yol alma zamanı şimdi. Hayıflanmanın anlamı yok. Zaten kalpte adına hayıflanacak bir adam da yok.


Bir arkadaşım bu aşkın bana yaramadığını, üzerimde kötü etkiler yaptığını hatta psikolojimi bozduğunu söyledi. Haklı olabilir mi? Belki. Korkuyorum şimdi çünkü. Yeniden aynı şeyler olacak diye korkuyorum. Yeniden bu kadar üzüleceğim diye korkuyorum. Korkmamam lazım aslında, biliyorum. Korkmamam gerek. Ben güçlü biriyim çünkü.


Ama yorulduğumu hissediyorum. Çok yorulduğumu. Onca zaman bir kamburmuşsun sırtımda. Atınca fark ettim. Neden bu kadar kendime eziyet ettim ki. Ve evet, bunları söylemek hala acı verici şeyler. Ama artık çığlağım. Tüm gerçekliğimle çırılçıplağım, adeta şeffafım.


Haa… Tabii ki sana mutluluklar.






Elif Ayvaz


23 Kasım 2010


.